“ARTANLARINIZI YİYEBİLİR MİYİM” Evsiz Bir Adam Bir Milyonere Yalvardı. Ve Kadın Her Şeyi Değiştirdi

“ARTANLARINIZI YİYEBİLİR MİYİM” Evsiz Bir Adam Bir Milyonere Yalvardı. Ve Kadın Her Şeyi Değiştirdi

Zümrüt’teki Yanlış Masa

Elif Yılmaz, Kadıköy’deki küçük, ancak her köşesi özenle dekore edilmiş dairesinin banyosunda, aynanın karşısında duruyordu. Bej rengi, kusursuz kesimli paltosunun yakasını son bir kez düzeltti. Aynadaki yansıması, şık bir topuzla toplanmış koyu saçları ve yeşil gözlerini vurgulayan minimalist makyajıyla profesyonelliğin ta kendisiydi. Ancak bu dış görünüşün ardında derin bir yorgunluk vardı. Bu, Türkiye’nin en büyük danışmanlık firmalarından birinde günde on iki saat proje müdürlüğü yapmaktan gelen fiziksel bir yorgunluk değildi. Bu, acıdan, hayal kırıklığından ve ihanetten kendini korumak için yıllarca harcanan emeğin ruhunda bıraktığı izdi.

Elif otuz iki yaşındaydı ve yalnızdı. Çekiciydi, zekiydi ve başarılıydı; erkekler ona sürekli randevu teklif ediyor, ama o her zaman bir bahane buluyordu: iş, yorgunluk, zaman yok. Gerçek daha basitti ve daha can yakıcıydı: Elif, artık aşka inanmıyordu. Daha doğrusu, aşkı hak ettiğine inanmayı bırakmıştı.

Bu inancın kaynağı Murat’tı. Dört yılını paylaştığı, geleceği, düğünleri ve banliyöde bir evi planladığı eski sevgilisi. Aynı firmada tanışmışlardı. Başlangıçta her şey mükemmeldi, ta ki Murat değişmeye başlayana kadar. Soğuk, mesafeli ve eleştirel oldu. Elif’in çok hırslı olduğunu, işine çok zaman ayırdığını söylüyordu. Elif, onu mutlu etmek için her şeyi yaptı, daha az çalıştı, daha çok ilgi gösterdi. Ama yetmedi. Çünkü sorun onda değildi. Sorun, son yıl boyunca pazarlama departmanından yirmi altı yaşındaki genç bir meslektaşıyla gizli bir ilişki yaşayan Murat’taydı.

Elif, gerçeği tesadüfen öğrenmişti. Ona telefonunu yol tarifi bakması için verdiğinde, gördüğü cinsel içerikli ve ihanet dolu mesajlar kalbine hançer gibi saplanmıştı. Yüzleşme korkunçtu. Murat ne inkâr etti ne de özür diledi. Aksine, Elif’i suçladı. “Daha iyi bir partner olsaydın, daha şefkatli olsaydın, başka yerlerde aramak zorunda kalmazdım,” demişti. Sanki aldatma onun suçuymuş gibi. İki yıl önce ayrıldılar. Ve o günden beri Elif, kalbinin etrafına kimsenin aşamayacağı kadar yüksek ve kalın duvarlar örmüştü. Artık hayatı işti. Projeler, sunumlar, seyahatler… Bunlar güvenliydi, öngörülebilirdi ve kontrol edilebilirdi.

O akşam Elif’in bir iş yemeği vardı. Potansiyel bir müşteri, orta ölçekli bir teknoloji şirketinin sahibi Bay Demir ile işbirliği olasılığını görüşecekti. Toplantı saat 7’de, İstanbul’un en seçkin restoranlarından biri olan, sofistike mutfağı ve gizliliğiyle ünlü Zümrüt’te yapılacaktı. Elif, bu tür yemekleri severdi: Yapılandırılmış, net hedefleri olan, sürprizsiz ve komplikasyonsuz.

Çantasını alıp daireden çıktı. Metroyla yarım saatlik yolculukta notlarını ve belgelerini kontrol etti. Her şey planlıydı.

Saat 7:05’te Zümrüt’e vardığında restoran doluydu. Koyu ahşaplar, yumuşak aydınlatma ve aralarında bolca mahremiyet alanı olan masalar, mekana zarif bir hava katıyordu. Elif, resepsiyona yaklaştı. Kızıl saçlı genç kadın gülümsedi.

“İyi akşamlar. Rezervasyonunuz var mı?”

“Evet. Yılmaz, 7 numaralı masa.”

Kadın listeyi kontrol etti ve başıyla onayladı. “Elbette. Lütfen beni takip edin.”

7 numaralı masa, İstanbul’un akşam ışıklarının melankolik bir güzellik yarattığı sokağa bakan bir pencerenin hemen yanındaydı. Elif masaya yaklaşmadan önce onu gördü. Bir adam çoktan oturuyordu. Koyu mavi takım elbise giymiş, kravatsız, üst düğmesi açık, bu da ona hem profesyonel hem de rahat bir hava katıyordu. Koyu renk saçları hafifçe kırpılmıştı ve mavi ya da gri olduğu anlaşılamayan gözleri güvenilir ve sakin görünüyordu. Beklediğinden daha gençti, belki otuz beşlerindeydi.

Elif, bunun Bay Demir olduğunu varsayarak profesyonel bir gülümsemeyle elini uzattı. “İyi akşamlar Bayan Yılmaz. Tanıştığımıza memnun oldum.”

Adam ayağa kalktı, sıcak bir şekilde gülümsedi ve elini sıktı. El sıkışması güçlü ve emindi. “Memnuniyetle,” dedi, sesinde profesyonel bir toplantı için fazla samimi, fazla arkadaşça bir ton vardı.

Elif, bunu görmezden gelerek oturdu ve notlarını çıkarmaya başladı. “Peki Bay Demir, anladığım kadarıyla danışmanlık hizmetlerimizle ilgileniyorsunuz…”

“Özür dilerim,” diye araya girdi adam, hâlâ gülümseyerek. “Demir mi?”

Elif kaşlarını çattı. “Evet. Tech Vision Solutions’ın sahibi değil misiniz?”

Adam kahkahayı bastırarak güldü. “Hayır, değilim. Adım Kemal. Kemal Arslan. Ve sanırım bir yanlış anlaşılma var.”

Elif gözlerini kırpıştırdı. Dünya hafifçe sallandı. Masa numarasına baktı: Yedi. Adama, Kemal’e baktı. “7 numaralı masa,” dedi yavaşça. “Saat 7’de 7 numaralı masaya rezervasyon yaptırdım.”

“Ben de,” dedi Kemal. “Ama bir iş toplantısı için değil. Kör bir randevu için.”

Elif, yanaklarının ısındığını hissetti. Kör randevu. Elbette. Şimdi her şey mantıklıydı: Rahat tavrı, sıcak gülümsemesi, onunla tanışmak isteyen biri gibi konuşması.

Hızla eşyalarını toplarken, “Özür dilerim,” dedi. “Bu bir hataydı. Restoran rezervasyonları karıştırmış olmalı. Resepsiyonla konuşacağım—”

Ama o kalkamadan, Kemal elini masaya koydu. Dokunmadı, ama jesti Elif’i durdurmaya yetti.

“Bekle,” dedi. “Henüz gitmek zorunda değilsin.”

Elif, şaşkınlıkla ona baktı. “Ama bu senin randevun değil. Randevun muhtemelen bir yerlerde bekliyor.”

Kemal omuz silkti. “Belki. Ama açıkçası bu, arkadaşım tarafından ayarlanan kör bir randevuydu. Daha sık dışarı çıkmam gerektiğini düşünüyor. Kiminle buluşacağımı bile bilmiyorum. Ama sen buradasın. Ve sen…” Duraksadı, kelimeyi arar gibi. Sonra gülümsedi. “İlginç görünüyorsun.”

Elif ne diyeceğini bilemedi. Bu absürttü. Mantıksızdı. Randevulara zamanı yoktu, hele ki bir rezervasyon hatası sonucu tanıştığı yabancı bir erkekle rastgele randevulara hiç. Ama Kemal’in ona bakışında bir şey vardı. Çaresizlikle değil, ihtiyaçla değil, sadece umutla. Beklenmedik bir şeye şans vermeye hazır olan biri gibiydi.

Kalkıp doğru masayı, doğru toplantıyı, doğru hayatı aramak yerine, Elif kendini tamamen planlanmamış bir şey söylerken buldu: “Tamam, kalayım. Ama sadece kısa bir süre.”

Kemal’in gülümsemesi daha da genişledi ve o anda kader her şeyi değiştirdi.

Sonraki iki saat Elif’in planladığından çok daha uzundu. Risotto lezzetliydi, ama Elif onu zar zor fark etti, çünkü konuşmakla meşguldü. Gerçek bir konuşma. İşler, programlar ya da randevular hakkında değil; hayat hakkında, hayaller hakkında, onları korkutan şeyler hakkında.

Kemal, işinden bahsetti. Çocukken Lego ile bir şeyler yapmayı sevdiği için mimar olduğunu ve hiçbir şeyden bir şey yaratma dürtüsünün şimdi de onu yönlendirdiğini anlattı. Konya yakınlarında, çocukların çevrelerinin güzel ve saygıya değer olduğunu hissedebilecekleri, ilham verici bir okul tasarlamaya çalıştığı bir projeden bahsetti.

“Kulağa güzel geliyor,” dedi Elif samimiyetle.

“Öyle,” diye yanıtladı Kemal. “Ama zor. Her zaman uzlaşmalar var. Bütçe, yönetmelikler, insanların beklentileri. Vizyon ve gerçeklik arasında denge kurmak zorundasın.”

“Bu biraz hayat gibi,” dedi Elif, kendini durduramadan.

Kemal ona baktı. “Aynen hayat gibi.”

Seyahatler hakkında konuştular. Kemal’in Barcelona’da Gaudi’nin mimarisini incelerken geçirdiği bir yıl, Sagrada Familia’nın güzelliği karşısında hayatının nasıl değiştiği… Elif de iş seyahatlerini anlattı: Londra, Berlin, Amsterdam. Ancak bu şehirleri asla bir turist olarak görmediğini itiraf etti. Her zaman havaalanı, otel, ofis, havaalanıydı. Asla müzeler, asla sokaklarda yürüyüş, asla hayat.

Elif, şarabın verdiği cesaretle, planlamadığı bir şey daha yaptı: Murat’tan bahsetti. Ona her şeyi değil, sadece özünü anlattı. Birini sevdiğini, aldatıldığını, suçlandığını ve artık kimseye güvenemeyeceğine inandığını.

Kemal dinledi, hiç araya girmeden. Elif bitirdiğinde, sonsuza kadar hatırlayacağı bir şey söyledi: “Senin hatan değildi. Bunu biliyorsun değil mi?”

Elif omuz silkti. “Bazen merak ediyorum. Ya daha iyi olsaydım…”

“O zaman hâlâ seni hak etmeyen biriyle birlikte olurdun. Ve bu daha da kötü olurdu.”

Elif ona baktı ve sözlerindeki basitlik ve gerçeklik, içinde bir şeyin kırılmasına neden oldu. Sadece biraz. Işığın içeri sızması için yeterli.

Garson hesabı getirdiğinde Elif saatine baktı: 22:30. Üç saatten fazla geçmişti. Müşterisi gelmemişti. Kemal’in randevusu görünmemişti. Ama ikisi de umursamamış gibiydi.

Ertesi gün, Elif adını koyamadığı bir hisle uyandı. Mutluluk değildi, henüz değil. Ama göğsünde hafif bir sıcaklık, bir şeylerin değiştiği bilinci vardı. Telefonunu kontrol etti. Ondan bir mesaj: “Hayatımdaki en iyi kazara randevu için teşekkürler. Tekrarlamak istersen, bu sefer kasıtlı olarak, haber ver. K.”

Elif mesaja uzun süre baktı. Bir yanı hemen cevap vermek istedi, diğer yanı ise silmek. Korkan, acıyı ve ihaneti hatırlayan yanı. Ama küçük, sessiz bir parça da vardı, fısıldayan: Ya bu sefer farklıysa?

Kısa, basit bir cevap yazdı: Belki. Düşünmem lazım. Düşünebilmeden gönderdi.

Bir hafta sonra tekrar buluştular. Sonra bir hafta sonra Emirgan’da bir yürüyüş. Sonra akşam yemeği, sonra sinema. Kemal sabırlıydı, zorlamadı. Elif’in neden bu kadar dikkatli, neden bu kadar korunaklı olduğunu sormadı. Sadece oradaydı: Tutarlı, dürüst, iyi. Ve Elif, yıllardır kapalı olan bir kapıyı açar gibi, yavaş yavaş onu içeri almaya başladı.

Üç ay sonra, Kemal onu ofisinin çatısına çıkardı. Orada durdular, İstanbul’un ışıklarına bakarak.

Kemal, Elif’in kalbinin durmasına neden olan şeyi söyledi: “Biliyor musun, komik olan ne? O geceki kör randevum asla gelmedi. Arkadaşıma sordum, son dakikada iptal etmiş.”

Elif ona baktı. Kalbi hızla çarpıyordu. “Ben de buluşacağım müşteriyle buluşacaktım. O da gelmedi. Daha sonra kontrol ettim, tarihi karıştırmış.”

Kemal gülümsedi. “Yani, ikimiz de yanlış masada, yanlış zamandaydık.”

“Ya da,” dedi Elif sessizce, “Doğru masada, doğru zamanda.”

Kemal ona baktı. Gözleri sıcaklık, umut, aşk doluydu. “Sanırım ikincisi.” Ve onu öptü. İlk öpücük. Yumuşak, nazik, vaatle dolu.

Bir yıl sonra Elif ve Kemal birlikteydi. Mükemmel değillerdi. Tartışmaları, yanlış anlamaları, Elif’in kapandığı ve Kemal’in ona güvende olduğunu, başka biri gibi incitmeyeceğini hatırlatması gereken anları vardı. Ama üzerinde çalıştılar. Birlikte. Elif terapiye başladı. Geçmişe sıkı sıkıya tutunurken bir gelecek inşa edemeyeceğini fark etmişti. Terapisti, Murat’la olanların Elif’in değerini tanımlamadığını görmesine yardım etti: İhanet, ihanet edenin karakterini anlatır, ihanet edilenin değil.

Restorandaki o geceden iki yıl sonra, Kemal ona evlenme teklif etti. Abartılı değildi, sadece ikisi, üçüncü randevularını yaptıkları parktaki eski meşe ağacının altında.

“Elif,” dedi, küçük bir kadife kutu tutarak. “Kadere inanan biri olmadığını biliyorum. Planları, yapıyı, kontrolü tercih ettiğini biliyorum. Ama o gece yanlış masaya oturup kalmaya karar verdiğinde, hayatımı değiştirdin. Beni değiştirdin. Ve hayatımın geri kalanını sana, aşkı hak ettiğini kanıtlamak için geçirmek istiyorum. Benimle evlenir misin?”

Elif ona baktı. Gözyaşları yanaklarından akıyordu ve yıllar sonra ilk kez, mutlak bir kesinlik, mutlak bir sevinç hissetti.

“Evet,” diye fısıldadı.

Düğünleri küçüktü. Sadece aile ve en yakın arkadaşlar. Kemal’in ailesinin evinin bahçesinde, Kemal’in kendisinin tasarladığı çiçeklerle süslenmiş basit bir tören. Elif, orada durup Kemal’in elini tutarken, o geceyi düşündü. Yanlış masaya oturmaya karar verdiği, olmaması gereken geceyi. Her şeyi değiştiren geceyi. O zaman bir şey öğrenmişti: Hayat her zaman plana göre gitmez. En iyi şeyler genellikle her şeyi kontrol etmeye çalışmayı bıraktığınızda gelir. Bazen hataya, sürprize, mucizeye izin vermelisiniz. Ve aşk, gerçek aşk, mükemmellikten gelmez. Cesaretten gelir. Güvenmeye cesaret, açılmaya cesaret. Her şey içinizde hayır diye bağırdığında bile evet demeye cesaret.

Beş yıl sonra Elif ve Kemal’in iki çocukları vardı: Zeynep adında bir kız ve Deniz adında bir oğlan. Kemal’in tasarladığı, ışık, sıcaklık ve aşk dolu bir evde yaşıyorlardı. Bazen Elif, bahçede çocuklarıyla oynayan kocasına bakarken, sonsuza dek yalnız kalacağına emin olan kadını hatırlardı. Ve yanlış masa için, olmaması gereken akşam için minnettar hissederdi. Çünkü tam olarak her şeyin doğru olmasını sağlayan buydu.

O geceden on yıl sonra Elif ve Kemal Zümrüt’e geri döndüler. Özel bir durum için değil, sadece her şeyin başladığı yeri hatırlamak istedikleri için. 7 numaralı masayı istediler. Oturduklarında birbirlerine baktılar.

Kemal gülümsedi. “Hatırlıyor musun?”

“Her şeyi,” dedi Elif. “O gece hata olmasaydı tanışmamış olabileceğimizi düşünüyor musun?”

Elif bunu düşündü. “Bilmiyorum. Belki. Ama tanıştık.”

“Evet, tanıştık.” Kemal onun elini tuttu. “Bu kadere inanmana sebep olur mu?”

Elif gülümsedi. “Bu mucizeye inanmama sebep olur.”

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News