DİLENCİ ÇOCUK YAĞMURDA YAŞLI KADINI KURTARDI… MİLYONERİN ANNESİ OLDUĞUNU BİLMEDEN
.
.
DİLENCİ ÇOCUK YAĞMURDA YAŞLI KADINI KURTARDI… MİLYONERİN ANNESİ OLDUĞUNU BİLMEDEN
Şiddetli bir sağanak Bursa sokaklarını kırbaçlıyordu. Yağmur, kemiklerine kadar ıslanan 13 yaşındaki Mert için adeta ilahi bir ceza gibiydi. Geceleri kalabileceği kuru bir köşe ararken, fırtınanın gürültüsünü delen çaresiz bir çığlık duydu.
Kafasını çevirdiğinde, sular altında kalmış sokağın akıntısıyla sürüklenen devrilmiş bir tekerlekli sandalye ve ona tutunmaya çalışan yaşlı bir hanım gördü. “İmdat! Biri bana yardım etsin!”
Mert’in gururu ve sokaklarda edindiği temkinli yaşam tarzı bir anlığına unutuldu. Ayakları, tehlikeyi hesap etmesine fırsat vermeden çamurlu suya daldı. Akıntı güçlüydü, ama Mert tüm gücüyle ileri atıldı. Nihayet kadına ulaştığında, kadın tekerlekli sandalyeye sımsıkı yapışmıştı. Yağmurla karışan yaşlarla ıslanmış gözleri, Mert’in gözleriyle buluştu.
“Sen daha bir çocuksun,” diye fısıldadı kadın.
“Güçlüyüm,” diye yanıtladı Mert.
O an, yaşlı hanım, Ayşe, hayatını bu zayıf, sırsıklam çocuğun ellerine teslim etti. Mert onu sırtına aldı. Sadece sabah yediği bir parça ekmekle ayakta duran, yetersiz beslenmiş bir çocuk için bu ağırlık neredeyse dayanılmazdı, ama Mert pes etmedi. Bir eczanenin saçağı altına ulaştığında, Ayşe’yi kuru bir yere bıraktı ve yanına yığıldı.
“Adın ne?” diye sordu Ayşe. “Mert.” “Ben Ayşe. Az önce hayatımı kurtardın.”

Mert, teşekkürlerle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu. Ayşe ise çantasından ıslak bir 100 liralık banknot çıkarıp ona uzattı. Mert gururla reddetmek istedi ama kadının gözlerindeki saf minnettarlığı gördü. Acıma değil, samimi bir teşekkürdü bu. Banknotu kabul etti.
Ertesi gün, söz vermemesine rağmen, Mert Ayşe’nin kaldığı yere, sade bir huzurevine gitti. Ayşe onu görünce ışıldadı. Ona büyük bir sandviç, meyve suyu ve çikolata ikram etti. Mert açlıkla yemeğe saldırdı. Yemek yerken Ayşe ona sorular sordu. Mert, beş yaşında annesi tarafından yetimhaneye bırakılan ve yedi yaşında kaçıp sokaklarda büyüyen bir yetim olduğunu anlattı.
Ayşe’nin gözleri doldu. “Sana bakan kimse yok mu?” “Yok.” “Özür dilerim. Bu kadar genç yaşta bunları yaşadığın için.”
Kısa sürede, tuhaf ve güzel bir rutin başladı. Her gün saat 3 civarı Mert huzurevine geliyor, Ayşe de onun için yiyecek saklıyordu. Konuşuyor, dertleşiyorlardı. Mert, Ayşe’nin boynundaki altın madalyona sık sık dokunduğunu fark etti. Bu madalyon, onun geçmişinden kalan bir anıydı.
Bir gün Mert, huzurevinden kaçan Ayşe’yi bir fırının önünde buldu. Ayşe, aldığı yiyecekleri Mert’in sıkça kaldığı alt geçide bırakmayı planlıyordu. Mert, bu yaşlı kadının, sırf kendisi ve diğer evsizler için tehlikeli bir yolculuğa çıktığını görünce şaşırdı ve duygulandı.
Ayşe, sonunda Mert’e en büyük sırrını açtı. Sanıldığı gibi fakir değildi. Ölen kocasından miras kalan bir arsa, şehir geliştikçe değeri 10 milyon liraya ulaşmıştı. Ancak sade bir huzurevinde yaşıyordu çünkü bu durumdan utanan ve yıllar önce onu bu kuruma yerleştiren oğlu Kemal’den korkuyordu. Kemal, başarılı, zengin bir iş insanıydı ama annesiyle görüşmüyordu. Sadece, onu mirastan mahrum bırakıp parayı ele geçirmek için ara sıra ortaya çıkıyordu. Ayşe, arsayı satıp ona vermeyi reddediyordu; bu, oğlunun onu tamamen unutmasını engelleyen tek bağdı.
“Bir oğlum var,” diye fısıldadı Ayşe. “Ama beni ziyarete gelmiyor. Temizlikçi annesinden utanıyor. Ben ise tüm hayatımı ona iyi bir gelecek sunmak için feda ettim.”
Bu itiraf Mert’in kalbinde bir öfke uyandırdı. Ayşe’nin, oğlunun yapmadığı şeyi yaparak sokak sakinlerine yardım etme arzusunu şimdi anlamıştı.
Ayşe bir kalp krizi geçirdiğinde, Mert hastanede onun yanından ayrılmadı. Güvenlik görevlilerine “torunuyum” diye yalan söyledi. Bu sırada, takım elbiseli, havalı Kemal ortaya çıktı. Annesine sarılmak yerine, hastalığını bir fırsat bilerek vekâletname imzalatmak için belgeler uzattı.
“Yardım etmeye çalışıyorum. Böyle yalnız kalamazsın,” dedi Kemal, Mert’in varlığını fark edince rol yaparak. “O yalnız değil,” diye karşı çıktı Mert. “Ben ona bakıyorum.” “Sen kimsin yine?” diye alay etti Kemal. “Sen sokaktan topladığı bir dilencisin. Annemden yiyecek kapmak için faydalanıyorsun.” “Beni kullanan tek kişi sensin,” diye haykırdı Ayşe.
Kemal öfkeyle kapıyı çarptı ve “Bunu bir şekilde halledeceğim, anne. İster senin yardımınla ister onsuz,” diye tehdit etti.
Bu tehdit Mert’e bir fikir verdi. Ayşe’nin eski telefonunu huzurevinden alıp getirdi ve Kemal’in bir sonraki ziyaretinde konuşmalarını kayda aldı. Kemal, annesini vesayet altına aldırmakla, doktorlara rüşvet vermekle ve onu daha kötü bir yere yatırmakla tehdit etti.
Mert, kayıtlarla birlikte mahallede ücretsiz hukuki yardım yapan Ali Bey’e ve onun avukat arkadaşı Emre’ye gitti. Deliller çok güçlüydü. Avukat Emre, Kemal’in annesini sadece maddi çıkar için ziyaret ettiğini kanıtlayabileceğini söyledi.
Mahkemede Kemal’in avukatları Ayşe’nin yaşlı ve manipüle edilebilir olduğunu savundu. Ancak Avukat Emre, Kemal’in tehdit kayıtlarını dinlettiğinde salonda mutlak bir sessizlik oluştu. Hakim, Ayşe ile özel olarak görüştü.
Karar, Ayşe’nin lehineydi. Kemal, mahkeme kararıyla annesine yaklaşmaktan men edildi. Vesayet talebi reddedildi ve Ayşe’nin arazisi koruma altına alındı. Ayşe kazanmıştı, ama kalbi kırıktı. “Oğlumu tamamen kaybettim,” diye ağladı.
Bu acıya dayanamayan Ayşe, Mert ile birlikte bir yardım projesi başlattı. Mahalleden bağış toplayarak her cumartesi evsizlere ve yoksullara yiyecek, giyecek dağıtıyorlardı. Ayşe’nin hikayesi basında yer aldı ve proje büyüdü.
Ayşe’nin sağlığı kötüleşmeye devam etti. Son günlerinde, Mert onun yanındaydı. “Mert, sana bir şey söylemem gerekiyor,” dedi Ayşe. “Vasiyetimi yaptım. Arazimi sana bıraktım.”
Mert şaşkınlıkla reddetti. “Sizin paranızı istemiyorum. Sizinle bu yüzden ilgilenmiyorum.”
“Biliyorum,” dedi Ayşe, elini sıkarak. “Kemal parayı seçti. Sen ise beni seçtin. İşte bu yüzden bunu sana emanet ediyorum. Ama bir koşulum var: Araziyi sadece, başlattığımız işi sürdürmek için satabilirsin. Senin gibi diğer insanlara yardım etmek için.”
“Seni seviyorum,” dedi Mert, gözyaşları içinde. “Seni gerçek annemmişsin gibi seviyorum.” “Ben de seni bir oğlum gibi seviyorum,” diye karşılık verdi Ayşe. “Kendi öz oğlumdan daha çok. Çünkü sen bu sevgiyi hak ediyorsun.”
Ayşe o gece, Mert’in elini tutarak huzur içinde son nefesini verdi. “Oğlum,” diyebildiği son kişi Mert’ti.
Cenazeden bir hafta sonra, vasiyetname okundu. Kemal, tüm arazinin sosyal amaçlarla kullanılması koşuluyla Mert’e bırakıldığını duyduğunda öfkeden patladı. Mert, tüm delilleri, kayıtları ve tıbbi raporları sunarak itirazları püskürttü. Hakim vasiyeti onadı.
Mert, 10 milyon liralık araziyi satarak “Ayşe Yılmaz Derneği”ni kurdu. Parayla mahallede büyük bir ev satın alıp, onu sokak çocukları için bir sığınma merkezine dönüştürdü. Mert, Ayşe’nin mirasını yaşatıyordu.
Beş yıl sonra, dernek 200’den fazla çocuğa yardım etmişti. 19 yaşındaki Mert, bir akşamüstü, Ayşe’nin daha önce yemek dağıttığı meydanda çökmüş, yorgun bir Kemal ile karşılaştı. Kemal, işini, eşini ve tüm parasını kaybettiğini, ancak annesinin yalnızlığını şimdi anladığını itiraf etti.
“Hata yaptım,” dedi Kemal. “Özür dilemek için çok geç. Buraya yardım etmek istediğim için geldim.”
Mert, Ayşe’nin affedici ruhunu hatırladı. “Pazartesi başlayabilirsin,” dedi Mert. “Ama gönüllü çalışma. Hiçbir şey ödemem.”
Kemal, annesinin parasıyla kurulan dernekte gönüllü olarak çalışmaya başladı. Mert ve Kemal arasında hiçbir zaman dostluk kurulmadı, ama karşılıklı bir saygı gelişti.
Derneğin 5. yıl dönümünde, Mert duygusal bir konuşma yaptı. “Beni hayatımın en kötü fırtınasında buldu,” dedi Ayşe’den bahsederek. “Ve bana karanlıkta bile her zaman bir ışık olduğunu gösterdi.”
Konuşmanın ardından Kemal yaklaştı. “O seninle gurur duyardı.” “Biliyorum.” “Bunu yapan ben olmalıydım. Onu seven ben olmalıydım.” “Yapmadın,” dedi Mert, kızgınlık olmadan.
Mert gökyüzüne baktı. “Sence o görüyor mu?” diye sordu Kemal. “Sanırım evet.” “Ve sence beni affetti mi?” “Sanırım o seni sen özür dilemeden çok önce affetti.”
Hikaye, Mert’in bir köşede tek başına oturan, 7 yaşlarında korkulu gözleri olan küçük bir kızı sığınma merkezine davet etmesiyle sona erdi. O yağmurlu günde başlayan iyilik döngüsü devam ediyordu. Ayşe, terk edilip gururu kırılan bir temizlikçiydi, ama sonunda onu gerçekten seven bir oğul buldu. Ve bu sevgi, yüzlerce çocuğun hayatını değiştiren, tüm bir toplumu dönüştüren bir mirasa dönüştü. Her şey, yaşlı bir kadının bir yağmurlu günde “yardım” diye bağırması ve bir çocuğun onu duymasıyla başladı.
.