Tutuklanan “ekmek hırsızı” seyyar satıcı anne — aslında oğlunun doğum günü pastasını almak istemişti
Güneş daha doğmamıştı ki Elif, küçük arabasını İstiklal Caddesi’nin köşesine, metro istasyonunun yakınına yerleştirdi. Üç yıldır aynı yerde kahve, sandviç ve kendi mutfağında hazırladığı börekleri satıyordu. Elleri sertleşmiş, gözlerinin altı morarmıştı ama yine de yorgun gülümsemesi yoldan geçenlere sıcak bir selam verirdi. Hayat Elif için kolay olmamıştı. Kuzeye iş bulmaya giden ve bir daha dönmeyen kocasının ardından, sekiz yaşındaki oğlu Emir’i tek başına büyütüyordu. Nemli, duvarlarından yağmurda su sızan küçük bir dairede yaşıyorlardı ama orası onların evidi. O sabah, ilk kahvesini bir inşaat işçisine verirken Elif arabasının kenarına tebeşirle yazdığı tarihe baktı: “12 Mart.” Kalbi bir an duracak gibi oldu. Emir’in doğum günüydü. Ve onun için hiçbir şeyi yoktu. Ne bir hediye, ne de bir mum. Tüm gün boyunca bunu düşündü. Geçmiş yıllarda bir şekilde bir şeyler bulurdu; eski bir mumla süslenmiş bir kurabiye ya da kulağına fısıldadığı bir şarkı. Ama bu defa Emir büyümüştü. “Anne, bu yıl adımın yazılı olduğu gerçek bir pasta istiyorum,” demişti birkaç gün önce. Akşamüstü, kazancı on euroyu zar zor geçtiğinde, Elif erken kapatmaya karar verdi. Sessizce her şeyi topladı ve başı önde Nişantaşı’ndaki bir fırına yürüdü. İçeri girince taze ekmek kokusu onu sardı. Tezgahta, beyaz kremayla kaplı bir çikolatalı pasta ışıkların altında parlıyordu. Fiyatı: 19,90 euro. Elif elindeki buruşmuş banknota ve cebindeki birkaç bozuk paraya baktı. Yetmiyordu. “Bunu benim için biraz ayırabilir misiniz?” diye sordu. Genç görevli isteksizce baktı. “Üzgünüm hanımefendi, ödemesiz rezervasyon yapmıyoruz.” Elif başını eğip dışarı yöneldi. Ama çıkmadan önce, tekrar pastaya baktı. Camda oğlunun gülümseyen yüzünü görür gibi oldu. Ve düşünmeden pastayı aldı. Satıcı bağırdı. Alarm çaldı. Saniyeler içinde güvenlik görevlisi tarafından yakalandı. —“Bırakın onu! Hırsızlık yapıyorsunuz!” —“Hayır… benim için değil,” diye kekeledi titreyerek. Polis geldiğinde, kalabalığın meraklı bakışları arasında kelepçelendi. Kimse neden yaptığını sormadı. Karakolda, Elif zar zor konuşabiliyordu. Çantasında Emir’in eski bir fotoğrafı ve küçük mavi bir mum buldular. —“Neden yaptınız hanımefendi?” diye sordu genç bir polis memuru, diğerlerinden daha yumuşak bir sesle. —“Oğlumun doğum günü,” dedi Elif kısık sesle. “Hayatında bir kez de olsa bir mum üflesin istedim.” Memur sessiz kaldı. Muma, sonra pastaya baktı. Amirinden izin alıp Elif’in kimlikteki adrese gitti. Kapıyı açan çocuk yalınayaktı, gözleri ışıl ışıldı. —“Annenin adı Elif mi?” —“Evet, amca. Nerede o?” Polis yutkundu, pastayı masaya koydu ve mumu yaktı. —“Bu… annen gönderdi,” dedi. Emir tam anlamadı ama gülümsedi. —“Annem her zaman sözünü tutar,” dedi safça. O gece, karakoldaki soğuk hücrede Elif gözlerini kapattı. Belki bir yerlerde, oğlunun dileği ona sıcak bir ışık gibi ulaşmıştır. Ertesi gün yerel gazetelerde şu başlık vardı: “Pasta çaldığı için tutuklanan kadın. Sebebi sosyal medyayı duygulandırdı.” Ve sonra bir şey değişti. Daha önce konuşmayan komşular karakola geldi. Kimi yemek, kimi para getirdi. Yakındaki bir fırın Elif’e iş teklif etti. Onu dinleyen polis, serbest bırakma işlemini yapan kişiydi. “Demek ki hâlâ mucizelere inanan biri varmış,” dedi gülümseyerek. Elif cevap vermedi. Sadece mavi mumu avuçlarının arasında sıktı. Ve dışarı çıktığında, güneş de yeniden doğuyordu.