Bekar Baba Kamyonunu Tamir Ediyordu, İkizler Koşup Bağırdı: “Anne Uyanmıyor!” — Sonra Olanlar…
.
.
Bekar Baba Mehmet ve Ormanda Bulduğu Umut
Haziran ayının kavurucu sıcağında, İstanbul ile Ankara arasındaki D100 karayolunun ıssız bir bölümünde Mehmet Yılmaz, 2005 model Toyota Hilux pikabının bozuk motoruyla mücadele ediyordu. Kaputu açmış, ter içinde kalmıştı. Motor aniden durmuş, yeniden çalışmayı reddetmişti. Mehmet, 33 yaşında olmasına rağmen hayatın yükünü omuzlarında taşıyan, yorgun ve kararlı bir adamdı. İnşaat işçisi olarak çalışan Mehmet, kendi elleriyle tamir ettiği eski pikabıyla evine, beş yaşındaki ikiz kızları Elif ve Ayşe’ye ulaşmaya çalışıyordu. Kızlarıyla birlikte krep yapacakları sözünü tutmak istiyordu.
Pikabın kabininde oturan Elif ve Ayşe, sarı çiçekli elbiseleriyle, dizleri yırtık beyaz çoraplarıyla, ellerinde eski oyuncaklarıyla suskun ve yorgun görünüyordu. Klima bozuktu, sıcaklık dayanılmazdı. Mehmet, kızlarının susadığını ve sıkıldığını hissediyordu ama tamiri bitirmek için uğraşıyordu.
Tam o sırada, ormandan gelen çaresiz bir ağlama sesi duydu. Başını kaldırıp baktığında, sarı elbiseli iki küçük kızın, yaklaşık üç-dört yaşlarında özdeş ikizlerin, çıplak ayaklarıyla yırtık elbiseleri içinde ormandan koşarak geldiğini gördü. Gözleri yaşlı, yüzleri kirliydi. Mehmet donakaldı. Kızlar ona doğru gelerek, titreyerek ve ağlayarak bağırdılar: “Abi, anne uyanmıyor!” Mehmet kalbi hızla çarparak anahtarı bıraktı ve kızların yanına koştu.
Kızlar, Mehmet’i ormanın derinliklerine doğru çektiler. Yaklaşık 200 metre ileride, mavi renkli bir Ford Focus’un kalın bir ağaca çarptığını gördü. Aracın ön kısmı ezilmiş, kaputu kalkmış, motorundan buhar çıkıyordu. Ön cam çatlamış ama kırılmamıştı. Direksiyonda, yanlara sarkmış bir kadın vardı. Yüzü solgun, uzun koyu saçları kanla kaplıydı. Gözleri kapalıydı ama nefes alıyordu.

Mehmet arabanın kapısını açmaya çalıştı; sürücü kapısı bükülmüştü ve açılmıyordu. Hemen yolcu kapısına yöneldi ve açtı. Kadının nabzını kontrol etti; zayıf ve düzensizdi ama vardı. “Hanımefendi, beni duyuyor musunuz?” diye bağırdı. Kadın bilinçsizdi. Arkada ise iki küçük kız el ele tutuşmuş, ağlıyordu. Mehmet onlara annelerinin ne kadar süredir uyanmadığını sordu. “Bilmiyoruz, uzun zamandır,” diye hıçkırarak cevap verdiler.
Durumu fark eden Mehmet, hızlıca kadını araçtan çıkarıp, başını destekleyerek yere yatırdı. Kanayan bir yarası vardı, gömleğini çıkarıp baskı uyguladı. Kızlara sakin olmalarını söyledi ve onları arabaya geri götürdü. Kendi kızları Elif ve Ayşe pencerenin dışında meraklı ve korkmuş gözlerle izliyorlardı.
Ayşe’yi ön koltuğa dikkatlice yatırdı, emniyet kemerini taktı ve başını destekledi. Arkada ise Elif, Zeynep ve Fatma sessizce oturuyorlardı. Mehmet motoru çalıştırmaya çalıştı. Üç kez uğraştıktan sonra motor çalıştı ve hızla İstanbul yönüne doğru yola çıktı.
Yol boyunca Ayşe’nin nefes alışını kontrol etti. Bazen zayıf iniltiler çıkarıyor, başı yana düşüyordu. Mehmet birkaç dakikada bir nabzını yokladı. Arkadaki dört kız ise sessizce birbirlerine sarılmış, gözyaşlarını siliyorlardı. Elif, Fatma’ya “Ağlama, babam iyidir, annenize yardım edecek,” diye fısıldadı. Bu basit çocukça teselli, Mehmet’in boğazında düğümlenmiş bir şeyin çözülmesine neden oldu.
Pendik Devlet Hastanesi’ne vardığında, Mehmet ambulans sirenleri olmadan ama acil ikaz ışıklarıyla hızla giriş yaptı. Ayşe’yi sedyeye nazikçe yatırdı ve doktorlara teslim etti. Doktor, Mehmet’e durumun ciddi olduğunu, beyninde hafif kanama ve kaburgalarında kırıklar olduğunu söyledi. Ama hayatta kalacağını ekledi. Mehmet derin bir nefes aldı, dua etmişti.
Hastanede beklerken, Ayşe’nin annesi Ayşe Demir ile tanıştı. Ayşe, eski bir anaokulu öğretmeniydi ve üç yıl önce boşanmıştı. Kızları Zeynep ve Fatma ile yalnız yaşıyordu. Mehmet ise kendi hikayesini anlattı; beş yaşındaki ikiz kızları Elif ve Ayşe’nin annesini kaybetmişti. İki adam da hayatın zorluklarıyla mücadele eden, yalnız ebeveynlerdi.
Günler geçtikçe Mehmet, hastaneye düzenli olarak gelmeye başladı. Kızlarla oynadı, onlara ev yapımı yiyecekler getirdi. Ayşe ve Mehmet arasında yavaş yavaş bir dostluk ve güven gelişti. Kızlar artık daha neşeliydi; birlikte oyun parklarına, hayvanat bahçesine gittiler. Mehmet, kızlarının gülüşlerinde yeni bir umut buldu.
Bir gün Emirgan Korusu’nda otururken Ayşe, Mehmet’e “Hiç tekrar biriyle birlikte olmayı düşündün mü?” diye sordu. Mehmet tereddüt etti, çünkü önceki eşi Aylin’e karşı sadakatsizlik hissediyordu. Ama Ayşe, “O senin mutluluğunu isterdi,” dedi. Mehmet içindeki korku ve arzuyu fark etti ve “Neden olmasın?” diye cevap verdi.
Birkaç ay içinde Mehmet ve Ayşe, yavaş yavaş hayatlarını birleştirmeye başladılar. Bir yıl sonra, küçük ve samimi bir törenle Pendik’te evlendiler. Ayşe, Mehmet’in evine taşındı. Dört kız kardeş iki odada birlikte oynayıp uyuyordu. Mehmet sonunda gerçek bir ev ve aileye sahip olduğunu hissetti.
Hayat bazen zorlayıcıdır, bazen acı verir, ama bazen de beklenmedik anlarda umut ve mutluluk getirir. Mehmet’in ormanda bulduğu o iki küçük kız ve yaralı kadın, sadece bir hayat kurtarmadı; kendi hayatını da değiştirdi. Onlar sayesinde yalnızlık sona erdi, sevgi ve aile yeniden doğdu.
Bu hikaye, insanın dayanma gücünü, umudu ve beklenmedik anlarda hayatın nasıl değişebileceğini anlatıyor. Mehmet ve Ayşe’nin hikayesi, zor zamanlarda bile insanlığın ve sevginin gücünü gösteriyor. Eğer bu hikaye sizi etkilediyse, paylaşmayı ve yorum yapmayı unutmayın.
.