Partide Tekerlekli Sandalyedeki Milyarderi Herkes Görmezden Geldi – Ta ki Siyah Bir Kadın Onu Dansa Davet Edene Kadar
Adım Thomas.
Hayatımı bitmiş sanmıştım. O kazadan sonra, eskisi gibi olamayacağımı düşündüm. Gerçekten de, bir anlamda haklıydım. Ama yanlış düşündüğüm bir şey vardı: Hayatım bitmedi. Yeniden başladı. Hem de tekerlekli sandalyemde, bir dans pistinin kenarında, herkesin bakışlarını kaçırdığı bir anda… bir kadınla göz göze geldiğimde.
Bu hikâyeyi anlatmam lazım. Çünkü bazen tek bir insan, sadece bir gülümseme, sadece bir cesur adım, sizi hayata döndürebilir.
Kazadan önceki Thomas, durmayı bilmeyen biriydi. Hayat benim için daima bir hareketti. Hafta sonları dağlara tırmanır, hafta içi maraton koşar, adrenalinle beslenirdim. Düşünmeye bile fırsatım yoktu. Düşmek mi? O, sadece dağcıların kalkış şekliydi benim için.
O gün de öyleydi. Colorado’da, gökyüzü masmaviydi. Rota tanıdıktı. Vücut hazır, zihin odaklıydı. Ama ekipmanlar bile bazen ihanet eder. Emniyet noktası çöktü. Gözlerimi bir hastane odasında açtım. Üç gün sonra.
Doktorlar söylediğinde, kelimeler taş gibi boğazıma oturdu:
“Bir daha yürüyemeyeceksiniz.”
Fiziksel acıyı aştım. Tekerlekli sandalyeyi öğrenmek, rampalardan geçmek, kapılardan sığmak… Bunlar zamanla alışılan şeylerdi. Ama insanların bakışları? Onlar başka bir savaştı.
Arkadaşlarım yavaş yavaş kayboldu. Sosyal davetler, dağ yürüyüşleri, kahve buluşmaları… birer birer azaldı. Konuşmalar kısa, göz temasları daha da kısa hale geldi. En kötüsü, nazik ama içi boş sözlerdi. Bir kadının bana “Ne kadar cesursun,” demesi mesela. Orada olmam cesaret değildi. Yaşamaya çalışıyordum sadece.
Yalnızlık, içeriden kemiren bir sessizliktir. Her şey yavaşça küçülür. Ev, dünya olur. Dışarısı, yabancılaşır. İki yıl boyunca kimseye ihtiyaç duymadığımı söyledim kendime. Ama geceleri… başka türlü fısıldar.
Ve bir gün, bir kıvılcım. Belki umuttu, belki sadece kendime isyan. New York’ta lüks bir yardım balosuna bilet aldım. En pahalı otellerden birinde, en gösterişli salonlardan birinde.
Elbisemi giydim, arabaya bindim, kapıdan geçtim. İçeri girer girmez yanlış bir karar verdiğimi hissettim.
Salon ışıl ışıldı. Kristal avizeler, parlayan elbiseler, cilalı kahkahalar. Ve ben… sandalyemde, sessiz bir gölge. İnsanların konuşmaları benim yakınlarımdan geçerken sanki yavaşlıyor, bakışlar hızla başka yöne kayıyordu.
Bir grup sanatla ilgili konuşuyordu. Sanata bayılırım. Yanaştım. Kibarca yer açtılar ama konu bir anda sustu. Herkes bir bahaneyle uzaklaştı. “Tuvalete gitmem lazım.” “Ah, orada tanıdık biri var.”
Beş dakika sonra yine yalnızdım. Ama bu yalnızlık farklıydı. İnsanların var olduğu bir odada yalnız olmak… daha soğuk hissettiriyor.
Dans pisti kalabalıktı. Müzik yumuşaktı, romantik. İnsanlar bir ritimde, birbirine dokunarak dönüyordu. Ve ben… camın arkasından izleyen biri gibiydim. Orada değildim. Sadece bakan, özleyen, geçmişini arayan bir hayalettim.
Sonra onu gördüm.
Salonun karşı köşesinde oturuyordu. Diğer herkes gibi giyinmişti ama farklıydı. Sahte gülümsemeler yoktu yüzünde. Gözleri izliyordu, gerçekten görüyordu. Gülümsemesi abartısızdı. Elbisesi şık ama şov yapmayan türdendi. Sade ama etkileyiciydi. Ve bir şey daha… Beni izliyordu. Ama acıyarak değil. Gerçek bir merakla.
Göz göze geldiğimizde kalbim hızlandı. Sonra ayağa kalktı. Yavaşça yürüyerek yanıma geldi.
O an binlerce düşünce geçti aklımdan. Belki doktor, belki bir bağış temsilcisi… Ya da sadece iyi niyetli bir yabancı.
Önümde durdu, gülümsedi.
“Gözlerin çok nazik,” dedi. “Ben Candace. Senin hikâyen ne?”
Sessiz kaldım. Biri en son ne zaman hikâyemi sormuştu? Değil engelimi. Gerçekten ben kimim diye?
“Ben… Thomas. Aslında… artık pek bir hikâyem yok,” dedim.
Hiçbir şey söylemeden karşımdaki sandalyeye oturdu. “Herkesin hikâyesi vardır,” dedi. “Bazıları sadece daha zor anlatılır.”
O kalabalığın ortasında bir balon gibi korunaklı bir alan oluştu. Saatler geçmiş gibiydi ama sadece yarım saat konuşmuştuk. Tekerlekli sandalyemi unutmuştum. O sormamıştı kazayı. İlham vermeye çalışmamış, yapmacık cümlelerle beni “yükseltmeye” kalkmamıştı. Hayallerimi sormuştu. Korkularımı. Ne zaman ağladığımı, en son ne zaman güldüğümü. Rüyalarımı.
Candace hemşireymiş. Harlem’de pediatri servisinde çalışıyormuş. “Çocuklar bana her gün cesaret öğretiyor,” dedi. “Sessiz, derin, gerçek bir cesaret.”
Büyükanne tarafından büyütülmüş. Tekerlekli sandalyedeymiş o da. “İnsanlar onun engelini gördü,” dedi Candace. “Ben gücünü gördüm.”
Bu kadının sözleri, yıllardır taş kesilmiş kalbimde çatlaklar açtı. O konuşurken… ben tekrar nefes almaya başladım.
Müzik değişti. Piste doğru yeni çiftler ilerledi. Loş ışıklar, yavaş melodi… her şey bir rüya gibiydi. Ama gerçek olan bir şey vardı: Candace ayağa kalktı. Elini bana uzattı.
“Benimle dans eder misin, Thomas?”
Donakaldım.
“Dans edemem artık,” dedim kısık sesle.
“Kim demiş?” diye sordu.
Bütün salon durdu sanki. Bakışlar üzerimizdeydi. Başımı öne eğmek istedim. Kaçmak. Ama gözleri… hayır, içinde merhamet değil, davet vardı. Gerçek bir teklif.
“Bilmiyorum nasıl dans edilir artık,” dedim.
“Ben de bilmiyorum,” dedi. “Ama belki birlikte öğrenebiliriz.”
Elimi tuttu. Kalbim deli gibi atıyordu. Müzik hızlanmadı, biz yavaşladık. Pistin kenarına birlikte ilerledik.
Dans etmedik, hayır. Ayakta değildim, adım atmadım. Ama Candace benimle hareket etti. Ellerim ellerindeydi. Bedenim değil, ruhum onunla dans etti.
Ve ben… yıllar sonra ilk kez ağladım. Umursamadım. Çünkü o an… sadece yaşıyordum. Tüm benliğimle, tüm eksiklerimle. Ve ilk kez, eksik hissetmedim.
Etrafımızda insanlar toplanmaya başladı. Yaşlı bir çift yanımıza geldi, ardından bir başkası. Bazıları klasik dans etti, bazıları kendi yollarıyla. Ama hepsinin gözünde aynı şey vardı: Bağlantı.
Candace… beni düzeltmedi. Beni onarmadı. Ama bana unuttuğum bir şeyi hatırlattı: Değerli olduğumu.
O gece üç yıl önceydi.
Candace ile şimdi evliyiz. Mutfakta, yemek pişerken hâlâ bana dans teklif eder. Hayatı hâlâ bir macera olarak görür. Hâlâ eksiklerimin arasında güzellik bulur.
Beni tamamlamadı. Ama bana hiçbir zaman eksik olmadığımı gösterdi.
Sevgi, mükemmel insanı bulmak değilmiş. Gerçek olanı, eksikleriyle sevebilmekmiş.
Eğer sen de sevgi arıyorsan… saklanma. Ve eğer birini yalnız otururken görürsen, onun Candace’ı ol.
Belki bir dans, bir hayat kurtarır.