Recibió una llamada de un número conocido — pero esa persona había muerto hace dos años

O tanıdık bir numaradan arama aldı — ama o kişi iki yıl önce ölmüştü.
İstanbul’un üzerine çöken kirli gri akşam, fırtınanın habercisiydi.
Elif, altı yıldır çalıştığı lüks çatı katının pencerelerini siliyordu. Her sıktığı bez, sanki sabrından bir parça koparıyordu. Evin sahibi Hanife Hanım, kocasından kalan servetiyle yaşayan, buyurgan ve küçümseyici bir kadındı.
—Elif, camda tek bir iz bile kalmasın. Bu geceki misafirler kir görmeye dayanamaz —dedi, gözünü bile kaldırmadan, sanki köpeğine konuşur gibi.
Elif sessizce başını salladı. Asıl acı veren işin ağırlığı değil, kendisine davranış biçimiydi; sanki yoksulluk bulaşıcıymış gibi. Bazen annesinin sözleri aklına gelirdi: “Kızım, para ruhu temizlemez.”
Temizlik bitince, hizmetliler odasına çekildi. Eski telefonunu çıkarıp cevapsız aramalara baktı.
Ve orada gördü: ezbere bildiği bir numara.
Emir’in numarası.
Emir iki yıl önce bir motosiklet kazasında ölmüştü. Elif’in tek inananıydı; herkes onun müzisyen olma hayaliyle dalga geçerken, Emir onu dinlemiş, cesaretlendirmişti.
Ekran hâlâ yanıyordu.
“Gelen arama: Emir.”
Elif’in kalbi yerinden fırlayacak gibiydi.
—Bu… olamaz… —diye fısıldadı.
Cevapladı.
Sessizlik. Sonra boğuk, yankılı bir ses.
—Elif… kim olduğunu… çaldırmalarına izin verme…
Arama kesildi.
O gece Hanife Hanım gösterişli bir davet veriyordu. Elif’ten, misafirleri eğlendirmek için piyano çalması istendi. Bu, ev sahibesi için “egzotik bir fikir”di:
“Bir hizmetçi Chopin çalacak, ne ilginç değil mi?”
Elif beyaz piyanonun başına oturdu; etrafında kristal kadehler, soğuk kahkahalar.
—Hadi bakalım canım, yeteneğini görelim —dedi Hanife Hanım, buz gibi bir gülümsemeyle.
Elif derin bir nefes aldı. İlk notalar titrek ama duyguluydu.
Ardından Emir’in sesini hatırladı:
“Kim olduğunu çaldırmalarına izin verme.”
Müziğin tonu değişti. Daha güçlü, daha derin bir hâl aldı. Sanki Emir onunla birlikte çalıyordu.
Salondaki uğultu sustu.
Bir damla gözyaşı tuşlara düştü.
Parça bittiğinde önce sessizlik, sonra hafif alkışlar duyuldu.
Misafirlerden biri, müzik eleştirmeni Kemal Bey, şaşkınlıkla yaklaştı:
—Sana kim öğretti böyle çalmayı?
—Kimse… Kendi kendime öğrendim —dedi Elif.
Adam ona saygıyla baktı.
—Gerçekten bir yeteneğin var. Genç piyanistler yarışması düzenliyorum. Katılmak istersen seni tanıştırabilirim.
Hanife Hanım kahkahasını bastıramadı:
—Abartmayın lütfen Kemal Bey, bu kız notaları zar zor okuyor!
Elif titreyen elleriyle telefonunu çıkardı, arama kaydını gösterdi:
—Biliyor musunuz Hanife Hanım, bugün bu dünyada olmayan biri beni aradı.
—Ne saçmalık bu?
—Emir’di. Bana bir zamanlar sizlerin göremediği değeri göstermişti.
Kemal Bey ciddiyetle başını salladı.
—Yarın AKM’ye gel. Seni bekleyeceğim.
Haftalarca Elif neredeyse hiç uyumadan çalıştı. Her şüphe anında o aramanın kaydını açıyor, boğuk sesi tekrar dinliyordu.
Sadece bir yankı, bir fısıltı… ama yeterliydi.
Yarışma günü Hanife Hanım da gelmişti, yanında alaycı arkadaşlarıyla.
Elif sahneye çıktı, mütevazı elbisesiyle piyanonun başına geçti.
Gözlerini kapadı, müziği konuşturdu.
Artık kazanmak için değil, yıllardır içini kemiren aşağılanmayı arıtmak için çalıyordu.
Son nota yankılandığında, seyirciler ayağa kalktı.
Jüri onun adını birinci olarak açıkladı.
Hanife Hanım suskun kaldı, tasarım çantasını beyazlaşan parmaklarıyla sıkı sıkı tuttu.
Elif sahneden indi, ona yaklaşarak sakin bir sesle dedi:
—Bana, asla olmak istemediğim şeyi gösterdiğiniz için teşekkür ederim.
O gece odasına dönerken telefonu tekrar çaldı.
Aynı numara.
Cevapladı.
Sessizlik. Sonra Emir’in yumuşak sesi:
—Sana söylemiştim Elif… kim olduğunu çaldırmalarına izin verme. Seninle gurur duyuyorum.
Arama sona erdi.
Elif gülümseyerek, gözleri dolu, İstanbul’un karanlık gökyüzüne baktı.
—Artık hiçbir şeyimi çalamayacaklar —diye fısıldadı.