Uyandığında hastane odasındaydı ve doktor ona şöyle dedi: “O, seni kurtarmak için… öldü.”
Hastanenin beyaz ışığı gözlerini yakıyordu. Monitörün sesi, düzensiz nefes alışını alay eder gibi tekrar ediyordu.
Emir göz kapaklarını güçlükle araladı.
İlk gördüğü şey lekeli bir tavandı, ikincisi ise doktorun ciddi yüzüydü.
—Zeynep nerede? —diye fısıldadı.
Doktor başını eğdi.
—Üzgünüm evladım. O… seni kurtarırken öldü.
Sessizlik bir bıçak gibiydi.
Zeynep. Üç yıldır evini temizleyen genç kadın.
Onun sınıfından olanların bakmaya bile tenezzül etmediği biri; Emir ve nişanlısı pahalı şaraplarla akşam yemeği yerken mutfakta tek başına yemek yiyen biri.
Ellerinden kan sızsa bile her zaman gülümseyen Zeynep.
Her şey bir anda geri döndü.
Metal sesi, çığlıklar, buz gibi nehir suyu.
Araba suya düşerken, o emniyet kemerini çözüp onu yukarı itmişti.
O, Yalın Holding’in varisiydi.
Zeynep ise soyadı bilinmeyen bir temizlikçiydi.
Günlerce Emir konuşmadı.
Hastane çiçeklerle, şirket patronlarının sahte taziyeleriyle, kameralarla doldu.
Herkes vicdanını temize çıkaracak kahraman bir hikâye istiyordu.
Ama Emir, o son anı unutamıyordu:
“Dayan Emir! Vazgeçme!”
Suyun altından gelen sesi, batmadan önceki gülümsemesi.
İki hafta sonra hastaneden kaçtı.
Zeynep’in yaşadığı mahalleye yürüdü.
Boya dökülmüş tuğla evler, yırtık toplarla oynayan çocuklar.
Zeynep’in kapısı siyah kurdeleyle kaplıydı.
Yaşlı bir kadın kapıyı açtı.
—Sen onun çalıştığı zengin bey misin?
Emir başını salladı.
—Zeynep sizden sıkça bahsederdi, —dedi kadın—. Derdi ki, o bilmez ama kalbi iyi biridir.
Emir yutkundu. —Ondan bir şey… kaldı mı?
Kadın küçük bir kutu uzattı.
İçinde yıpranmış bir defter vardı.
İlk sayfada yazıyordu: “Yüksek sesle söyleyemediğim hayallerim.”
Sayfalar görünmeyen bir hayata açılan pencerelerdi.
“Hemşire olmak istiyorum.”
“Bazen o gülümseyince, görünmez olduğumu unutuyorum.”
“Aşkını istemiyorum, sadece beni fark etmesini istiyorum.”
Emir ilk kez utanmadan ağladı.
O anda bir şey değişti.
Lüks arabasını sattı.
Nişanlısından ayrıldı —o nişanlı ki ‘sadece bir hizmetçiydi’ demişti—.
Ve parayla Zeynep Kaya Burs Fonu’nu kurdu.
“Dünya sizi görmezden gelse bile hayal kuranlar için.”
Bir yıl sonra, sade bir törende ilk bursları dağıttı.
Koyu gözlü genç bir kız yanına gelip dedi ki:
—Bay Yalın, annem Zeynep’i tanırmış. Derdi ki, o bir melekti.
Emir gülümsedi.
—Melek değildi. Cesur bir kadındı… bana görmeyi öğretti.
Birkaç gün sonra nehre geri döndü.
Suya beyaz bir çiçek bıraktı.
Rüzgâr saçlarını savurdu, o anda onun sesini duyar gibi oldu:
“Artık beni görüyorsun, değil mi?”
Emir gözlerini kapadı.
—Evet, Zeynep. Ve sonsuza kadar göreceğim.
O gece, onun defterine şunu yazdı:
“O, hayatımı kurtarmak için öldü.
Ben de onun hayatını onurlandırmak için yaşayacağım.”
Ve uzun zaman sonra ilk kez huzur hissetti.