Kışın Gölgesinde: Eliza’nın Umudu

1. Kayıp Bir Kadın
Wyoming’in Bitter Creek kasabasında, Aralık 1882’nin dondurucu bir sabahında Eliza Hartwell dizlerinin üstüne çamura çökmüştü. Kollarında, iki gündür aç olan üç çocuğu titriyordu. Kasabanın bakkalı, Thornton, onlara karla karışık bir tekme savurdu. Bankacının karısı ise gülerek izledi. Kasabanın tüm insanları, bir dulun, çocukları ağlarken, masa altı artıkları için yalvarmasını izliyordu.
Eliza’nın parmakları hissizleşmişti. Ayakları donmuştu. Göğsüne yasladığı Grace’in hafifliği, açlığın acı bir hatırlatıcısıydı. Dört yaşındaki Grace, bir hayalet kadar hafifti. Dün yemek yoktu, ondan önceki gün de yoktu. Eliza, günleri saymayı bırakalı çok olmuştu.
Benjamin’in sesi çatladı: “Anne, eve gidelim mi?” On iki yaşında, cesur olmaya çalışan bir çocuk. “Ev” kelimesi artık bir anlam taşımıyordu. Ev, rafları boş, ateşi yanmayan bir kulübeydi. Ev, Samuel’in beş ay önce öldüğü yerdi; boynu kırılmıştı, o lanetli at tarafından yere fırlatıldığında. Eliza, üç çocuk ve ödeyemeyeceği borçlarla tek başına kalmıştı.
Bir saat boyunca Thornton’ın bakkalının önünde beklediler. Eliza, içeride Margaret Thornton’ın zengin müşterilere paketler hazırlamasını izledi. Bankacının karısı Mrs. Blackwood’la sohbetlerini, sıcak ışığı ve dolu rafları izlerken, göğsünde bir şeyin daha kırıldığını hissetti.
Clara, dokuz yaşında, Samuel’in kara gözleriyle her şeyi anlıyordu. “Anne, çok üşüdüm.” Eliza, “Biliyorum, tatlım,” dedi. Kapı açıldı. Eliza, kendini dikleştirdi, gururlu görünmeye çalıştı. Bir dul, bir dilenci, gururunu ve seçeneklerini yitirmiş bir kadın…
Margaret, kapıda dikildi. Kolları göğsünde, büyük bir kadın, küçük bir kalple. “Dün söyledim, daha fazla veresiye yok. Kocanın borçları kapandı ama sende hiçbir şey kalmadı. Hiçbir şey.”
Eliza’nın sesi kırıldı. “Çok bir şey istemiyorum. Biraz un, belki fasulye. Çalışırım, temizlerim, dikerim…” Margaret, “Gidebilirsin,” dedi. Sesi kasabanın karşısına kadar ulaştı. İnsanlar durdu, izledi. “Yardım edemeyen kadınlara hayır kurumu işletmiyorum.”
Eliza’nın yüzü, soğuktan değil, utançtan yandı. “Çocuklarım iki gündür aç…” Margaret, “Benim sorunum değil,” dedi ve kapıyı kapatmaya başladı.
Benjamin öne çıktı. “Lütfen hanımefendi, kız kardeşlerim aç. Her şeyi yaparız. Odun keserim, su taşırım. Lütfen…” Margaret’in yüzü sertleşti. “Anneniz, sizi beslemeyi düşünmeliydi, babanızdan kalan her kuruşu harcamadan önce.”
Hepsi yalan. Samuel sadece borç bırakmıştı. At, kulübe, arazi; hepsi Victor Blackwood’un bankasına rehinliydi. Eliza, Samuel’in eyerini, silahlarını, annesinin gümüşlerini satmıştı. Yine de yetmemişti. Para yoktu. “Samuel öldü, borçlu gitti. Elimden geleni yapıyorum ama…”
Mrs. Blackwood, kürkler içinde, “Burada hayatta kalamayanlar doğuya gitmeli, aile bulmalı, bu toprakları yönetebilenlere bırakmalı,” dedi. Clara, hafif bir inleme çıkardı. Grace, Eliza’nın göğsünde ağlamaya başladı. “Doğuda ailem yok. Burası bizim evimiz.” Eliza, “Samuel burayı inşa etti,” dedi. Margaret, “Samuel öldü. Sen de bu çocukları inatla aşağıya çekiyorsun,” diye cevapladı.
Benjamin’in elleri yumruk oldu. “Babam hakkında konuşma!” Eliza, oğlunun kolunu tuttu. “Yapma!” Ama Benjamin, gözyaşlarıyla dolu yüzünü yukarı kaldırdı. “Yalan söylüyorlar anne. Sen hiçbir şey harcamadın. Her şeyi sattın. Herkes biliyor, babam borçla öldü. Onlar sadece…” Bir taş Benjamin’in ayaklarının dibine düştü. Eliza başını kaldırdı. Karşıda, elinde taşlarla gülümseyen demircinin oğlu. “Dilenci çocuk! Sen ve dilenci annen kasabayı terk edin!”
Bir başka taş daha yakına düştü. Eliza çocuklarının önüne geçti. “O sadece bir çocuk!” Bir kadın, “Tamamen zavallı,” dedi. “Çocukları soğukta dilendiriyorsun. Hiç utanmıyor musun?” Gülüşmeler, daha fazla insan toplandı. Eliza, onların bakışlarının ağırlığını, merhametsizliğini hissetti. “Lütfen. Birisi… Ne olur. Çalışırım, öderim. Sadece…” Grace ağlamaya başladı. Eliza’nın dizleri çöktü. Düşmek istememişti, vücudu artık onu dinlemiyordu. Çamur eteğini ıslattı. Grace hâlâ göğsünde, Benjamin ve Clara onu kaldırmaya çalışıyordu.
“Mama, lütfen kalk!” Benjamin’in sesi tamamen kırıldı. Birisi güldü. Eliza, gri gökyüzü ve çocuklarının korkulu yüzünden başka bir şey göremedi. Burası sondu. Hızlı değil, merhametli değil; yavaş, soğuk, açlıkla sokakta öleceklerdi, kasaba izlerken.
2. Bir Yabancının Gölgesi
Pathetic, Mrs. Blackwood tekrar söyledi. Tam o anda, bir gölge üzerlerine düştü. Eliza yukarı baktı. Uzun boylu, geniş omuzlu bir adam, uzun bir palto ve alçak bir şapka. Yüzünü tam seçemedi, ama çenesinin sert hattı ve gözlerindeki bir şey nefesini kesti. Adam konuşmadı, sadece kasaba ile Eliza’nın ailesi arasında bir duvar gibi durdu.
“Yoluna devam et, yabancı,” dedi Margaret. Sesi eskisi kadar kendinden emin değildi. Adam başını yavaşça çevirdi. “Hanımefendi, o cümlenizi tekrar düşünmenizi öneririm.” Sesi sertti, tehdit etmeyen ama geri adım atmayan türden. “Yoluna devam et,” dedi Margaret tekrar. “Burası benim dükkânım, benim mülküm. Bu kadını ve çocuklarını kovmak istiyorsam, kendim yaparım.” Adamın eli beline gitti, silahını çekmeden, sadece dinlenerek. Mesaj açıktı. “Beni kovmak istiyorsanız, hanımefendi, bir sorununuz olacak.”
Sessizlik. Eliza, kendi kalp atışlarını, Grace’in ağlamasını, Benjamin’in nefesini duyabiliyordu. Adam bir adım öne çıktı. “Başka söylemek isteyen var mı? Bu kadın ve çocukları hakkında fikrini paylaşmak isteyen?”
Kimse konuşmadı.
Adam döndü, Eliza ilk kez yüzünü net gördü. Otuz yaşında, belki daha yaşlı. Zor yıllar, sert topraklar. Ama gözleri… Yumuşak değil, dikkatli, çocukları daha fazla korkutmamak için çabalayan bir adamın gözleri. Eğildi, Eliza’nın seviyesine indi. “Kalkabilir misiniz?” Eliza denedi, başaramadı. Benjamin ve Clara arkadan itti, adam kolunu nazikçe tuttu, öyle nazikti ki Eliza neredeyse ağlayacaktı. Onu kaldırdı.
“Teşekkür ederim,” diye fısıldadı Eliza. “Ama bunu yapmamalıydınız.” Adam çocuklara bakıyordu. “Ne zamandır yemek yemediler?” İtiraf acı verdi. “İki gün, belki üç. Zamanı kaybediyorum.” Adamın çenesi sıkıldı. Margaret’e döndü. “Hanımefendi, erzak lazım. Un, tuz, fasulye, pastırma, kahve. Hemen.” Margaret, “Kapalıyız,” dedi. Adamın sesi daha da düştü. “Bu bir rica değildi.” Margaret içeri girdi.
Eliza konuşmaya çalıştı. “Size ödeyemem. Param yok. Hiçbir şeyim yok.” Adam, “Ödeme istemedim. Ayağa kalkıp çocukları sıcak tutmanı istedim, erzak gelene kadar.” “Neden?” diye sordu Eliza. “Bizi tanımıyorsunuz. Neden?” Adam cevapladı: “Çünkü doğru olan bu. Bir kadının ve çocuklarının aç kalmasını izlemek, hayal edebileceğim en kötü şey. Ben de aç kaldım, hanımefendi. Nasıl göründüğünü biliyorum.”
Margaret, paketlerle geri döndü, göz göze gelmeden adamın ayaklarına bıraktı. Adam paketleri aldı, Eliza’ya döndü. “Kulübeniz nerede?” “İki mil doğuda. Ama alamam…” “Alacaksınız.” Paketleri Benjamin’e verdi. “Oğlum, taşıyabilir misin?” Benjamin başını salladı. “Güzel. Sen önden git, ben atımla takip edeceğim.” Eliza titriyordu. “Adınızı söyleyin bari.” “Nate. Nathaniel Cross. Ama Nate yeterli.”
Eliza, adını tekrarladı. “Eliza Hartwell. Bunlar çocuklarım. Benjamin, Clara, Grace.” Adam hepsine başını salladı. “Sizi eve götürelim, çocuklarınız donmadan.”
3. Eve Dönüş
İki mil, yirmi gibi geldi. Grace, Eliza’nın omzunda uyudu. Clara iki kez tökezledi. Benjamin, paketleri altın gibi taşıdı. Nate yanlarında yürüdü, az konuştu, tempoyu korudu. Atı, binicisi kadar yorgun görünüyordu. Kulübe göründüğünde, Eliza yine utandı. “Çok bir şey değil,” dedi. “Ev işte.” Nate, “Yeterli,” dedi.
İçerisi dışarıdan pek sıcak değildi. Ateş saatler önce sönmüştü. Nate, “Baltan var mı?” diye sordu. Eliza, “Arka tarafta,” dedi. “Daha fazlasını yapmanıza gerek yok.” Nate, “En son ne zaman yemek yedin?” Eliza cevap veremedi. “Öyleyse otur. Benjamin, bana yardım et. Clara, annenle sobayı yak. Grace, hareket etme.”
Çocuklar, ilk kez emir aldı, yapılacak bir şeyleri vardı. Benjamin, Nate ile dışarı çıktı. Clara, soba için çıra topladı. Grace, sallanan sandalyede oturdu. Eliza, gözyaşlarını tutamadı. Hem öfke, hem minnet, hem korku…
Clara, “Kalacak mı?” diye sordu. “Bilmiyorum, tatlım. Umarım kalır.” Dışarıda baltanın sesi, düzenli ve kararlı. Eliza pencereden izledi. Nate, baltayı ustalıkla sallıyor, Benjamin odunları istifliyordu. Adam, hareketlerinde hiç boşluk bırakmıyordu. Benjamin, her hareketi ezberlemeye çalışıyordu.
Yirmi dakika sonra içeri geldiler, kolları odun dolu. Benjamin ateşi yakarken, Nate erzakları açtı. “Tenceren var mı?” Eliza, “Var,” dedi, sesini bulmuştu. “Yemek yapabilirim.” Nate, “En son ne zaman yemek pişirdin?” Sessizlik. “Otur. Ben hallederim.”
4. Bir Sofra ve Bir Söz
Eliza, “Yardımınız için minnettarım ama kendi çocuklarıma yemek pişirebilirim,” dedi. Nate ona baktı. “Biliyorum. Ama bu gece dinlen. Birkaç saatliğine yükü başkasına bırak.” Eliza ağladı. Nate, fasulye ve pastırma pişirdi, kahve yaptı. Benjamin, kolunu annesinin omzuna koydu. “Her şey düzelecek, anne.”
Eliza, “Özür dilerim. Daha iyi olmalıydım. Sizi korumalıydım,” dedi. Clara, “Her şeyi yaptın, anne. Senin suçun değil,” dedi. Nate, “Sokakta ne dediklerini duydum. Hiçbiri doğru değil,” dedi.
Eliza, “Beni tanımıyorsun,” dedi. Nate, “Her şeyini satıp çocuklarını doyurmaya çalışan bir kadın tanıyorum. Gururunu çocuklarının hayatından daha az önemseyen bir kadın tanıyorum. Çoğu erkeği kıracak bir yükü taşıyan ama hâlâ ayakta olan bir kadın tanıyorum. Ve bu yeterli.”
Yemek hazırdı. Çocuklar, kaselerine saldırdı. Eliza, yavaş yemelerini söylemek istedi ama Nate başını salladı. “Bırak yesinler. Açlık, görgüye bakmaz.” Eliza yedi, her lokma kurtuluş gibi geldi. Nate, ayakta, çocukları izledi; sanki gerçek olduklarından emin olmaya çalışıyordu.
Grace, sandalyeden inip Nate’in yanına gitti. “Teşekkür ederim,” dedi. Nate eğildi, göz hizasına indi. “Rica ederim, küçük hanım.” “Gidecek misin?” Eliza nefesini tuttu. “Bilmiyorum, belki, belki değil.” “Gitmeni istemiyorum,” dedi Grace. “Kötü şeyler, insanlar gidince olur.” Nate’in yüzünde eski bir acı belirdi. “Biliyorum tatlım. Kötü şeyler olur.” “O zaman kal,” dedi Grace. Dört yaşında bir mantık. Sadece kal.
5. Bir Teklif ve Bir Geçmiş
Nate, “Sana bir teklif yapmak istiyorum,” dedi. “Teklif mi?” Eliza’nın kalbi hızlandı. “Benim işe ihtiyacım var. Senin yardıma ihtiyacın var. Birbirimize yardımcı olabiliriz. Kulübeyi tamir ederim, çitleri onarırım, kışı geçirmeni sağlarım. Karşılığında yatacak yer ve yemek. Para değil, iş ve yemek. Adil takas.”
Eliza, “Neden?” diye sordu. “Gerçekten neden?” Nate uzun süre sustu. “Dört yıl önce bir hata yaptım. Bir çocuk öldü. Doğrudan değil, ama karmaşık… O günden beri o yükü taşıyorum. Hep kaçtım. Şimdi, senin çocuklarının aç kalmasını engelleyebilirim. Onlara odun, sağlam bir çatı verebilirim. Belki bu, doğruyu yapmaya başlamak için yeterlidir.”
Eliza anladı. Nate onu kurtarmıyordu, kendini kurtarıyordu. “Bir ay,” dedi Eliza. “Bir ay deneriz. Olmazsa, gidersin. Hiçbir sorun yok.” “Ahırda yatacaksın. Evde değil.” “Evet, hanımefendi.” “Çocuklarım sana Mr. Cross diyecek. Nate değil, ben izin verene kadar.” “Evet, hanımefendi.” Eliza elini uzattı. “Bir ay, Mr. Cross.” Nate elini sıktı. “Bir ay, Mrs. Hartwell.”
6. Yeniden Başlamak
O gece, Eliza sandalyesine gömüldü. Çocukları tok, kulübe sıcak, bir yabancı ahırda… Dışarıda kar tekrar yağmaya başladı. Ama Eliza ilk kez kıştan korkmuyordu. Umut etmekten korkuyordu.
Şafak gri ve soğuk geldi. Eliza, çekiç sesine uyandı. Nate, çatıyı onarıyordu. Benjamin camdan izliyordu. “Çivileri çakıyor, anne. Sabahın köründen beri orada.” Eliza, Samuel’in eski paltosuna sarındı. “Çok soğuk, çok tehlikeli.” Benjamin, “Ne yaptığını biliyor. Hareketlerine bak anne, bunu daha önce yapmış.”
Eliza pencereye gitti. Nate, çatıda, gövdesindeki kaslar çalışırken yeni kiremitleri çakıyordu. “Donacak orada.” Benjamin, “Kendi malzemelerini getirmiş. Dün satın almış olmalı. Kendi parasıyla…”
Eliza, “Karşılığını ödeyemeyiz,” dedi. Clara, “İstemedi ki. İşte onu farklı yapan bu,” dedi. Nate, işini bitirince el salladı. Benjamin heyecanla karşılık verdi. Clara, Grace’in elini salladı. Eliza, “Kahvaltı yapmalıyım. Gerçek yiyeceğimiz var artık.”
7. Kasaba ve İş
Eliza, Chen’in dükkânında çalışmaya başladı. Ruth ve Edward, ona iş teklif etti. Üç gün, haftada üç dolar. Eliza, kendine ait bir gelir elde etti. Nate, kulübeyi onardı, çitleri tamir etti, Benjamin’e iş öğretti. Clara, ev işlerine yardım etti. Grace, Nate’in dizine oturdu, “Gitmeni istemiyorum,” dedi.
Bir gün Ruth, “Nate Cross, eskiden Teksas’ta şerif yardımcısıymış,” dedi. “Dört yıl önce bir olaydan sonra kasabadan ayrılmış.” Eliza, Nate’in geçmişini düşündü. O akşam, Nate’e sordu. Nate, “Bir hata yaptım. Bir adamı vurdum. O adamın silahı boşmuş. Çocukları yetim kaldı. O günden beri kaçıyorum,” dedi.
Eliza, “Senin suçun değil,” dedi. “Sen işini yaptın. Ama burada, bizimle, yeni bir hayat kurabilirsin.” Nate, “Bir ay,” dedi. “Bir ay sonra karar veririz.”
8. Tehditler ve Direniş
Victor Blackwood, Eliza’ya araziyi satması için baskı yapmaya başladı. Eliza, reddetti. Nate, “Birlikte savaşırız,” dedi. Marshall Stone, “Blackwood sahte suçlamalarla seni mahkemeye çağırıyor,” dedi. “Gitme, burada kal, kasaba görsün.” Eliza, “Korkmuyorum,” dedi.
Jack Hollis, Nate’in peşindeydi. Nate, “Sizi koruyacağım,” dedi. Eliza, “Çocuklarıma zarar gelirse seni asla affetmem,” dedi. Clara, “Birlikte daha güçlüyüz,” dedi.
Kasaba, Eliza’nın etrafında toplandı. Nate, Cheyenne’e gidip Blackwood’un sahtekârlığını ortaya çıkardı. Blackwood tutuklandı. Eliza’nın arazi borcu silindi, kasaba özgürleşti.
9. Aile ve Gelecek
Jack Hollis, Nate’le yüzleşmeye geldi. Nate, “Yaptığımın bedelini ödemeye hazırım, ama Eliza ve çocuklara dokunma,” dedi. Jack, “Kardeşimin çocuklarını eve getirmek için paraya ihtiyacım var,” dedi. Nate, ödül parasını Jack’e vermeyi teklif etti. “İntikam çözüm değil, çocuklara bir gelecek ver,” dedi.
Jack, “Belki artık öfkemi bırakmanın zamanı geldi,” dedi ve kasabadan ayrıldı. Nate, Eliza’ya, “Sonsuza kadar kalmak istiyorum,” dedi. Eliza, “Bunu istiyorum,” dedi. Nate, annesinin yüzüğünü çıkarıp Eliza’ya evlenme teklif etti. Eliza, gözyaşlarıyla kabul etti.
İki hafta sonra, kasabada düğün yaptılar. Ruth ve Edward, Eliza’nın yanında durdu. Marshall Stone, Nate için tanıklık etti. Çocuklar, yeni kıyafetlerle ön sırada oturdu. Kasaba, gerçek bir aile olduklarını kutladı.
10. Sonsuzluk ve Umut
Bahar erken geldi. Nate, iki genç kısrak aldı, bir damızlık ayarladı. Benjamin, Nate’in yanında büyüdü. Clara, muhasebe işini öğrendi. Grace, at binmeyi öğrendi. Eliza, Chen’in dükkânında çalıştı. Akşamları verandada oturup gün batımını izlediler. Nate, “Jack Hollis, çocuklarını eve getirdi,” dedi. Eliza, “Senin sayende,” dedi.
Nate, “Seninle yeni bir hayat kurdum,” dedi. Eliza, “Sen bana umut verdin,” dedi. Çocuklar, koralda oynarken, Eliza ve Nate, “Evimiz, ailemiz, her şeyimiz,” dedi.
Yıllar geçti. Benjamin, kasabanın şerif yardımcısı oldu. Clara, muhasebeci oldu. Grace, at eğitmeni oldu. Eliza ve Nate, üç çocuk daha sahibi oldu. Ama en önemlisi, her akşam aynı sofrada, aynı umutla, birlikte oturdular.
Çünkü gerçek aile, zor zamanlarda birbirine tutunan, umut ve sevgiyi paylaşanlardır. Eliza, bir yabancının gölgesinde bulduğu cesaretle, açlıktan, umutsuzluktan, korkudan bir hayat kurdu. Nate, geçmişinin yükünden kurtulup, yeni bir başlangıç yaptı. Ve birlikte, Bitter Creek’in en güzel hikayesini yazdılar.