Motorlu Çeteyle Karşılaşan 90 Yaşındaki Kadın Unutulmaz Bir Hikaye
Emine Teyze, 90 yıl boyunca hayatın sert rüzgarlarına direnmiş, savaşların, acıların ve umutların ortasında var olmuş güçlü bir kadındı. I. Dünya Savaşı’nın kasvetli günlerinde genç bir sahra hemşiresi olarak cephede yaralı askerlerin hayatını kurtarmış, insanlığın en karanlık yüzünü gördüğü kadar, iyileşmenin ve dayanışmanın en parlak anlarına da tanıklık etmişti. Yıllar Emine Hanım’ı yormamış, aksine ona derin bir dayanıklılık kazandırmıştı. Fakat Eskişehir’in küçük, sakin bir köyünde yaşadığı evde karşılaştığı motorlu çete, onun gücünü sonuna kadar sınayacak, unutulmaz bir mücadeleye sürükleyecekti.
Emine Hanım, eşi Ahmet’i yıllar önce kaybetmiş ve çocukları Türkiye’nin dört bir yanına dağılmıştı. Ancak yalnızlığına rağmen bahçesini özenle korur, torunlarından gelen mektuplarla avunur, huzurlu bir hayat sürmeye çalışırdı. Ta ki, Kara Kurtlar adındaki motorlu çetenin köyün dışındaki dağ yoluna yerleşip, onun evine göz dikene kadar.
Kara Kurtlar, aylardır köyün etrafında motorlarıyla gürültü çıkarıyor, insanları rahatsız ediyordu. Önceleri Emine Hanım’ın bahçesine atılan küçük çöpler, geceleri camlarını titreten motor sesleriyle başlayan tacizler, zamanla daha kötüye dönüştü; bira şişeleri bahçesine atıldı, çitine küfürlü yazılar yazıldı. Ancak Emine Hanım, korkmak yerine direncini artırdı.
Bir akşam, bastonuna dayanarak kapısının önüne çıktı ve motorculara seslendi:
“Gençler, yaşlı bir kadını rahatsız etmekten başka işiniz yok mu?”
Sesi titrek değil, aksine sakin ve kararlıydı. Motorcular önce kahkahalarla güldüler. Ardından, kolunda kurt dövmesi olan, sakallı ve iri yarı biri öne çıktı ve tehdit etti:
“Bu ev artık senin gibi birine göre değil. Taşınsan iyi olur.”
Emine Hanım, bunun tesadüf olmadığını biliyordu. Köyde yayılan dedikodulara göre, bir müteahhit o arsayı almak istiyordu; Emine Hanım ise satmaya niyetli değildi. Motorcuların amacı onu korkutup evinden etmektı. Bir akşam iş iyice azdı; motorlarıyla bahçesine girip çiçeklerini ezdiler, çitine daha da ağır küfürler yazdılar. Bu sefer Emine Hanım dayanamadı. Bastonunu sıkıca tutup evine girdi, antika çevirmeli telefonunu aldı ve numarayı titremeden çevirdi.
“Alo, ben Emine. Yardımına ihtiyacım var.”
Telefondaki ses sakindi ama kararlıydı: “Yoldayız.”
Kara Kurtlar bahçeyi talan ederken kahkahalarını duyuyordu ama 20 dakika sonra köyün uzaklarından çok daha güçlü motor sesleri geldi. Sokak devasa motorlarla doldu; hepsinin üzerinde “Demir Yılanlar” armaları vardı. Bu kulüp Türkiye’nin en saygı duyulan motor kulüplerinden biri, sokaklarda dolaşan ama masuma zarar vermeyen, onur ve saygı kanunlarıyla yaşayan adamlardı.
Demir Yılanlar’ın lideri Bozkurt, Emine Hanım’ı yıllar önce cephede yaralayan, onu hayata bağlayan adamdı. Emine Hanım, Bozkurt’a bir söz vermişti: Başına bir şey gelirse, bir telefon yeter. Şimdi o telefon çalmıştı.
Bozkurt motorundan indi, kaskını çıkardı ve Kara Kurtlara sert bir bakış attı:
“Yanlış kişiye bulaştınız.”
Kara Kurtlar kaçmaya çalıştı ama çok geçti. Demir Yılanlar onları çevirmişti. Dakikalar içinde çete dağıldı, motorları ve gururları geride bırakıp kaçtılar. Emine Hanım bastonuyla verandadan indi, Bozkurt’un yanına yürüdü:
“İyi misin Emine teyze?”
“Şimdi daha iyiyim,” dedi gülümseyerek.
O gece kasaba sessizdi. Kara Kurtlar bir daha geri dönmedi. Demir Yılanlar ise arada uğrayıp bir fincan çay içiyor, Emine Hanım’a yalnız olmadığını hissettiriyorlardı. Artık o sadece yaşlı bir kadın değildi; bir aileye sahipti.
Bir gün Emine Hanım çitine bakarken Bozkurt geldi:
“Tekrar gelecekler,” dedi.
“Muhtemelen,” diye başını salladı Bozkurt.
Emine Hanım, yanındaki eski sandığı açtı, yıpranmış deri kaplı bir defter çıkardı.
“Not aldım,” dedi. “Kim ne zaman geldi? Hangi plaka, hangi motor, hangi yoldan?”
Bozkurt gülümsedi:
“Sen rahmetli babaannemi hatırlatıyorsun. O da böyleydi. Akıllı kadındı demek ki.”
“Korkunçtu,” diye güldü Emine Hanım.
Topladıkları bilgilerle Kara Kurtların izini sürdüler. Kasabanın dışında terk edilmiş bir fabrikada saklandıklarını, uyuşturucu ve silah ticareti yaptıklarını ortaya çıkardılar. Bozkurt hemen polisle iletişime geçti.
Bir hafta sonra, gece yarısı Kara Kurtlar geri döndü. Bu sefer intikam peşindeydiler. Sessizce yaklaştılar, ellerinde benzin bidonları ve zincirler vardı. Ancak Emine Hanım pencerede onları bekliyordu. Telefonla Bozkurt’a haber verdi:
“Geldiler.”
“Evden çıkma,” dedi Bozkurt.
Tam çitin yanına geldiklerinde sokak ışıkları gibi farlar yandı. Demir Yılanlar geri dönmüştü. Bu sefer yalnız değillerdi; polis sirenleri de arkalarındaydı. Kara Kurtlar kaçmaya çalıştı ama nafileydi. Hepsi tek tek yakalandı.
Aylar geçti. Kasaba tekrar huzura kavuştu. Kara Kurtlar tutuklandı, kimse Emine Hanım’ın evine yaklaşmadı. Ama zaman herkesi yakalardı. Sonbaharın bir sabahı, Emine teyze bahçede oturuyordu, kalın şalını üzerine almış, elinde Bozkurt’un verdiği gümüş rozet vardı. Yorgundu. Derin bir nefes aldı ve tanıdık numarayı çevirdi.
“Vakit geldi. Geliyorum,” dedi Bozkurt’un sesi.
Kasaba böyle bir cenaze görmemişti. Yüzlerce siyah giysili motorcu, rozetlerini takmış, saygıyla ilerliyordu. En önde Bozkurt vardı. Emine’nin gümüş rozetini yeleğine takmıştı. Mezarlığa gelince kaskını çıkardı, gözleri dolmuştu.
“O bizdendi. Hep de öyle kalacak.”
Demir Yılanlar sözünü tuttu. Her yıl Emine Hanım’ın kapısına bir gümüş rozet bırakıldı, bahçesi bakımlı kaldı, evi korunmaya devam etti. Emine Hanım artık sadece yaşlı bir kadın ya da bir gaziden ibaret değildi. O bir ailenin, bir onurun, asla unutulmayacak bir kahramanlığın sembolüydü.