Terk Edilmiş Hastanenin Gece Nöbeti

Terk Edilmiş Hastanenin Gece Nöbeti

Benim adım Murat. On iki yıldır şehir polis departmanında çalışıyorum ve vardiyalarımız bir türlü düzene girmez. Bir hafta gece, bir hafta sabah, bir hafta aralıksız on iki saatlik nöbet… Zamanla insanın bedeni buna alışır ama zihni her zaman tetikte kalır. Özellikle de gece saatlerinde çağrı alıyorsanız.

O gece saat 22.00 ile 10.00 arası vardiyam vardı. Henüz kahvemi bitirmiştim ki telsizden bir çağrı geldi. Şehrin dışındaki eski hastanede gençlerin izinsiz girdiğine dair bir ihbar vardı. On yıldır boş olan bu bina, yasadışı işler ve korku arayan maceraperestler için bir mıknatıs gibiydi. Dördüncü kez oraya gidecektim. Normalde böyle durumlarda ya gençleri yakalayıp dışarı çıkarır ya da onların kaçmasına göz yumardım. Yorgundum; tek isteğim bu işi çabucak bitirmekti.

Arabamla binanın önüne vardığımda ikinci kattaki pencerelerden birinde hızlıca dolaşan bir el feneri ışığı gördüm. Işık öyle hızlı hareket ediyordu ki sanki biri panik halinde koşuyordu. Araçtan indim, kendi fenerimi hazırladım ve binaya girdim.

İçeri girer girmez seslendim:
“Polis! Kendinizi gösterin!”

Yanıt yoktu. Kulak kesildim ama tek duyduğum binanın gıcırdayan kemikleri oldu. Bu sessizlik uykumu bir anda dağıttı. Sağ elim refleksle silahımın kılıfına gitti. Böyle yerlerde en ufak bir pusu ihtimali bile insanın ensesindeki soğuğu arttırır.

Karanlık koridoru geçip merdivenlere yöneldim. İkinci kata çıktığım anda, duvarları titreten bir tok sesi yankılandı. Birinin bir şeye çarptığını düşündüm. Fenerimi koridor boyunca gezdirdim ama kimse yoktu. Tekrar bağırdım, bu kez daha sert bir sesle. Merdivenlerin bulunduğu yer, yukarı çıkmanın tek yoluydu. Bunu biliyorlarsa hâlâ içerideydiler.

Yavaş adımlarla kapıları taramaya başladım. Eski yataklar, kırık camlar, duvarlarda yıllanmış grafitiler… Son odaya geldiğimde kapı kapalıydı. Son bir kez seslendim ve kapıyı açtım. Oda boştu. Ama yerde yeni söndürülmüş sigara izmaritleri vardı. Duman hâlâ tütüyordu.

Bu, beni daha da gerdi. Bu kadar taze izler varken, nasıl kaybolmuşlardı? Tek açıklama kırık camlardan atlamış olmalarıydı. Ama sonra… Kapı arkamdan gürültüyle kapandı. Sert bir şey kapıya çarptı. Ardından uzaklaşan ayak sesleri yankılandı.

Kapıyı zorlayarak araladım. Aralıktan kendimi dışarı attığımda koca bir hastane yatağının kapının önüne sürülmüş olduğunu gördüm. O anda içimdeki tüm refleksler devreye girdi. Koştum. Koridor boştu. Ayak sesleri kesilmişti. Ve o kişi, kimse artık, çoktan kaybolmuştu.

Destek ekipleri geldiğinde binayı detaylı aradık. Beni arayan kişiyle de konuştuk. Ancak her şey tuhaftı: Pencereden sadece bir el feneri ışığı görünmüştü, ben de içeride sadece bir ayak sesi duymuştum. İki gencin ihbarı yapılmıştı, ama içeride belli ki bir başkası vardı.

Sabah olduğunda iki farklı anneden kayıp ihbarı geldi. İkisi de oğullarını bulamıyordu. Günler, haftalar, aylar geçti; hiçbir iz yoktu. Altı yıl oldu, hâlâ yoklar.

O gece hastanede karşılaştığım kişi onlardan biri miydi? Yoksa tamamen başka biri mi? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey şu: O bina, sadece tuğla ve betondan oluşan terk edilmiş bir yer değil. Kendi gölgesini saklayan, geçmişi yutan bir yer. Bazı insanlar orada kayboluyor. Ve bir daha geri dönmüyorlar.

Belki de o gece ben de geri dönemeyecektim. Belki de beni kurtaran tek şey, içgüdüsel bir geri çekilme hissiydi. Şimdi her devriye çağrısında, terk edilmiş binalara girerken hep aynı soruyu soruyorum: Bu defa geri çıkabilecek miyim?

Bu olaydan sonra kimse o hastanenin yanına yaklaşmadı. Bina artık yıkık dökük, ama içindeki boşluk sanki hâlâ birilerini çağırıyor. Belki gençleri. Belki meraklı memurları. Belki de geçmişte kaybolmuş olanları.

Ve ben, hâlâ her gece vardiyaya giderken, o pencereden bana bakan bir ışığın hayalini taşıyorum.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News