Karakola Saldıracaklardı — Bordo Bereliler Tuzağı Çoktan Kurmuştu

Sınırda Kurulan Tuzak: 48 Saatlik Geri Sayım
I. Gecenin Gölgesi
Gece saat 01:30… Doğu Anadolu’nun dağlık eteklerinde, çam ağaçlarının arasından on iki kişilik silahlı bir grup ağır adımlarla ilerliyordu. Ay ışığı, sırt çantalarına, otomatik tüfeklerin soğuk namlularına ve patlayıcı yüklü yeleklere takılıp kalıyordu. Yüzleri maskeli, bakışları kararlıydı.
Hedef, buradan sadece beş yüz metre ötedeki 23 Numaralı Sınır Karakoluydu.
Grup lideri, elini havaya kaldırarak durmalarını işaret etti. Ekip, aynı anda yere çömelerek çevreyi dinledi. Lider, kızılötesi dürbününü gözlerine dayadı ve karakolu inceledi. Karakol kulesinde tek bir nöbetçi asker silueti belli oluyor, ana bina ışıkları her zamanki gibi yanıyordu. Her şey normal görünüyordu.
Lider, telsizden kısık bir sesle fısıldadı: “Planlandığı gibi. On beş dakika sonra, taarruz.”
Grup, dört ayrı üç kişilik timlere ayrıldı. Her tim, farklı bir yönden yaklaşıp patlayıcıları duvarlara yerleştirecek, ardından otomatik silahlarla ateş açarak karakolu ele geçirecekti.
Saldırganlar, ellerindeki istihbarata güvenerek karakolda yalnızca on iki askerin görev yaptığını sanıyorlardı. Bu, onlar için “kolay bir operasyon” olmalıydı.
Fakat bilmedikleri bir şey vardı. Karakolun yüz metre kadar kuzeyinde, büyük bir kayalığın arkasına gizlenmiş altı bordo bereli, gece görüş cihazlarıyla yaklaşan her gölgeyi sessizce izliyordu.
Komutan Erkan, 23 yıllık tecrübesinin verdiği soğukkanlılıkla telsizini açtı ve sesi bir fısıltıdan ibaretti: “Tüm timler, hedefler görüş alanında. Kimse hareket etmesin. Bekleyin.”
Güneyde dört, doğuda üç, batıda üç ve kuzeyde Erkan’ın bulunduğu timdeki altı askerle birlikte toplam on altı özel kuvvet askeri, dört yönden saldırganları çembere almıştı. Tuzak kurulmuştu.
Erkan, kolundaki saate baktı. Kalbi düzenli bir ritimde atıyordu. Elleri soğuktu ama nişan aldığı tüfek sabitti. Av değil, avcıydılar. Saldırganlar karakola adım adım yaklaştı. Parmakları tetikte katılaşmış, gözleri hedeflerindeydi. Hiçbiri, etraflarında on altı namlunun kendilerine kilitlendiğini bilmiyordu.
Rüzgar hafifçe esti, ağaç yaprakları hışırdadı. Gece soğuktu ve bu sessizlik, büyük bir patlamaya hazırlanan barut fıçısı gibiydi. Erkan derin bir nefes aldı. “Birazdan,” diye geçirdi içinden. “Birazdan öğrenecekler.”
Ancak bu hikâyenin gerçek başlangıcı, 48 saat önce, Ankara’daki bir istihbarat raporuyla başlamıştı.
II. Ankara: 48 Saat Önce
İki gün önce, öğleden sonra saat 14:00. Ankara’daki Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Genel Müdürlüğü’nde, küçük ve loş bir toplantı odası vardı. Masada sadece iki kişi oturuyordu.
Biri, 40 yaşlarında, 15 yıldır bu işte olan deneyimli istihbarat analisti Ayşe Hanım’dı. Diğeri ise 50 yaşlarında, gri saçlı, operasyon koordinatörü Emre Bey.
Ayşe, elindeki kırmızı klasörlü dosyayı masaya koydu. “Bu sabah muhbirimizden gelen kritik bir istihbarat,” dedi.
Emre dosyayı açtı. İçindeki haritalar, fotoğraflar ve notlar gözlerini irileştirdi. “Saldırı planı mı?” diye sordu şaşkınlıkla.
Ayşe başını sallayarak onayladı. “Doğu sınırımızdaki 23 Numaralı Karakol, iki gün sonra gece yarısı, on iki kişilik bir grup tarafından hedef alınacak.”
Emre, haritaya eğildi. 23 Numaralı Karakol, dağlık bölgede, sınır hattının en hassas noktalarından birinde, on iki askerin görev yaptığı küçücük bir karakoldu. Aileleri, evleri ve çocukları olan on iki can.
“Muhbirin güvenilirliği?” diye sordu Emre.
“Yüzde doksan,” diye yanıtladı Ayşe. “Daha önce verdiği üç bilgi de yüzde yüz doğrulandı.”
Emre, kalemini masaya vurdu. “Karakolu uyarmamız gerek.”
Ayşe ise sakince cevap verdi: “Uyarırsak askerleri çekmek zorunda kalırız. Saldırganlar durumu anlar, kaçar ve başka bir zaman, başka bir yerde tekrar denerler. Bu ağı çökertme şansımızı kaybederiz.”
Emre başını salladı, Ayşe’nin ne demek istediğini anlamıştı. Amaç sadece karakolu korumak değil, saldırganları yakalayıp tüm ağı çökertmekti. “Ne öneriyorsun?”
Ayşe, parmağıyla karakolun çevresindeki tepeleri işaret etti. “Bordo berelileri gizlice konuşlandıralım. Karakoldaki askerler, sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi normal görevlerine devam etsinler. Davranış değişikliği, saldırganların etraftaki gözlemcilerini şüphelendirir. Saldırganlar geldiğinde, pusu kurulmuş olacak.”
Emre, bunun riskli ama aynı zamanda tek etkili plan olduğunu düşündü. Ayağa kalktı, pencereye yöneldi ve Ankara’nın öğleden sonra güneşine baktı. On iki asker, on iki aile… Bir yanlış karar, on iki cenaze demekti. Ama doğru karar, yüzlerce hayat kurtarabilirdi.
Telefonu eline aldı ve Özel Kuvvetler Komutanlığı’na ulaştı. “Komutan Erkan’a bağlanın. Acil.”
III. Özel Kuvvetler: Planlama ve Veda
Aynı günün akşamı, saat 19:00. Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın brifing odasındaydılar. Komutan Erkan’ın başkanlığında sekiz bordo bereli masanın etrafında oturuyordu. Erkan, 43 yaşındaydı. Yüzünde derin çizgiler, gözlerinde ise yılların yorgunluğu ve keskinliği vardı. Yanında, 38 yaşındaki patlayıcı uzmanı Yüzbaşı Deniz ve 35 yaşındaki keskin nişancı Üsteğmen Mehmet vardı. İletişim sorumlusu Çavuş Burak da masadaydı.
Erkan, durumu anlattı: “48 saat sonra 23 Numaralı Karakol’a saldırı. On iki kişilik, silahlı ve patlayıcılı grup.”
Görev netti: Karakolu korumak ve saldırganları sağ ele geçirmek, çünkü onlardan alınacak kritik istihbaratlar vardı.
Mehmet sordu: “Pusu kuruyoruz komutanım?”
“Evet,” dedi Erkan. “Ama dikkatle. Karakoldaki askerler hiçbir şey bilmeyecek. Normal görevde kalacaklar. Bizim görevimiz, etrafta gizlenmek.”
Deniz, “Patlayıcı kullanırlarsa?” diye sordu. Erkan ona baktı. “Deniz, patlayıcıları sen etkisiz hale getireceksin. Sana güveniyorum.”
Harita masaya yayıldı. Karakol, çevresindeki kayalıklar, ağaçlıklar ve tepeler işaretlendi. Erkan, parmağıyla yönleri gösterdi: “Dört tim oluşturacağız: Kuzey, Güney, Doğu ve Batı. Her yön kapatılacak. Saldırganlar geldiklerinde kaçış yolları olmayacak.”
Hazırlıklar tamamlandı. Erkan ayağa kalktı. “Yarın sabah 06:00’da yola çıkıyoruz. Gizlice konuşlanıp bekleyeceğiz.”
Mehmet, dışarı çıkıp akşamın serin havasına baktı ve eşini aradı. “Merhaba canım,” diye selamlaştı. Eşi ne zaman geleceğini sorduğunda, Mehmet durakladı. “Birkaç gün sürecek bir görev çıktı. Belki üç gün göremeyeceğiz.”
Telefon bir an sessizleşti. Sonra eşinin sesi duyuldu. “Dikkatli ol, lütfen.”
Mehmet söz verdi. Gökyüzüne baktı ve içinden “Yine döneceğim,” diye geçirdi. Şimdiye kadar hep dönmüştü. Ama biliyordu ki, bu işlerde hiçbir zaman garanti yoktu.
IV. Konuşlanma ve Bekleyiş
Ertesi sabah saat 06:00. İki askeri helikopter, sabahın erken saatlerinde havalandı. İçinde on altı bordo bereli, silahları, teçhizatları ve yiyecekleriyle hazırdı.
Helikopterler dağların üzerinden geçerken güneş yeni doğuyor, zirveler altın rengi ışıklarla parlıyordu. Erkan pencereden dışarı baktı; güzel bir manzaraydı, ama aklında tek bir şey vardı: Görev.
Helikopterler, karakoldan beş kilometre uzakta, kimsenin görmediği gizli bir noktaya indi. Bordo bereliler inince, helikopterler hemen havalandı ve sessizlik geri geldi.
Erkan emri verdi: “Yaya devam. Sessiz ilerleme.”
On altı bordo bereli, ağır teçhizatlarıyla dağda yürümeye başladı. Her adım dikkatli, her ses kontrollüydü. Öğlene doğru, karakola iki kilometre mesafedeki bir tepeye ulaştılar. Mükemmel bir gözetleme noktasıydı.
Erkan, dört timi kurdu: Kuzey (Erkan, Mehmet, Burak), Güney (Deniz ve ekibi), Doğu ve Batı. Herkes pozisyon aldı. Gece yarısına kadar bekleyeceklerdi. Kural, cameralar açık olacak, telsiz haricinde hiçbir sinyal çıkmayacaktı.
Öğleden sonra saat 14:00. Mehmet, kayalığın arkasında yatıyordu. Keskin nişancı tüfeği önünde, karakolu izliyordu. Her şey normaldi. Bayrak direğinde Türk bayrağı gururla dalgalanıyordu.
Mehmet telsizi açtı: “Kuzey Timi, normal. Şüpheli hareket yok.”
Erkan, kısa bir onay verdi. “Bekleyin.”
Saatler geçti. Güneş batarken Mehmet, konservesini sessizce yedi. Yanındaki Burak fısıldadı: “Gelecekler mi?”
“Gelirler,” dedi Mehmet. “MİT’in istihbaratı hep doğrudur.”
“Ya gelmezlerse?” diye sordu Burak.
“O zaman da,” dedi Mehmet, “karakol en azından güvende kalır.”
Gece çöktü. Erkan, gece görüş cihazını takıp etrafı taradı. Henüz hiçbir şey yoktu.
Saat 23:30. Telsizden Güney Timi’nin sesi geldi: “Hareketlilik var. Üç kilometre güneyde araç sesleri duyuluyor.”
Erkan, tüm timlere teyakkuz emri verdi. “Hedefler yaklaşmış olabilir. Hazırlanın.”
V. Taarruz ve Pusu
Saat 23:30’dan sonra Mehmet, dürbününden baktı ve gördü. Ağaçların arasından gölgeler süzülüyordu. Yavaşça ilerliyorlardı. On iki kişi, silahlı.
“Hedefler görüşte,” diye fısıldadı. “Karakola beş yüz metre uzaklıktalar.”
Erkan, tüm timlere yeniden emir verdi. “Bekleyin. Yaklaşmalarını bekleyin.”
Saldırganlar, dört gruba ayrıldı ve çevrelemeye çalışarak farklı yönlere yöneldi. Deniz, telsizden durumu rapor etti: “Çevrelemeye çalışıyorlar. Dört yönden saldıracaklar.”
Erkan, soğukkanlılıkla karşılık verdi: “Evet, ama bilmedikleri bir şey var. Biz zaten onları çevreledik.”
Saldırganlar, karakola yüz metre mesafeye geldiler. Lider, dürbünle son kez karakolu inceledi. Her şey sakin. İşaret etti: “Hazır olun.”
Tam o sırada Erkan, telsizi açtı. Son emri verdi: “Tüm timler, lazer işaretleyiciler açık. Nişan alın ama ateş etmeyin. Sadece bekleyin.”
On altı bordo berelinin tüfeklerinden sessizce kırmızı lazer noktaları yandı. Saldırganlar bunları görmüyordu, çünkü lazerler sadece gece görüş cihazlarında beliriyordu. Artık her saldırganın üzerinde birer hedef noktası vardı.
Erkan derin bir nefes aldı. Gece yarısı 01:30. Saldırganlar son hazırlıklarını yapıyordu. Patlayıcıları kontrol ediyor, silahlarını dolduruyorlardı.
Lider, grubuna baktı ve elini kaldırdı. Üç parmak gösterdi. Geri sayım: Üç… İki… Bir…
Tam o anda Erkan emri verdi: “Tüm timler, açık ateş!”
Aynı anda on altı aydınlatma feneri açıldı. Gece bir anda gündüze döndü. Saldırganlar, ani ışıktan kör oldular, ellerini gözlerine götürdüler.
Aynı anda, on altı bordo berelinin sesi yankılandı: “Silahlarınızı atın! Yere yatın!”
Lider, silahını kaldırmaya yeltendi, ama Mehmet tetiğe bastı. Uyarı atışı, liderin ayağının hemen yanına düştü. “Silahını at!” diye bağırdı Mehmet.
Lider titredi. Silahı elinden düştü. Diğer saldırganlar panikledi. Kaçmaya çalışanlar, her yönde bordo berelilerle karşılaştı. Kaçış yoktu.
“Yere yatın! Ellerinizi başınızın üstüne koyun!”
On iki saldırgan yavaşça yere yattı. Erkan ayağa kalktı, telsizi açtı: “Karakol Güvenlik, durum kontrol altında. Saldırganlar etkisiz hale getirildi.”
Karakoldan onay geldi. “Anlaşıldı. Teşekkürler!”
Bordo bereliler kayalıkların ve ağaçların arkasından çıktı. Erkan, lidere yaklaştı. “Ayağa kalk,” dedi. Lider yavaşça doğruldu. Yüzü terli ve korku doluydu.
“Sizi bekliyorduk,” dedi Erkan. “Çok mu şaşırdın?”
Deniz, patlayıcı çantalarını kontrol etti. Üç çanta dolusu patlayıcı etkisiz hale getirildi. Burak, saldırganları tek tek kelepçeledi.
Gece 02:00. Askeri helikopterler geldi. Saldırganlar helikoptere bindirildi. Ankara’ya götürülecek, sorgulanacaklardı.
Erkan, karakol komutanıyla vedalaştı. Genç yüzbaşı, gözleri dolmuş bir haldeydi. “Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Siz gelmeseydiniz…”
Erkan, elini omzuna koydu. “Görevimiz bu. Siz de görevinizi yaptınız, biz de.”
Komutan başını salladı. “On iki askerimiz var burada. Hepsinin ailesi, çocukları var. Onlar yarın evlerine dönebilecekler. Sizin sayenizde.”
Erkan içini çekti. “Önemli olan bu. Herkes evine dönmeli.”
Helikopterler havalandı. Erkan pencereden aşağı baktı. Karakol uzaklaşıyordu, ışıklar küçülüyor ama bayrak direğindeki Türk bayrağı hala dimdik dalgalanıyordu.
VI. Ağın Çökertilmesi
Ertesi sabah, saat 08:00. Ankara’da, MİT’in sorgu odasında, yakalanan lider oturuyordu. Karşısında istihbarat analisti Ayşe Hanım vardı.
“İsmin ne?” diye sordu Ayşe. Lider cevap vermedi.
Ayşe devam etti. “Seni ve arkadaşlarını yakaladık. Planınız başarısız oldu. Şimdi iki seçeneğin var: Ya işbirliği yapar ve cezanı hafifletirsin ya da susmaya devam eder ve çok uzun süre içeride kalırsın.”
Lider başını eğdi, düşündü.
“Kaç kişisiniz?” diye sordu Ayşe.
Lider yavaşça konuştu: “Bilmiyorum. Biz sadece bir hücreyiz.”
“Kaç hücre var?” dedi Ayşe.
“Bilmiyorum.”
Ayşe klasörü açtı, fotoğraflar gösterdi. “Bu kişileri tanıyor musun?”
Lider fotoğraflara baktı. Bazılarını tanıdı, başını salladı.
“Kim bunlar?”
“Koordinatörler,” dedi lider. “Onlar bize emir veriyorlar.”
Ayşe not aldı. Lider, teker teker isimleri söyledi. Her isim, bir ipucu; her ipucu, ağı çözmek için yeni bir adımdı.
Öğleden sonra saat 14:00’te, MİT Genel Müdürlüğü’nde büyük bir toplantı odasında Emre Bey ayakta duruyordu. Önünde, bir ağ şeması yansıtılan ekran vardı. Yakalanan on iki kişiden alınan bilgilere göre, bu ağ toplam 35 kişiden oluşuyor, altı farklı hücrede, farklı bölgelerde faaliyet gösteriyordu.
Emre konuştu: “Şimdi tüm hücreleri aynı anda vuracağız. Eş zamanlı operasyonlar. Hiçbirinin kaçmasına izin vermeyeceğiz.”
Telefonu eline aldı. Farklı şehirlerdeki ekipleri aradı: “Hazır olun. Yarın sabah 06:00’da başlıyoruz.”
Ertesi sabah saat 06:00. Altı farklı şehirde eş zamanlı baskınlar başladı: İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Diyarbakır, Van. Bir saat içinde 35 kişiden 33’ü yakalandı. İki kişi kaçmayı başarmıştı ama izleri sürülüyordu.
Emre, operasyon merkezinde bekliyordu. Telsizden raporlar art arda geliyordu: “İstanbul Timi, 8 kişi yakalandı.” “Ankara Timi, 7 kişi yakalandı.” Her rapor, başarının bir parçasıydı.
Saat 07:00’de son rapor geldi: “Diyarbakır Timi, son iki kişi de yakalandı. Operasyon tamamlandı.”
Emre derin bir nefes aldı. “Mükemmel. Herkese teşekkürler.”
Ayşe yanına geldi. “Başardık. Ağı çökerttik.”
Emre gülümsedi. “Evet, ama bu sadece bir ağ. Başkaları da var.”
Ayşe başını salladı. “Biliyorum. Ama bu büyük bir kazanım.” O an odadaki sessizlik, gurur ve farkındalıkla doluydu. Savaş bitmemişti, ama önemli bir cephe kazanılmıştı.
VII. Erkan’ın Dönüşü
Üç gün sonra Erkan, evine döndü. Kapıyı açtığında oğlu koşarak ona sarıldı. “Baba geldin!”
Erkan eğilip onu kucağına aldı. “Geldim oğlum, özledim seni.”
Karısı mutfaktan geldi, gülümsedi. “Hoş geldin.”
Akşam yemeğinde herkes bir aradaydı. Erkan, 8 yaşındaki oğluna baktı. Masum gözleri vardı. Önünde uzun ve güzel bir gelecek uzanıyordu.
Karısı sordu: “Nasıl geçti görev?”
“İyi geçti,” dedi Erkan. “Her şey yolunda.” Karısı daha fazla soru sormadı. Biliyordu ki Erkan detay veremezdi. Ama biliyordu ki, Erkan görevini hakkıyla yapmıştı.
Yemekten sonra Erkan balkona çıktı. Gökyüzüne baktı, yıldızlar parlıyordu. Aklına karakol geldi. On iki asker, on iki aile. Hepsi güvendeydi.
İçinden geçirdi: “Bir karakolu koruduk. Belki on iki hayat kurtardık, belki daha fazlasını.” Derin bir nefes aldı. Yorgundu ama mutluydu.
Biliyordu ki, yarın yeni bir tehdit gelebilirdi. Yeni bir görev, yeni bir operasyon. Ama o zaman da hazır olacaklardı.
Bekleyeceklerdi, koruyacaklardı. Sınırları koruyanlar hiç uyumaz. Onlar için vatan, uykudan daha önemlidir.