“Zihnini Boşalt” — İçsel Sükûnetin Peşinde
Yüksek dağlarla çevrili, sislerin sabahları vadilere hafifçe yayılıp akşamüstü yeniden çekildiği küçük bir köy vardı. Issızlığa ve doğaya çok yakın, insan sesinin az duyulduğu, kuş cıvıltılarının sessizliği selamladığı böyle bir köyde, Marco adında 24 yaşında genç bir adam yaşardı.
Marco’nun hatıraları ağırdı; geleceğe dair endişeleri yük gibi omuzlarındaydı. Gündüzleri zihninde sayısız düşünce dolaşır, akşamları yatakta uyku bulamazdı. Gece-gündüz içsel fırtınalarla mücadele eder, huzur nedir unutur hale gelmişti. Ne kadar istese de geçmişin pişmanlıkları, geleceğin belirsizlikleri zihnine hükmediyordu. Gülümsediğini çok nadir hissetti; sabahları uyanmak ağır gelirdi.
Bir gün, köyünün yaşlılarından biri, Marco’ya dağların ötesinde bir köyde yaşayan bilgili bir adamdan söz etti. Bu adam, bir zamanlar şehirde psikologdu, birçok insana yardım etmişti. Ama artık şehirlerin hengâmesinden uzaklaşmış, doğanın sessizliğinde yaşamayı seçmişti. Kimi zaman gelen ziyaretçilere öğüt veriyor, ruhlarını onarmalarına yardım ediyordu.
Marco’nun içine umut ışığı doğdu. Belki de bu bilge adam ona huzurun anahtarını gösterebilirdi. Kararını verdi: köyünden ayrılıp, dağların ardındaki o köye gidecekti. Yolda zorluklar, dik patikalar, yorucu yollar onu bekliyordu ama çaresizlikle, huzursuzlukla yaşamak artık çekilmezdi.
Günler süren yürüyüşün ardından Marco nihayet dağ köyüne ulaştı. Göz alabildiğine yeşilin tonlarına kucak açan tepeler arasında, küçük bir ev sessizce öylece duruyordu. Ev, sarmaşıklarla örtülmüştü; kapı önünde yaşlı adam, gözleri kapalı şekilde oturuyordu. Etraf sessizdi; atmosfer sanki zamanın ağır aktığı bir âna hapsolmuş gibiydi.
Marco ağır adımlarla yaklaştı ve usulca seslendi:
“Dede, zihnim çok huzursuz, düşünceler durmuyor. İçimdeki fırtınayı susturamıyorum. Bana yardım eder misin?”
Yaşlı adam bir süre sessiz kaldı; sonra gözlerini yavaşça açtı, derin bir gülümseme belirdi yüzünde.
“Sen huzur mu arıyorsun?” dedi sakin bir sesle. “O zaman gel, senin için küçük bir görev hazırladım.”
Marco meraklandı. Yaşlı adam onu evin bahçesine götürdü. Orada, tertemiz bir su dolu bardak duruyordu — dolu taştan, sanki en ufak bir sarsıntıda taşacakmış gibi. Yaşlı adam, o bardağı Marco’ya uzattı ve söyle dedi:
“Bu bardağı al ve köyün kenarına kadar yürüyüp tekrar buraya gel. Ama unutma: bir damlası bile dökülmemeli.”
Marco şaşırdı; “Ama beni bekleyen tehlikeler, engeller var…” diye içinden geçirdi. Ancak huzur arzusuyla doluydu; görevini kabul etti. Bardak dikkatle eline aldı. Adımlarını dikkatle attı.
Yol dar ve virajlıydı. Bazı köylüler yürüyordu, çocuklar oynuyordu, köpekler havlıyordu, esnaflar bağırarak mal satmaya çalışıyordu. Tüm bunlar sanki çevresinde bir gürültü duvarı gibi yükseliyordu. Ama Marco, gözlerini bardağın içindeki suya dikti; çevresine bakmadı, adım adım ilerledi.
İlerledikçe kalp atışları hızlandı. Bir ayağı taşa takılacakmış gibi hissetti, rüzgâr bir yandan saçlarını savuruyordu. Ama aklı hâlâ suya odaklıydı. Kimseyle göz göze gelmedi, sesleri duymadı. Sadece suyu korumaya çalıştı.
Sonunda geri döndü. Bardağı hâlâ dolu olarak yaşlı adamın önüne koydu.
“Başardım, bir damla bile dökmedim,” dedi gururla.
Yaşlı adam başını salladı ve nazikçe sordu:
“Peki, yol kenarındaki çocukları gördün mü? Köpeklerin havlayışını işittin mi?”
Marco şaşkındı: “Hayır, dede. Hiçbirini fark etmedim. Sadece bardağa odaklandım.”
Yaşlı adam derin nefes aldı, yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi:
“İşte sır orada yatıyor. Zihninde hep olup bitenlerle meşguldün: geçmişin gölgeleri, geleceğin tasaları, çevrendeki sesler… Ama şimdi yalnızca bu ‘an’da vardın. Düşüncelerin, korkuların, karmaşalar yoktu. Sadece şimdiki an. Zihin boştu, saftı.”
Marco yavaş yavaş anladı. Huzur dışarıda aranacak bir yer değildi; içeride, zihin sakinleştirildiğinde doğan içsel bir haldi.
“Dede,” dedi başını eğerek, “şimdi anlıyorum. Zihnimi bu âna getirdiğimde, düşünceleri susturduğumda gerçek huzur geliyor.”
Yaşlı adam bir kez daha gülümsedi. Güneş batmak üzereydi; son ışıklar dağların üzerinden vadilere düşüyordu. Kuşlar yuvalarına dönüyordu. Marco, köye doğru yürümeye başladı. Ama artık eskisi gibi değildi. İçinde sessizlik, dinginlik vardı. Artık huzurla yürüyordu — çünkü zihnini boşaltmayı öğrenmişti.
Günler, haftalar geçti. Marco, köyüne döndü. Artık geceleri daha kolay uyuyor, sabahları gülümseyerek kalkıyordu. Zihnindeki fırtınalar artık nadirleşmişti. Hatıralar geçmişte kalıyor, gelecek için endişeleri azalmıştı. Her anı, o günkü bardak sınavını hatırlayarak yaşardı: “Şimdiki ana odaklan, zihnini bu anda tut.”
Ve böylece, Marco’nun yolculuğu tamamlandı — dışarıdan gelen bir bilgeye değil, kendi içsel evine ulaşarak. Çünkü huzur, biz aradığımızda değil, zihnimizi boşalttığımızda ortaya çıkar.