“Özür dilerim, bebeğimi getirdim.” – Bekar anne özür diledi – CEO çocuğu kucağına aldı ve gülümsedi…

“Özür dilerim, bebeğimi getirdim.” – Bekar anne özür diledi – CEO çocuğu kucağına aldı ve gülümsedi…

Linda Wells, yirmi beş yaşında, küçük bir fırında çalışan genç bir kadındı. Hayat planlarının arasında tek başına anne olmak hiç yoktu. Ama kaderin ince çizgileri, onu Oliver adında sevimli bir çocukla hayata tutunmaya zorlamıştı. Oğlu iki yaşındaydı, gözlerinde dünyaya dair saf bir merak parlıyordu. Linda, her sabah un kokusu ve yorgun bir kalp ile uyanıyor, gün boyu çalışıyor ve geceleri oğlunun nefesini dinleyerek hayatta kalmayı öğreniyordu.

O akşam ise farklıydı. Kalbi göğsünde çarparken bir restorana girdi. Şık ışıkların altında, beyaz masa örtülerinin arasında, kendini fazlasıyla yabancı hissediyordu. Yanında Oliver vardı. Çocuğunu bırakacak kimsesi yoktu, bu yüzden istemeden de olsa onu bu görüşmeye getirmişti. Birkaç masa ötede, takım elbisesiyle sakin ve kusursuz görünen adamı gördü: Michael Blake. Şehrin tanınmış iş adamlarından biri, disiplinli, mesafeli, güçlü bir figürdü. Ama Linda’nın gözünde o akşam, sadece bir yabancıydı.

Masanın yanına geldiğinde Oliver bardaktaki suyu devirdi. Linda panikle özür diledi. Yüzü kızarmış, elleri titriyordu. “Üzgünüm, bebeğimi getirdim,” dedi. Gitmek üzereydi ki Michael ayağa kalktı. Yavaşça elini uzattı ve sorusunu sordu: “Onu kucağıma alabilir miyim?”

Linda önce şaşırdı, sonra kabul etti. Michael, Oliver’ı nazikçe kucağına aldı. Çocuğun ağlaması bir anda durdu. Küçük başını Michael’ın omzuna yasladı, huzurla sustu. Linda’nın gözleri doldu. Hayatında ilk defa başka birinin, oğlunu bu kadar doğal bir sevgiyle tuttuğunu görüyordu.

O gece yemek boyunca Michael çocuğu kucağından indirmedi. Oliver, onun kravatıyla oynadı, yüzüne dokundu. Michael ise sabırla, gülümseyerek ona “iyi çocuk” dedi. Linda’nın içindeki gerginlik yavaş yavaş eridi. İkisi konuşmaya başladı: kaybedilen hayaller, yeniden başlamalar, yaraların arasında saklı umutlar. Michael da bir zamanlar büyük bir kayıp yaşamıştı; nişanlısını bir kazada kaybetmişti. O günden beri kalbini kapatmıştı. Ama Oliver’ın küçük elleriyle yüzüne dokunuşu, içinde gömülü duyguları yeniden uyandırmıştı.

Günler birbirini kovaladı. Bir parkta tesadüfen yeniden karşılaştılar. Oliver koşarak Michael’ın kucağına atladı. Sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi doğal bir bağ vardı aralarında. Linda gülse de, kalbinin derinlerinde korkular büyüyordu. “Benim dünyam seninkiyle aynı değil,” diye fısıldadı bir gün. Michael ise sadece şunu söyledi: “O zaman ben senin dünyana gelirim.”

Fakat herkes bu hikâyeye inanmadı. Linda’nın iş arkadaşları onunla alay etti. “Bir CEO asla başka birinin çocuğunu büyütmez,” dediler. Linda kırıldı, işi bırakmak zorunda kaldı. Geceleri uyuyamadı. Ama Michael pes etmedi. Kapısına geldi. Oliver onu görünce “Baba!” diye bağırdı. Michael’ın gözleri doldu. Linda, sonunda sessizce kabul etti: belki de bu adam gerçekten kalmaya niyetliydi.

Bir gün, Michael ona bir sürpriz yaptı. Eski bir dükkânı yenileyip ona verdi: “Burası senin fırının.” dedi. “Artık başkasının gölgesinde değil, kendi ışığında çalışacaksın.” Linda gözyaşlarını tutamadı. Günler geçti, fırın mahallede sıcak bir yuva oldu. Çocukların kahkaha attığı, annelerin yeniden umut bulduğu bir yer. Ve tam orada, müşterilerin önünde, Michael diz çöktü. “Linda Wells,” dedi, “Beni seç. Oğlunu da, beni de. Hayatımızı birlikte kuralım.”

Linda titreyen elleriyle yüzünü kapadı. Oliver ise küçük elleriyle alkış yaptı, “Mutlu!” diye bağırdı. O an Linda cevap verdi: “Evet.”

Ve böylece hikâyeleri başladı. Kusursuz değildi. Oliver bir gün Michael’ın üzerine su döktü, başka gün pantolonunu ıslattı. Ama her an, gerçek ve dürüsttü. Aşk, ihtişamla değil, kırıntılarla ve kahkahalarla geldi. Ve sonunda, fırının kapısına asılan tabelada şu yazıyordu:

“Bazen aşk kapıyı çalmaz, bir bebek arabasıyla içeri girer.”

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News