Yaşlı anne, zengin bir ailenin ev işçisi olarak çalışmayı kabul etti — bakıcılık yaptığı çocuk aslında kendi torunu olduğunu bilmeden
Sabahın ilk ışıkları, küçük hizmetçi odasının beyaz perdelerinden nazikçe süzülüyordu. Kızarmış ekmek ve yeni demlenmiş kahvenin kokusu mutfaktan yükseliyor, alt kattaki radyodan gelen mırıltıyla karışıyordu. Maria yavaşça doğruldu, yıllardır ağrıyan dizine destek alarak ve önceki gece hazırlayıp bıraktığı temiz önlüğünü taktı. İstanbul’un Nişantaşı semtindeki o zarif evdeki ilk haftasındaydı ve hâlâ bilinmezliğin yarattığı o saygılı tedirginliği hissediyordu.
Onu bir komşu önermişti. “Temiz, sessiz ve güvenilir bir kadın” demişlerdi. Ve Maria, altmış sekiz yaşındayken işi fazla düşünmeden kabul etmişti. Emekli maaşı küçük dairesine ve ilaçlarına zar zor yetiyordu. Uzun zamandır yalnız yaşamaya razı olmuştu. Oğlu, Kemal, neredeyse yirmi yıl önce büyük bir tartışmadan sonra evi terk etmişti. Bir daha ondan haber alamamıştı.
Evde, Selin Hanım —kırklı yaşlarında, zarif ve her zaman güzel kokulu bir kadın— görevlerini anlattı: evi temizlemek, ara sıra yemek yapmak ve genellikle bakıcı yokken küçük Efe’ye göz kulak olmak.
—Çok iyi bir çocuk ama hassas— dedi Selin Hanım, kâğıtları düzenlerken. —Bazen kabuslar görüyor.
Maria şefkatle gülümsedi. Çocuklar her zaman onun zayıf noktası olmuştu.
Efe’yi ilk gördüğünde, göğsünde bir şey kıpırdadı. Çocuğun bal rengi gözleri ve çekingen bir gülümsemesi vardı. Ona birini hatırlatıyordu ama kim olduğunu çıkaramadı.
—Merhaba, teyze— dedi küçük çocuk, peluş oyuncağına sarılarak.
—Bana Maria de, canım— dedi kadın.
Ve böylece yumuşak sessizlikler ve küçük jestlerle bir bağ kuruldu. O her sabah kahvaltısını hazırlıyor, akşamları masal okuyor, saçlarını özenle tarıyordu. Bazen Efe uyurken onu izlediğinde, kalbinde açıklanamaz bir sızı hissediyor, sanki kalbi ona unuttuğu bir ismi fısıldıyordu.
Bir gün, kilerde temizlik yaparken, yüksek bir rafta saklanmış bir kutu buldu. İçinde aile fotoğrafları vardı: Selin Hanım, eşi Murat Bey ve küçük Efe. Ama aralarına sıkışmış siyah-beyaz bir fotoğraf daha vardı. Maria titreyen ellerle aldı. Fotoğrafta oğlu Kemal, gülümseyerek genç bir kadınla ve kucağında bir bebekle poz veriyordu. Nefesi kesildi.
—Olamaz…— diye fısıldadı.
O gece uyuyamadı. Ertesi sabah, Efe’ye farklı bir gözle baktı: kaşlarını çatışı, sol yanağındaki gamze… her şey Kemal’in çocukluğuna benziyordu.
“Gerçek olabilir mi?” diye düşündü.
Sonraki günlerde Maria, dikkat çekmeden cevaplar aradı. Konuşmalara kulak kabarttı, fotoğrafları karıştırdı… ta ki bir pazar günü, Murat Bey’e çalışma odasında yardım ederken masanın üzerinde bir doğum belgesi görene kadar.
Baba: Kemal Yılmaz.
Anne: Selin Arslan.
Oğul: Efe Yılmaz.
Dünya başına yıkıldı.
Efe onun torunuydu.
Yirmi yıldır kayıp olan oğlu… yaşıyordu ama onu hiç aramamıştı.
Kalbi ikiye bölündü. Bir yanda, torununu bulmanın tatlı sevinci; diğer yanda unutulmuş olmanın derin acısı. Susmaya karar verdi. Eğer oğlu onu istemediyse, mutlaka bir nedeni vardı.
Ama kader başka planlar yapmıştı.
Bir gün Efe hastalandı. Yüksek ateş, kusma, hastane. Selin Hanım iş seyahatindeydi, Murat Bey ne yapacağını bilemiyordu. Maria hemen harekete geçti; çocuğu kucağına aldı, acile götürdü ve bir an bile yanından ayrılmadı. Doktorlar aile bilgisi istediğinde Murat Bey kimliği bulamadı.
—Onu iyi tanıyorum, ben onun büyükannesiyim— dedi Maria istemsizce, sonra hemen sustu.
Murat Bey şaşkınlıkla baktı.
—Ne dediniz?
Maria sustu, ama gözleri her şeyi anlattı.
Çantasından gizlice sakladığı fotoğrafı çıkarıp gösterdi.
—Bu… Kemal— dedi Murat Bey yavaşça. —Kayınbiraderim…
Maria gözyaşları içinde başını salladı.
—O benim oğlum. Efe… benim torunum.
Selin Hanım döndüğünde, Murat Bey her şeyi anlattı. Kadın önce öfkelendi, kafası karıştı. Ama o gece Maria’yı Efe’nin başucunda, elini tutarken görünce kalbinde bir şey değişti. Orada gerçek, koşulsuz bir sevgi vardı.
Birkaç gün sonra, Efe iyileştiğinde, Selin Hanım Maria’yı salona davet etti. Kahve ikram etti ve titreyen bir sesle dedi:
—Kemal bana annesinden pek bahsetmedi. Acı çektiğini söylemişti.
—Ben de— dedi Maria, gözyaşlarıyla— onu kaybettiğim için her gün acı çektim.
Selin Hanım elini tuttu.
—Eğer o burada değilse, en azından Efe’nin bir büyükannesi olacak.
Maria ağlamaya başladı. Yıllarca yalnızlıktan sonra hayat ona ikinci bir şans vermişti.
Zamanla Maria artık sadece ev işçisi değil, o evin vazgeçilmez parçası, kek yapan, hikâye anlatan sevgi dolu büyükannesi oldu. Efe ona tapıyordu, Selin Hanım da onu aileden biri olarak görmeye başlamıştı.
Bir ilkbahar öğleden sonrası, bahçede oynarken Efe koştu ve dedi:
—Büyükanne, babam küçükkken başka bir hikâye anlatır mısın?
Maria gülümsedi, gökyüzüne bakarak:
—Tabii ki, canım. Ama bu sefer sonu mutlu bir hikâye anlatacağım.
Ve böylece, kahkahalar ve anılar arasında, geçmiş yavaşça iyileşmeye başladı; sonunda kapanmayı öğrenen bir yara gibi.