Zengin Bir Adamla İlgilenen Hemşire… Ama Gerçek Mirasçı O’ydu

Zengin Bir Adamla İlgilenen Hemşire… Ama Gerçek Mirasçı O’ydu

İstanbul’un en özel hastanelerinden biri sessizlik ve antiseptik kokusuyla doluydu.
Elif, gece vardiyasındaki hemşire, yaşlı hastasının yastığını düzeltti.
Odayı dolduran makinelerin sesi, bir ömrün yavaşça sönüşünü fısıldıyordu.

Yatağın üzerindeki adam, Kemal Demirağ — Türkiye’nin en eski holdinglerinden birinin sahibi — artık konuşmakta zorlanıyordu.
Yanında çocukları ve avukatları bekliyordu: yaşlı adam vasiyetini imzalayacaktı.
Kimse, sessizce görevini yapan o genç hemşireye dikkat etmiyordu.
Ama Elif’in gözlerinde, kelimelere sığmayan bir bilgelik vardı.

Her sabah güneş doğmadan önce gelir, serumunu değiştirir, alnındaki teri silerdi.
Diğerleri onu “yaşlı bir müşteri” gibi görürken, Elif onu bir insan olarak dinlerdi.
Kemal Bey bazen geçmişinden bahsederdi:
Kaybettiği dostlardan, para yüzünden bozulan ilişkilerden ve bir kadından…
Sevmekten korktuğu, ama asla unutamadığı o kadından.

Bir gece sordu:
— Sence para, affı satın alabilir mi?
Elif başını eğdi:
— Hayır efendim. Affı ancak gurursuzca geçmişe bakabilen kazanır.

Yaşlı adam hafifçe gülümsedi.
— O hâlde, belki hâlâ vaktim vardır.

Oğulları ve kızı, Elif’in babalarına bu kadar yakın olmasından rahatsızdı.
— Bu hemşire kendini aileden sanıyor! — dedi büyük kızı Aslı.
— Babam her zaman fakirlere acır, sonra da kandırılır — diye ekledi Mert.

Elif tüm bu sözleri duymuştu.
Ama gitmedi.
İçinde bir ses, “burada kalmalısın” diyordu.

Bir gün, hastanın odasındaki çekmeceleri düzenlerken eski bir kutu buldu.
İçinde, bir kadınla küçük bir kızın fotoğrafı vardı.
Kadının gözleri… tıpkı kendisininkiydi.
Arkasında neredeyse silinmiş bir yazı:
“Küçük Elif’ime… Bir gün beni affet.”

Kalbi hızla çarpmaya başladı.
Annesi bir zamanlar büyük bir evde çalıştığını, kızının babasının zengin ama korkak biri olduğunu söylemişti.
Ama isim hiç vermemişti…
Ta ki o ana kadar.

O gece, Kemal Bey uyandığında fotoğrafı gösterdi.
— Bu kadın kim?
Yaşlı adam uzun süre sustu.
Sonra titrek sesiyle fısıldadı:
— Annen.
— O hâlde… siz…
— Evet, Elif. Ben o korkağım.

Hemşirenin gözlerinden yaşlar süzüldü.
Onu affetmeli miydi, bilmiyordu.
Adam elini uzattı:
— Seni yıllarca aradım. Burada çalıştığını öğrendiğimde, kader bana son bir şans verdiğini anladım.

Birkaç hafta sonra, Kemal Demirağ öldü.
Avukatlar siyah takım elbiseleriyle geldiler.
Aslı ve Mert en önde oturuyordu, serveti paylaşmaya hazır.

Noter vasiyeti okudu:

“Tüm servetimi, şirketlerimi ve mülklerimi, bana gerçek bir evlat gibi bakan kızım Elif Demirağ’a bırakıyorum.”

Salon sessizliğe gömüldü.
Aslı ayağa fırladı:
— Bu bir şaka olmalı! Bir hemşireye mi miras bırakılır?
Ama belge resmîydi. Her şey tastikti.

Elif yalnızca başını eğdi:
— Ben sadece görevimi yaptım. Siz babanızı değil, sadece parasını sevdiniz.

Aylar sonra, Demirağ Konağı hâlâ görkemliydi ama artık taze ekmek ve çiçek kokuyordu.
Elif konağı, geliri olmayan yaşlılara ücretsiz bakım evi hâline getirdi.
Her odanın kapısında bir kelime yazılıydı: “Onur”, “Umut”, “Hatıra”.

Bir gazeteci sordu:
— Serveti neden kendinize saklamadınız?
Elif gülümsedi:
— Çünkü para, sadece bedeni değil kalbi de iyileştirdiğinde anlam kazanır.

Ve İstanbul sabahına güneş doğarken, adaletin de kadın bir ismi vardı artık.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News