Okulda Her Yıl Kimsenin Hatırlamadığı Bir Öğrenci Kayboluyordu
Arnavutköy Koleji her zaman mükemmelliğin simgesi olmuştu. 1893 yılında İstanbul’un aristokrat aileleri tarafından kurulan bu okul, servi ağaçlarıyla çevrili bir tepenin üzerinde yükseliyor, gri taş cephesiyle eski Avrupa manastırlarını andırıyordu. Her köşesi tarihle, gelenekle… ve bazılarına göre daha karanlık bir şeyle kokuyordu. Öğrenciler kusursuz üniformalarıyla koridorlarda yürür, eski müdürlerin portreleri ve kupalarla dolu vitrinlerin arasından geçerlerdi. Her yıl olanlar hakkında kimse açıkça konuşmazdı ama herkes bilirdi: Her dönem bir öğrenci kaybolurdu. Gürültüsüz, skandalsız, açıklamasız. En ürkütücü olan ise, kısa bir süre sonra kimsenin o kişinin var olduğunu hatırlamamasıydı. Ne öğretmenler, ne arkadaşlar, ne de okul kayıtları. Sadece küçük boşluklar kalırdı: Sahipsiz bir sıra, listede silinmiş bir isim, grup fotoğrafında iki öğrenci arasında garip bir boşluk. Hikâyenin kahramanı, bursla okula kabul edilen on altı yaşındaki bir çocuktu: Emir Kaya. Zeki, içine kapanık ve biraz da şüpheciydi. İlk günden beri bir şeylerin tuhaf olduğunu hissetmişti. Yatakhanelerde fısıldanan söylentiler, koridorlarda yarıda kesilen konuşmalar ve en çok da sürekli izleniyormuş hissi… Bir gece, kütüphanede notlarını gözden geçirirken alışılmadık bir şey buldu: Sanat Tarihi kitaplarının arkasına gizlenmiş eski bir yıllık. Kapağında “2011 Mezunları” yazıyordu. Merakla açtı. Sayfalar gülümseyen yüzlerle doluydu, ama son sayfaya geldiğinde bir gariplik fark etti. Bir öğrencinin fotoğrafı olması gereken yerde boş bir kare vardı. Altında ise silinmiş bir ismin bulanık mürekkep izleri. Ertesi sabah, Emir durumu kız arkadaşı Zeynep’e sordu. Kız, her zamankinden daha sessizdi.
— Zeynep, 2011 yıllığında eksik biri var. Kim olduğunu biliyor musun?
Zeynep, anlamamış gibi baktı.
— Ne yıllığı? Bizde öyle kitaplar tutulmaz, dedi şaşkınlıkla.
Ama Emir emin olmuştu. O günün akşamı tekrar kütüphaneye döndü… kitap yoktu.
Haftalar geçtikçe gariplikler arttı. Matematik dersinde öğretmen, sınıfta olmayan öğrenci sayılarından söz ediyordu. Yemekhanede tabaklar fazla çıkıyordu. Bir gece, herkes uyurken Emir yatakhanenin koridorunda ayak sesleri ve fısıltıyla söylenen isimler duyduğunu sandı.
Bir sabaha karşı, sesleri takip etmeye karar verdi. Doğu kanadının merdivenlerinden sessizce indi, artık ders yapılmayan eski bölümde paslı bir kapı buldu. Arkasında rutubet kokan bir bodrum vardı. Telefonunun fenerini yaktığında, isimlerle dolu dosyalar, tarih ve öğrenci numaralarıyla dolu klasörler gördü. Ama belgeler eksikti, sayfalar koparılmıştı. Yarım açık bir dosyada bir isim okudu: “Melisa Aydın – 2017.” Emir’in içi ürperdi. Bu, yatakhanedeki duvarda bir zamanlar gördüğü bir kızın ismiydi… ya da gördüğünü sanmıştı. O gece tekrar baktığında, fotoğraf ortadan kaybolmuştu.
Zeynep’in tavırları değişmeye başladı. Daha soğuk, daha mesafeli olmuştu. Emir, ona gerçeği anlatmaya çalıştığında, Zeynep buz gibi bir sesle susturdu:
— Devam etme, Emir. Sonraki olmak istemezsin, değil mi?
— Sonraki ne?
Zeynep kısık sesle cevap verdi:
— Kaybolacak olan kişi.
O gece Emir uyuyamadı. Rüyasında bitmeyen koridorlar ve gözleriyle onu izleyen eski mezun portreleri gördü. Uyandığında, bildiklerini bir deftere yazıp yerdeki gevşek bir karo altına sakladı. “Her ihtimale karşı,” dedi kendi kendine.
Okulun kuruluş yıldönümü günü geldi. Mezunlar ve ailelerin katıldığı büyük bir kutlama vardı. Müdürler “bilginin mirası ve mükemmelliğin geleneği” üzerine konuşmalar yapıyordu. Diğerleri gülüp eğlenirken Emir tekrar bodruma indi. Ama bu kez yalnız değildi. Karanlıkta onu biri bekliyordu: Müdür Bey, Kemal Arslan. Gözlerine ulaşmayan bir gülümsemeyle konuştu.
— Meraklısın, Emir. Her burslu öğrenci gibi.
— Onlara ne yapıyorsunuz? Neden kayboluyorlar?
Müdür bir adım yaklaştı:
— Kaybolmuyorlar, evlat. Sadece var olmaktan çıkıyorlar. Bu yer… unutmayı değil, unutuşu yaratmayı seçer.
Elinde tozlu, deri ciltli bir kitap vardı. İçinde isimler yazılmış, sonra üzeri çizilmişti.
— Her yıl okul, mükemmelliğini korumak için saf bir zihin ister. Seçilmiş olanlar, bu tarihin parçası olurlar.
Emir geri çekildi, korkuyla:
— Bu imkânsız.
— Göreceksin, dedi müdür, kitabı açarken.
Bir rüzgar esmeye başladı. Işıklar titredi. Emir’in bedeni zayıfladı, anıları buhar gibi dağılıyordu. O anda tanıdık bir ses duydu: Zeynep.
— Koş, Emir! diye bağırdı, elinde fenerle müdürü iterek.
İkisi birlikte kaçtılar, kitabı yanlarına alarak. Ama ana kapıya vardıklarında, okulun nöbetçileri oradaydı — ifadesiz, boş gözlerle.
Zeynep çaresizce baktı:
— Gitmelisin. Birimiz kalırsa döngü bozulur.
— Seni bırakmam!
— Artık seçeneğin yok.
Zeynep kitabı açtı, alçak sesle bir şeyler söyledi. Hava uğuldadı. Emir, onun yüzünün yavaşça silindiğini gördü — sanki hiç var olmamış gibi. Kapı açıldı. O, dışarı çıktı.
Birkaç gün sonra Emir, Kadıköy’deki küçük dairesinde uyandı. Ne üniforması, ne defteri, ne kitap vardı. Okulu hatırlamaya çalıştı, ama zihin bomboştu.
İnternette “Arnavutköy Koleji” diye aradı.
Sonuç yok.
Ve nedenini bilmeden, bir damla yaş yanaklarından süzüldü.