UTANÇ DUYULAN ANNE: OĞLUNU HERKESİN ÖNÜNDE KURTARAN TEMİZLİKÇİ
İstanbul’un üst semtlerinden biri olan Etiler’de yağmur gökten değil, sanki insanların kibirli kalplerinden dökülüyordu.
Emir, okul çantasını sırtına takmış, başı öne eğik, kulaklıklarıyla yürüyordu. Kimseyle konuşmak istemiyordu. Kimsenin gerçeği bilmesini istemiyordu.
Annesi, Zehra, başkalarının evlerini temizliyordu.
Ve sadece herhangi bir evi değil…
En yakın arkadaşı Kerem’in babasının lüks villasını. Adam, dergilerde röportaj veren ünlü bir iş insanıydı.
Okuldaki herkes bunu biliyordu, bir kişi hariç: Emir, kendi kendine inanmak istiyordu ki belki kimse fark etmemiştir.
Bu yüzden her sabah annesine yalvarırdı:
— Anne, lütfen… beni okuldan almaya gelme, tamam mı?
Zehra gülümserdi.
— Tamam, canım oğlum. Merak etme.
Ama arkasını döndüğünde gözlerinden iki sessiz damla düşerdi.
Emir, on beş yaşındaydı ve utanmayı erken öğrenmişti.
İkinci el kıyafetler giyiyor ama ütülü tutuyordu.
Zengin semtin aksanıyla konuşuyor, fakirlerle dalga geçenlerle gülüyordu.
Hayatta kalmanın bir yoluydu bu.
Bir gün Kerem sordu:
— Kanka, senin annen ne iş yapıyor?
Emir boğazında bir yumru hissetti.
— Muhasebeci… ofiste çalışıyor.
Kerem güldü:
— Aaa, benim evdeki temizlikçiye çok benziyor da! Hahaha!
Herkes güldü. Emir de güldü.
Zorla. Kalbi ikiye ayrılarak.
O akşam eve geldiğinde annesi yerleri siliyordu.
— Hoş geldin oğlum. Okul nasıldı?
— İyiydi, dedi sertçe.
— Senin için tatlı yaptım bugün, dedi Zehra.
— İstemiyorum!
— Bir şey mi oldu?
— Evet oldu! Senin yüzünden utanıyorum! diye bağırdı Emir.
Sessizlik… o sessizlik, bir tokattan daha acıydı.
Zehra başını eğdi, yerleri silmeye devam etti.
Bir damla gözyaşı sabunlu suya karıştı.
Bir hafta sonra okulda büyük bir futbol turnuvası düzenlendi.
Veliler davetliydi.
Zehra tereddüt etti ama sonunda gitmeye karar verdi.
En güzel bluzunu giydi, yürüyerek sahaya gitti.
Emir kaleyi koruyordu.
Maç hararetliydi. Gökyüzü bir anda karardı.
Şimşek çaktı, yağmur başladı.
Bir şut, direkten sekti, Emir geri düştü ve başını direğe vurdu.
Saha sessizliğe gömüldü.
— EMİR!
Zehra düşünmeden koştu, bariyerleri aştı.
Yağmur, alkış, fısıltılar…
Dizlerinin üstüne çöktü:
— Oğlum! Gözlerini aç! Lütfen!
Bir öğretmen yaklaştı:
— Hanımefendi, ambulansı bekleyin!
Ama Zehra haykırdı:
— Ben hemşireyim! On yıl hastanede çalıştım! Lütfen izin verin!
Kimse bunu bilmiyordu.
Eşini kaybettikten sonra oğluna bakabilmek için temizlik işine girmişti.
Şimdi o bilgi, o eller yeniden hayat veriyordu.
Emir’in çenesini tuttu, nefesini kontrol etti, suni teneffüs yaptı.
Bir… iki… üç…
Derken çocuk öksürdü. Gözlerini açtı.
Tribün alkışlarla yankılandı.
Kerem’in sesi duyuldu:
— Bu… bu benim evdeki temizlikçi kadın!
Bir sessizlik daha.
Ama Zehra sadece oğluna sarıldı.
Hastanede doktorlar, onun hızlı müdahalesinin hayat kurtardığını söyledi.
Emir gözlerini açtığında annesi yanında, başı koluna yaslanmıştı.
— Anne… özür dilerim, diye fısıldadı.
— Şşş… önemli değil oğlum.
— Sana yalan söyledim. Onlara hemşire olduğunu değil, muhasebeci olduğunu söyledim.
— Biliyorum.
— Senden utandım…
Zehra gülümsedi:
— Benim işim beni küçültmez, oğlum. Her paspas darbesinde seni gülümsetebilmek için dua ettim.
O gün Emir ağladı.
Ama bu kez utançtan değil, sevgiyle.
Ertesi gün yerel gazetede manşet:
“Temizlikçi kadın, kendi oğlunun hayatını sahada kurtardı.”
Haber yayıldı.
Zehra iş teklifleri, bağışlar aldı.
Ama o sadece bir şey istedi: huzur.
Ve oğlunun utanmadan gülümsemesini.
Bir gün, el ele okulun kapısından geçtiler.
Emir yüksek sesle söyledi:
— Bu benim annem! Tanıdığım en iyi insan!
O gün dünya biraz daha adil döndü.
Aylar sonra Zehra yeniden hemşire olarak bir sağlık merkezinde çalışmaya başladı.
Emir her akşam onu kapıda karşıladı, elinde bir fincan sıcak çayla.
Çünkü artık biliyordu:
Gerçek zenginlik, seni koşulsuz seven kalpte saklıdır.