“11 DİL KONUŞUYORUM” DEDİ FAKİR KIZ… MİLYONER GÜLDÜ, AMA SONRA DONDU KALDI!

“11 DİL KONUŞUYORUM” DEDİ FAKİR KIZ… MİLYONER GÜLDÜ, AMA SONRA DONDU KALDI!

.

Zenginliğin Gerçek Anlamı: Zeynep ve Kemal’in Hikayesi

Giriş

Milyarlık bir imparatorluğun kalbinde yoksullukla alay etmeye alışmış bir kodaman, bir sonraki kurbanını bulur. Mütevazı bir kız, onun kibrini karşılar ve imkansız görünen cümleyi söyler: “11 dil konuşuyorum.” Milyoner kahkahalarla patlar. Bunun naif bir yalan olduğundan emin ama kız her kelimeyi kanıtlamaya başladığında gülüşü, yıkıcı bir sessizlik karşısında donar.

Kemal Yıldırım, İstanbul’un en zengin ve en acımasız iş insanı olarak tanınıyordu. Boğazı gören Levent’teki gökdeleninin en üst katındaki ofisinde pencereden şehrin muhteşem manzarasını izliyordu. 51 yaşındaki teknoloji devi, 1.2 milyar dolarlık servetiyle Türkiye’nin en güçlü insanlarından biriydi ve bunu herkese hatırlatmaktan büyük zevk alıyordu.

Ofisteki Gün

Ahmet Bey, bugün görüşmelerim neler? diye sordu. Gözlerini manzaradan ayırmadan asistanı Ahmet hemen yanıtladı. “Sabah 10’da Avrupa Yatırım Bankası ile toplantınız var. Öğleden sonra ise yeni yazılım projesinin tanıtımı için basın toplantısı düzenlenecek.” Kemal, sabırsızca ekledi. “Ayrıca ne?”

“Bugün ofis temizliği için yeni bir temizlik görevlisi gelecek. Personel departmanı beni bilgilendirdi. Önceki görevli aniden işten ayrılmış.” Kemal, alaycı bir gülümsemeyle döndü. “Yine mi? Sanırım son görevli kadın da dayanamadı. Kaçıncı bu? 6 ay içinde 4. mü?”

11 DİL KONUŞUYORUM" DEDİ FAKİR KIZ... MİLYONER GÜLDÜ, AMA SONRA DONDU KALDI!  - YouTube

“5. Efendim?”

“Neyse, önemli değil. Hepsi aynı. Gelsin de görelim ne kadar dayanacak.” Kemal koltuğuna oturdu ve tabletinde bir belgeyi incelemeye başladı. Bu belge, sahip olduğu en değerli hazinelerden biriydi. Eski bir parşömen üzerine yazılmış çeşitli dillerde karmaşık bir metin. Şehrin en iyi beş çevirmeni bile bu metni tam olarak çözememişti. Kemal, bunu bir zeka testi olarak kullanıyordu. İnsanların entelektüel yetersizliklerini kanıtlamak için bir araç olarak görüyordu.

Tam o sırada kapı çalındı. “Girin” dedi Kemal, gözlerini belgeden ayırmadan. İçeri 45 yaşlarında yorgun görünümlü bir kadın girdi. Sade kıyafetleri ve endişeli bakışlarıyla dikkat çekiyordu. Yanında 12 yaşlarında bir kız çocuğu vardı. Okul üniforması giymiş, elinde birkaç kitap tutuyordu.

“Günaydın efendim.” dedi kadın çekingen bir sesle. “Ben Ayşe Demir. Yeni temizlik görevlisi. Bugünden itibaren sizin katı temizleyeceğim.” Kemal başını kaldırdı ve kadını tepeden tırnağa süzdü. “Peki yanındaki kim? Kreş mi burası?”

Ayşe utangaç bir şekilde cevap verdi. “Kızım Zeynep. Efendim, okul sonrası onu alacak kimse olmadığı için bugün mecburen yanımda getirmek zorunda kaldım. Çok sessiz duracak, rahatsızlık vermeyecek söz veriyorum.”

Kemal’in yüzünde sinsi bir gülümseme belirdi. Eğlence zamanı gelmişti. “Gel bakalım küçük hanım. Yaklaşsana biraz.” Zeynep annesine baktı. Annesinin endişeli gözlerle başını sallaması üzerine Kemal’in masasına yaklaştı. Sıkıca tuttuğu kitaplar dikkatini çekti Kemal’in. “Ne okuyorsun bakalım?”

“Dilbilim üzerine bir kitap efendim.” dedi Zeynep sakin bir sesle. Kemal kahkaha attı. “Dilbilim mi? Senin yaşındaki bir çocuk için fazla karmaşık değil mi? Annen temizlik yaparken sen de ileride ona yardım etmeyi mi planlıyorsun?”

Zeynep’in yüzü kızardı ama sakin kalmaya çalıştı. “Diller beni büyülüyor efendim. Öğrenmekten büyük keyif alıyorum.” Kemal masasındaki eski parşömeni eline aldı. “Öyle mi? O zaman buna bir göz at bakalım. Şehrin en iyi çevirmenleri bile bu metni tam olarak çözemedi. Bir bakalım senin gibi küçük bir kız ne yapabilecek?”

Ayşe telaşla araya girdi. “Efendim lütfen biz sadece işimizi yapmaya geldik. Zeynep rahatsız etmeyecek sizi. Ben temizliğimi yaparken o köşede kitabını okuyacak.”

“Sessiz ol kadın.” dedi Kemal sert bir sesle. “Kızının ne kadar zeki olduğunu görmek istiyorum. Hem sonra benim ofisimde benim kurallarım geçer. Eğer bu işi istiyorsan oyunuma katılacaksın.”

Ayşe başını öne eğdi ve geri çekildi. Zeynep ise parşömene dikkatle baktı. Üzerinde Çince, Arapça, Sanskritçe ve başka antik dillerde yazılmış karmaşık bir metin vardı. “E ne düşünüyorsun küçük hanım? Anladın mı bir şey?” diye sordu Kemal alaycı bir tavırla.

Zeynep parşömeni dikkatle inceledi ve sakin bir sesle cevap verdi. “Eğer şehrin en iyi çevirmenleri bile bunu çözemediyse o zaman bu metni anlamamamız sizi neden üstün kılıyor ki? Eğer hiçbirimiz anlayamıyorsak hepimiz aynı durumdayız demektir. Değil mi?”

Kemal’in yüzündeki gülümseme dondu. Böyle bir cevap beklemiyordu. “Ne? Ne saçmalıyorsun sen?”

“Sadece mantıksal bir soru sordum. Efendim.” dedi Zeynep masum bir ifadeyle, “Eğer bu metin çözülemez ise onu anlayamamak bizi nasıl sizden daha aşağı kılar?”

Kemal’in yüzü kızarmaya başladı. Yıllardır kimse ona böyle cevap vermemişti. Hele ki 12 yaşında bir çocuk. “Ukalalık yapma küçük hanım. Ben Türkiye’nin en zeki iş insanlarından biriyim. Sen kim oluyorsun da 11 dil biliyorum.”

Zeynep aniden sesini yükseltmeden ama kararlı bir şekilde. “Kemal amca, ben sadece bir çocuk değilim. Ben de öğreniyorum ve bu bilgiye açım. Herkes öğrenebilir, yeter ki fırsat verilsin.”

Kemal kahkahalarla gülmeye başladı. “On dil mi? Hadi oradan. Senin gibi fakir bir aile çocuğu nasıl 11 dil öğrenebilir ki? Bu en komik şakaydı.” Ancak Zeynep sakin kalmaya devam etti. “Ana dilim Türkçe, İngilizce ileri seviye. Mandarin Çince akıcı. Arapça konuşabiliyorum. Fransızca orta seviye. Portekizce akıcı. İtalyanca temel seviye. Almanca konuşabiliyorum. Rusça temel sevi, Japonca başlangıç ve klasik Latince.”

Her dili mükemmel telaffuzla söylerken Kemal’in kahkahası yavaş yavaş kesildi. Ağzı açık kalmıştı. “İnanmıyorsanız test edebilirsiniz.” dedi Zeynep. “Mahallemizdeki halk kütüphanesinde ücretsiz dil programlarına katılıyorum. Çin’den gelen bir mülteci Mandarin öğretiyor. Suriye’den gelen bir profesör Arapça, İtalyan bir ressam kendi dilini öğretiyor. Ayrıca hafta sonları üniversite kütüphanesinde karşılaştırmalı dil bilim çalışıyorum. Pürmer merakından öğrendim efendim.”

Kemal şaşkınlıkla parşömeni tekrar Zeynep’e uzattı. “Peki bunu çevirebilir misin?” Zeynep parşömeni eline aldı ve incelemeye başladı. Gözleri metni tararken yüzünde bir anlayış ifadesi belirdi. “Bu ilginç bir metin. Klasik Mandarin, eski Arapça, Sanskritçe, İbranice, Farsça ve Orta Çağ Latincesi karışımı bir tür bilmece gibi.”

Kemal’in kalbi hızla atmaya başladı. Gerçekten bu çocuk bu karmaşık metni okuyabilecek miydi? “Burada diyor ki” Zeynep okumaya başladı. “Gerçek zenginlik maddi varlıklarla ölçülmez. Gerçek zenginlik her ruhta saklı olan değeri görebilme yeteneğidir. Kendilerini sahip oldukları şeylerle üstün görenler aslında herkesten daha fakirdir.”

Kemal’in yüzü bembeyaz olmuştu. Bu mümkün değildi. Bu çocuk, bu temizlikçinin kızı imkansızı başarmıştı. “Bu bu olamaz.” diye kekeledi Kemal.

Zeynep sakin bir şekilde devam etti. “Metnin geri kalanında bilgeliğin gerçek anlamı ve insanların birbirine nasıl davranması gerektiği anlatılıyor. Oldukça derin felsefi bir metin.”

Kemal’in ofisinde derin bir sessizlik hakim oldu. Ayşe şaşkınlıkla kızına bakıyordu. Kemal ise sanki dünyası altüst olmuş gibiydi. O anda ofis telefonunun çalmasıyla gerginlik bozuldu. Ahmet telefona cevap verdi ve ardından Kemal’e döndü. “Efendim, toplantınız başlamak üzere.”

Kemal sanki bir rüyadan uyanırmış gibi silkindi. “Şey, evet, toplantı tamam.” Zeynep’e döndü. “Hala şok içindeyim. Bu konu daha bitmedi. Temizlik bitince seni tekrar görmek istiyorum.” Zeynep nazikçe başını salladı. “Tabii efendim.”

Kemal ofisten çıkarken arkasında bıraktığı genç kızın tüm hayatını değiştireceğini henüz bilmiyordu. Bu karşılaşma sadece onun değil yüzlerce hatta binlerce insanın kaderini etkileyecekti. Ayşe, kızına yaklaştı ve fısıldadı. “Ne yaptın sen öyle? Başımız belaya girecek.” Zeynep annesine gülümsedi. “Merak etme anne, her şey yoluna girecek. Ben sadece doğruyu söyledim.”

Ayşe endişeyle temizlik malzemelerini hazırlamaya başladı. Zeynep ise pencereye yaklaşıp İstanbul’un muhteşem manzarasını seyretti. Boğazın masmavi suları, iki kıtayı birleştiren köprüler, tıpkı kendisi gibi farklı dünyaları birbirine bağlayan köprüler. O gün Kemal Yıldırım’ın ve onun şirketinin tarihinde bir dönüm noktası olacaktı. Gurur ve önyargının yerini alacak olan şey, küçük bir kızın bilgeliği ve onun dünyaya getireceği değişim olacaktı.

Toplantı ve Değişim

Toplantı odasında Kemal dikkatini toplayamıyordu. Avrupa Yatırım Bankası’nın temsilcileri konuşurken onun aklı hala az önce yaşadığı olağanüstü karşılaşmadaydı. “Yıldırım Bey, sorumuza cevap verecek misiniz?” diye sordu banka temsilcisi. Kemal dağınık düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı. “Özür dilerim. Ne sormuştunuz?”

Yeni teknoloji projeleriniz için fon kullanım planınızı sormuştuk. “Ah evet.” Kemal konuşmaya başladı. Ancak sözleri mekanikti. Ruhu başka bir yerdeydi. Belki de hayatında ilk kez para ve güçten başka bir şeyi düşünüyordu. Bir çocuğun gözlerindeki zekayı, bir kızın sesindeki bilgeliği ve belki de kendi içindeki boşluğu.

Kemal toplantıdan sonra ofisine döndüğünde Ayşe hala temizlik yapıyordu. Zeynep ise pencerenin yanındaki koltukta oturmuş sessizce kitap okuyordu. Kemal bir an duraksadı, kızı izledi. 12 yaşındaki bu çocuğun sakin tavrı, konsantrasyonu ve olgunluğu onu şaşırtmıştı. Kendi çocukluğunu düşündü. Zengin bir ailenin şımarık çocuğu olarak her istediğini elde etmişti. Ancak hiçbir zaman böyle bir öz, disipline sahip olmamıştı.

“Zeynep,” dedi Kemal sesi normalden daha yumuşaktı. Kız başını kitaptan kaldırdı. “Evet efendim.” Kemal masasına oturdu ve ona yaklaşmasını işaret etti. “Gel bakalım seninle konuşmak istiyorum.” Zeynep nazikçe kitabını kapattı ve Kemal’in masasına yaklaştı. Annesi endişeyle onlara bakıyordu. Ancak temizliğe devam etti. “Nasıl olur da senin gibi bir çocuk 11 dil öğrenebilir?” diye sordu. Kemal gerçekten merak ediyordu.

“Bu bu nerede neredeyse imkansız.” Zeynep gülümsedi. “İmkansız değil efendim. Sadece çok çalışma ve tutku gerekiyor. Ben dillere aşığım. Her yeni dil yeni bir dünya demek benim için.”

“Peki ailenin durumu?” yani Kemal kelimelerini dikkatle seçmeye çalıştı. “Fakir olduğumuzu mu demek istiyorsunuz?” dedi Zeynep direkt bir şekilde. “Evet, zengin değiliz. Annem çok çalışıyor. Babam ise bir iş kazası geçirdi ve artık çalışamıyor. Ama bilgi için para gerekmez efendim. Kütüphaneler ücretsiz, internet, kafeler ucuz ve öğrenmek isteyen biri için her yer bir okuldur.”

Kemal etkilenmişti. “Peki o eski metni gerçekten okuyabildin mi? Yani tamamen?” “Evet efendim. Biraz zorluydu çünkü bazı diyalektler çok eskiydi ama genel anlamını çıkarabildim.”

“Ve ne diyordu tam olarak?” Zeynep derin bir nefes aldı. “Metin gerçek zenginlik ve bilgelik üzerineydi. Şöyle diyordu: ‘İnsan zenginliğini altınla ölçerse ruhunu fakirleştirir. Gerçek zenginlik başkalarının ruhundaki zenginliği görebilmekte.’ Kendini diğerlerinden üstün gören aslında en alttadır. Çünkü kibir insanın gözlerini kör eder ve kulağını sağır.”

Kemal’in yüzü solgunlaştı. Bu sözler sanki doğrudan ona söylenmiş gibiydi. Yıllardır insanlara nasıl davrandığını, kibrinin onu nasıl yalnızlaştırdığını düşündü. Daha daha başka ne diyordu diye sordu. “Sesi hafifçe titreyerek Zeynep devam etti. Metin insanın gerçek potansiyelini ancak alçak gönüllülükle keşfedebileceğini söylüyordu. Öğrenmek için önce bilmediğini kabul etmelisin diyordu. En bilge insan hala öğrenecek çok şeyi olduğunu bilendir.”

Kemal sessizce Zeynep’i dinledi. İlk defa hayatında birinin sözleri onu derinden etkiliyordu. Yıllardır inşa ettiği duvarlar yıkılmaya başlamıştı. “Neden?” dedi sonunda. “Neden dil öğrenmeye bu kadar meraklısın?”

Zeynep’in gözleri parladı. “Çünkü diller bizi birbirimize bağlar. Efendim her dil yeni bir düşünme biçimi, yeni bir bakış açısı demektir. Fransızca öğrendiğimde dünyayı biraz Fransız gibi görmeye başladım. Arapça öğrendiğimde Arap kültürünün derinliğini hissettim. Bir dil öğrenmek sadece kelimeler öğrenmek değil, bir halkın ruhunu anlamaktır.”

Kemal hayatında ilk kez söyleyecek söz bulamadı. O sırada Ahmet odaya girdi. “Efendim basın toplantısı için hazırlıklar tamamlandı. Sizi bekliyorlar.” Kemal başıyla onayladı ve ayağa kalktı. Zeynep’e baktı. “Bu konuşmayı daha sonra sürdüreceğiz. Sen gerçekten olağanüstü bir çocuksun.”

Zeynep nazikçe gülümsedi. “Teşekkür ederim efendim. Ama ben sadece meraklıyım. Herkes öğrenebilir. Yeter ki şans verilsin.” Kemal ofisten çıkarken arkasında bıraktığı genç kızın tüm hayatını değiştireceğini henüz bilmiyordu. Bu karşılaşma sadece onun değil yüzlerce hatta binlerce insanın kaderini etkileyecekti.

Ayşe kızına yaklaştı ve fısıldadı. “Ne yaptın sen öyle? Başımız belaya girecek.” Zeynep annesine gülümsedi. “Merak etme anne, her şey yoluna girecek. Ben sadece doğruyu söyledim.”

Ayşe endişeyle temizlik malzemelerini hazırlamaya başladı. Zeynep ise pencereye yaklaşıp İstanbul’un muhteşem manzarasını seyrettti. Boğazın masmavi suları, iki kıtayı birleştiren köprüler tıpkı kendisi gibi farklı dünyaları birbirine bağlayan köprüler. O gün Kemal Yıldırım’ın ve onun şirketinin tarihinde bir dönüm noktası olacaktı. Gurur ve önyargının yerini alacak olan şey küçük bir kızın bilgeliği ve onun dünyaya getireceği değişim olacaktı.

Toplantı ve Değişim

Toplantı odasında Kemal dikkatini toplayamıyordu. Avrupa Yatırım Bankası’nın temsilcileri konuşurken onun aklı hala az önce yaşadığı olağanüstü karşılaşmadaydı. “Yıldırım Bey, sorumuza cevap verecek misiniz?” diye sordu banka temsilcisi. Kemal dağınık düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı. “Özür dilerim. Ne sormuştunuz?”

Yeni teknoloji projeleriniz için fon kullanım planınızı sormuştuk. “Ah evet.” Kemal konuşmaya başladı. Ancak sözleri mekanikti. Ruhu başka bir yerdeydi. Belki de hayatında ilk kez para ve güçten başka bir şeyi düşünüyordu. Bir çocuğun gözlerindeki zekayı, bir kızın sesindeki bilgeliği ve belki de kendi içindeki boşluğu.

Kemal toplantıdan sonra ofisine döndüğünde Ayşe hala temizlik yapıyordu. Zeynep ise pencerenin yanındaki koltukta oturmuş sessizce kitap okuyordu. Kemal bir an duraksadı, kızı izledi. 12 yaşındaki bu çocuğun sakin tavrı, konsantrasyonu ve olgunluğu onu şaşırtmıştı. Kendi çocukluğunu düşündü. Zengin bir ailenin şımarık çocuğu olarak her istediğini elde etmişti. Ancak hiçbir zaman böyle bir öz, disipline sahip olmamıştı.

“Zeynep,” dedi Kemal sesi normalden daha yumuşaktı. Kız başını kitaptan kaldırdı. “Evet efendim.” Kemal masasına oturdu ve ona yaklaşmasını işaret etti. “Gel bakalım seninle konuşmak istiyorum.” Zeynep nazikçe kitabını kapattı ve Kemal’in masasına yaklaştı. Annesi endişeyle onlara bakıyordu. Ancak temizliğe devam etti. “Nasıl olur da senin gibi bir çocuk 11 dil öğrenebilir?” diye sordu. Kemal gerçekten merak ediyordu.

“Bu bu nerede neredeyse imkansız.” Zeynep gülümsedi. “İmkansız değil efendim. Sadece çok çalışma ve tutku gerekiyor. Ben dillere aşığım. Her yeni dil yeni bir dünya demek benim için.”

“Peki ailenin durumu?” yani Kemal kelimelerini dikkatle seçmeye çalıştı. “Fakir olduğumuzu mu demek istiyorsunuz?” dedi Zeynep direkt bir şekilde. “Evet, zengin değiliz. Annem çok çalışıyor. Babam ise bir iş kazası geçirdi ve artık çalışamıyor. Ama bilgi için para gerekmez efendim. Kütüphaneler ücretsiz, internet, kafeler ucuz ve öğrenmek isteyen biri için her yer bir okuldur.”

Kemal etkilenmişti. “Peki o eski metni gerçekten okuyabildin mi? Yani tamamen?” “Evet efendim. Biraz zorluydu çünkü bazı diyalektler çok eskiydi ama genel anlamını çıkarabildim.”

“Ve ne diyordu tam olarak?” Zeynep derin bir nefes aldı. “Metin gerçek zenginlik ve bilgelik üzerineydi. Şöyle diyordu: ‘İnsan zenginliğini altınla ölçerse ruhunu fakirleştirir. Gerçek zenginlik başkalarının ruhundaki zenginliği görebilmekte.’ Kendini diğerlerinden üstün gören aslında en alttadır. Çünkü kibir insanın gözlerini kör eder ve kulağını sağır.”

Kemal’in yüzü solgunlaştı. Bu sözler sanki doğrudan ona söylenmiş gibiydi. Yıllardır insanlara nasıl davrandığını, kibrinin onu nasıl yalnızlaştırdığını düşündü. Daha daha başka ne diyordu diye sordu. “Sesi hafifçe titreyerek Zeynep devam etti. Metin insanın gerçek potansiyelini ancak alçak gönüllülükle keşfedebileceğini söylüyordu. Öğrenmek için önce bilmediğini kabul etmelisin diyordu. En bilge insan hala öğrenecek çok şeyi olduğunu bilendir.”

Kemal sessizce Zeynep’i dinledi. İlk defa hayatında birinin sözleri onu derinden etkiliyordu. Yıllardır inşa ettiği duvarlar yıkılmaya başlamıştı. “Neden?” dedi sonunda. “Neden dil öğrenmeye bu kadar meraklısın?”

Zeynep’in gözleri parladı. “Çünkü diller bizi birbirimize bağlar. Efendim her dil yeni bir düşünme biçimi, yeni bir bakış açısı demektir. Fransızca öğrendiğimde dünyayı biraz Fransız gibi görmeye başladım. Arapça öğrendiğimde Arap kültürünün derinliğini hissettim. Bir dil öğrenmek sadece kelimeler öğrenmek değil, bir halkın ruhunu anlamaktır.”

Kemal hayatında ilk kez söyleyecek söz bulamadı. O sırada Ahmet odaya girdi. “Efendim basın toplantısı için hazırlıklar tamamlandı. Sizi bekliyorlar.” Kemal başıyla onayladı ve ayağa kalktı. Zeynep’e baktı. “Bu konuşmayı daha sonra sürdüreceğiz. Sen gerçekten olağanüstü bir çocuksun.”

Zeynep nazikçe gülümsedi. “Teşekkür ederim efendim. Ama ben sadece meraklıyım. Herkes öğrenebilir. Yeter ki şans verilsin.” Kemal ofisten çıkarken arkasında bıraktığı genç kızın tüm hayatını değiştireceğini henüz bilmiyordu. Bu karşılaşma sadece onun değil yüzlerce hatta binlerce insanın kaderini etkileyecekti.

Ayşe kızına yaklaştı ve fısıldadı. “Ne yaptın sen öyle? Başımız belaya girecek.” Zeynep annesine gülümsedi. “Merak etme anne, her şey yoluna girecek. Ben sadece doğruyu söyledim.”

Ayşe endişeyle temizlik malzemelerini hazırlamaya başladı. Zeynep ise pencereye yaklaşıp İstanbul’un muhteşem manzarasını seyrettti. Boğazın masmavi suları, iki kıtayı birleştiren köprüler tıpkı kendisi gibi farklı dünyaları birbirine bağlayan köprüler. O gün Kemal Yıldırım’ın ve onun şirketinin tarihinde bir dönüm noktası olacaktı. Gurur ve önyargının yerini alacak olan şey küçük bir kızın bilgeliği ve onun dünyaya getireceği değişim olacaktı.

Toplantı ve Değişim

Toplantı odasında Kemal dikkatini toplayamıyordu. Avrupa Yatırım Bankası’nın temsilcileri konuşurken onun aklı hala az önce yaşadığı olağanüstü karşılaşmadaydı. “Yıldırım Bey, sorumuza cevap verecek misiniz?” diye sordu banka temsilcisi. Kemal dağınık düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı. “Özür dilerim. Ne sormuştunuz?”

Yeni teknoloji projeleriniz için fon kullanım planınızı sormuştuk. “Ah evet.” Kemal konuşmaya başladı. Ancak sözleri mekanikti. Ruhu başka bir yerdeydi. Belki de hayatında ilk kez para ve güçten başka bir şeyi düşünüyordu. Bir çocuğun gözlerindeki zekayı, bir kızın sesindeki bilgeliği ve belki de kendi içindeki boşluğu.

Kemal toplantıdan sonra ofisine döndüğünde Ayşe hala temizlik yapıyordu. Zeynep ise pencerenin yanındaki koltukta oturmuş sessizce kitap okuyordu. Kemal bir an duraksadı, kızı izledi. 12 yaşındaki bu çocuğun sakin tavrı, konsantrasyonu ve olgunluğu onu şaşırtmıştı. Kendi çocukluğunu düşündü. Zengin bir ailenin şımarık çocuğu olarak her istediğini elde etmişti. Ancak hiçbir zaman böyle bir öz, disipline sahip olmamıştı.

“Zeynep,” dedi Kemal sesi normalden daha yumuşaktı. Kız başını kitaptan kaldırdı. “Evet efendim.” Kemal masasına oturdu ve ona yaklaşmasını işaret etti. “Gel bakalım seninle konuşmak istiyorum.” Zeynep nazikçe kitabını kapattı ve Kemal’in masasına yaklaştı. Annesi endişeyle onlara bakıyordu. Ancak temizliğe devam etti. “Nasıl olur da senin gibi bir çocuk 11 dil öğrenebilir?” diye sordu. Kemal gerçekten merak ediyordu.

“Bu bu nerede neredeyse imkansız.” Zeynep gülümsedi. “İmkansız değil efendim. Sadece çok çalışma ve tutku gerekiyor. Ben dillere aşığım. Her yeni dil yeni bir dünya demek benim için.”

“Peki ailenin durumu?” yani Kemal kelimelerini dikkatle seçmeye çalıştı. “Fakir olduğumuzu mu demek istiyorsunuz?” dedi Zeynep direkt bir şekilde. “Evet, zengin değiliz. Annem çok çalışıyor. Babam ise bir iş kazası geçirdi ve artık çalışamıyor. Ama bilgi için para gerekmez efendim. Kütüphaneler ücretsiz, internet, kafeler ucuz ve öğrenmek isteyen biri için her yer bir okuldur.”

Kemal etkilenmişti. “Peki o eski metni gerçekten okuyabildin mi? Yani tamamen?” “Evet efendim. Biraz zorluydu çünkü bazı diyalektler çok eskiydi ama genel anlamını çıkarabildim.”

“Ve ne diyordu tam olarak?” Zeynep derin bir nefes aldı. “Metin gerçek zenginlik ve bilgelik üzerineydi. Şöyle diyordu: ‘İnsan zenginliğini altınla ölçerse ruhunu fakirleştirir. Gerçek zenginlik başkalarının ruhundaki zenginliği görebilmekte.’ Kendini diğerlerinden üstün gören aslında en alttadır. Çünkü kibir insanın gözlerini kör eder ve kulağını sağır.”

Kemal’in yüzü solgunlaştı. Bu sözler sanki doğrudan ona söylenmiş gibiydi. Yıllardır insanlara nasıl davrandığını, kibrinin onu nasıl yalnızlaştırdığını düşündü. Daha daha başka ne diyordu diye sordu. “Sesi hafifçe titreyerek Zeynep devam etti. Metin insanın gerçek potansiyelini ancak alçak gönüllülükle keşfedebileceğini söylüyordu. Öğrenmek için önce bilmediğini kabul etmelisin diyordu. En bilge insan hala öğrenecek çok şeyi olduğunu bilendir.”

Kemal sessizce Zeynep’i dinledi. İlk defa hayatında birinin sözleri onu derinden etkiliyordu. Yıllardır inşa ettiği duvarlar yıkılmaya başlamıştı. “Neden?” dedi sonunda. “Neden dil öğrenmeye bu kadar meraklısın?”

Zeynep’in gözleri parladı. “Çünkü diller bizi birbirimize bağlar. Efendim her dil yeni bir düşünme biçimi, yeni bir bakış açısı demektir. Fransızca öğrendiğimde dünyayı biraz Fransız gibi görmeye başladım. Arapça öğrendiğimde Arap kültürünün derinliğini hissettim. Bir dil öğrenmek sadece kelimeler öğrenmek değil, bir halkın ruhunu anlamaktır.”

Kemal hayatında ilk kez söyleyecek söz bulamadı. O sırada Ahmet odaya girdi. “Efendim basın toplantısı için hazırlıklar tamamlandı. Sizi bekliyorlar.” Kemal başıyla onayladı ve ayağa kalktı. Zeynep’e baktı. “Bu konuşmayı daha sonra sürdüreceğiz. Sen gerçekten olağanüstü bir çocuksun.”

Zeynep nazikçe gülümsedi. “Teşekkür ederim efendim. Ama ben sadece meraklıyım. Herkes öğrenebilir. Yeter ki şans verilsin.” Kemal ofisten çıkarken arkasında bıraktığı genç kızın tüm hayatını değiştireceğini henüz bilmiyordu. Bu karşılaşma sadece onun değil yüzlerce hatta binlerce insanın kaderini etkileyecekti.

Ayşe kızına yaklaştı ve fısıldadı. “Ne yaptın sen öyle? Başımız belaya girecek.” Zeynep annesine gülümsedi. “Merak etme anne, her şey yoluna girecek. Ben sadece doğruyu söyledim.”

Ayşe endişeyle temizlik malzemelerini hazırlamaya başladı. Zeynep ise pencereye yaklaşıp İstanbul’un muhteşem manzarasını seyrettti. Boğazın masmavi suları, iki kıtayı birleştiren köprüler tıpkı kendisi gibi farklı dünyaları birbirine bağlayan köprüler. O gün Kemal Yıldırım’ın ve onun şirketinin tarihinde bir dönüm noktası olacaktı. Gurur ve önyargının yerini alacak olan şey küçük bir kızın bilgeliği ve onun dünyaya getireceği değişim olacaktı.

Toplantı ve Değişim

Toplantı odasında Kemal dikkatini toplayamıyordu. Avrupa Yatırım Bankası’nın temsilcileri konuşurken onun aklı hala az önce yaşadığı olağanüstü karşılaşmadaydı. “Yıldırım Bey, sorumuza cevap verecek misiniz?” diye sordu banka temsilcisi. Kemal dağınık düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı. “Özür dilerim. Ne sormuştunuz?”

Yeni teknoloji projeleriniz için fon kullanım planınızı sormuştuk. “Ah evet.” Kemal konuşmaya başladı. Ancak sözleri mekanikti. Ruhu başka bir yerdeydi. Belki de hayatında ilk kez para ve güçten başka bir şeyi düşünüyordu. Bir çocuğun gözlerindeki zekayı, bir kızın sesindeki bilgeliği ve belki de kendi içindeki boşluğu.

Kemal toplantıdan sonra ofisine döndüğünde Ayşe hala temizlik yapıyordu. Zeynep ise pencerenin yanındaki koltukta oturmuş sessizce kitap okuyordu. Kemal bir an duraksadı, kızı izledi. 12 yaşındaki bu çocuğun sakin tavrı, konsantrasyonu ve olgunluğu onu şaşırtmıştı. Kendi çocukluğunu düşündü. Zengin bir ailenin şımarık çocuğu olarak her istediğini elde etmişti. Ancak hiçbir zaman böyle bir öz, disipline sahip olmamıştı.

“Zeynep,” dedi Kemal sesi normalden daha yumuşaktı. Kız başını kitaptan kaldırdı. “Evet efendim.” Kemal masasına oturdu ve ona yaklaşmasını işaret etti. “Gel bakalım seninle konuşmak istiyorum.” Zeynep nazikçe kitabını kapattı ve Kemal’in masasına yaklaştı. Annesi endişeyle onlara bakıyordu. Ancak temizliğe devam etti. “Nasıl olur da senin gibi bir çocuk 11 dil öğrenebilir?” diye sordu. Kemal gerçekten merak ediyordu.

“Bu bu nerede neredeyse imkansız.” Zeynep gülümsedi. “İmkansız değil efendim. Sadece çok çalışma ve tutku gerekiyor. Ben dillere aşığım. Her yeni dil yeni bir dünya demek benim için.”

“Peki ailenin durumu?” yani Kemal kelimelerini dikkatle seçmeye çalıştı. “Fakir olduğumuzu mu demek istiyorsunuz?” dedi Zeynep direkt bir şekilde. “Evet, zengin değiliz. Annem çok çalışıyor. Babam ise bir iş kazası geçirdi ve artık çalışamıyor. Ama bilgi için para gerekmez efendim. Kütüphaneler ücretsiz, internet, kafeler ucuz ve öğrenmek isteyen biri için her yer bir okuldur.”

Kemal etkilenmişti. “Peki o eski metni gerçekten okuyabildin mi? Yani tamamen?” “Evet efendim. Biraz zorluydu çünkü bazı diyalektler çok eskiydi ama genel anlamını çıkarabildim.”

“Ve ne diyordu tam olarak?” Zeynep derin bir nefes aldı. “Metin gerçek zenginlik ve bilgelik üzerineydi. Şöyle diyordu: ‘İnsan zenginliğini altınla ölçerse ruhunu fakirleştirir. Gerçek zenginlik başkalarının ruhundaki zenginliği görebilmekte.’ Kendini diğerlerinden üstün gören aslında en alttadır. Çünkü kibir insanın gözlerini kör eder ve kulağını sağır.”

Kemal’in yüzü solgunlaştı. Bu sözler sanki doğrudan ona söylenmiş gibiydi. Yıllardır insanlara nasıl davrandığını, kibrinin onu nasıl yalnızlaştırdığını düşündü. Daha daha başka ne diyordu diye sordu. “Sesi hafifçe titreyerek Zeynep devam etti. Metin insanın gerçek potansiyelini ancak alçak gönüllülükle keşfedebileceğini söylüyordu. Öğrenmek için önce bilmediğini kabul etmelisin diyordu. En bilge insan hala öğrenecek çok şeyi olduğunu bilendir.”

Kemal sessizce Zeynep’i dinledi. İlk defa hayatında birinin sözleri onu derinden etkiliyordu. Yıllardır inşa ettiği duvarlar yıkılmaya başlamıştı. “Neden?” dedi sonunda. “Neden dil öğrenmeye bu kadar meraklısın?”

Zeynep’in gözleri parladı. “Çünkü diller bizi birbirimize bağlar. Efendim her dil yeni bir düşünme biçimi, yeni bir bakış açısı demektir. Fransızca öğrendiğimde dünyayı biraz Fransız gibi görmeye başladım. Arapça öğrendiğimde Arap kültürünün derinliğini hissettim. Bir dil öğrenmek sadece kelimeler öğrenmek değil, bir halkın ruhunu anlamaktır.”

Kemal hayatında ilk kez söyleyecek söz bulamadı. O sırada Ahmet odaya girdi. “Efendim basın toplantısı için hazırlıklar tamamlandı. Sizi bekliyorlar.” Kemal başıyla onayladı ve ayağa kalktı. Zeynep’e baktı. “Bu konuşmayı daha sonra sürdüreceğiz. Sen gerçekten olağanüstü bir çocuksun.”

Zeynep nazikçe gülümsedi. “Teşekkür ederim efendim. Ama ben sadece meraklıyım. Herkes öğrenebilir. Yeter ki şans verilsin.” Kemal ofisten çıkarken arkasında bıraktığı genç kızın tüm hayatını değiştireceğini henüz bilmiyordu. Bu karşılaşma sadece onun değil yüzlerce hatta binlerce insanın kaderini etkileyecekti.

Ayşe kızına yaklaştı ve fısıldadı. “Ne yaptın sen öyle? Başımız belaya girecek.” Zeynep annesine gülümsedi. “Merak etme anne, her şey yoluna girecek. Ben sadece doğruyu söyledim.”

Ayşe endişeyle temizlik malzemelerini hazırlamaya başladı. Zeynep ise pencereye yaklaşıp İstanbul’un muhteşem manzarasını seyrettti. Boğazın masmavi suları, iki kıtayı birleştiren köprüler tıpkı kendisi gibi farklı dünyaları birbirine bağlayan köprüler. O gün Kemal Yıldırım’ın ve onun şirketinin tarihinde bir dönüm noktası olacaktı. Gurur ve önyargının yerini alacak olan şey küçük bir kızın bilgeliği ve onun dünyaya getireceği değişim olacaktı.

Toplantı ve Değişim

Toplantı odasında Kemal dikkatini toplayamıyordu. Avrupa Yatırım Bankası’nın temsilcileri konuşurken onun aklı hala az önce yaşadığı olağanüstü karşılaşmadaydı. “Yıldırım Bey, sorumuza cevap verecek misiniz?” diye sordu banka temsilcisi. Kemal dağınık düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı. “Özür dilerim. Ne sormuştunuz?”

Yeni teknoloji projeleriniz için fon kullanım planınızı sormuştuk. “Ah evet.” Kemal konuşmaya başladı. Ancak sözleri mekanikti. Ruhu başka bir yerdeydi. Belki de hayatında ilk kez para ve güçten başka bir şeyi düşünüyordu. Bir çocuğun gözlerindeki zekayı, bir kızın sesindeki bilgeliği ve belki de kendi içindeki boşluğu.

Kemal toplantıdan sonra ofisine döndüğünde Ayşe hala temizlik yapıyordu. Zeynep ise pencerenin yanındaki koltukta oturmuş sessizce kitap okuyordu. Kemal bir an duraksadı, kızı izledi. 12 yaşındaki bu çocuğun sakin tavrı, konsantrasyonu ve olgunluğu onu şaşırtmıştı. Kendi çocukluğunu düşündü. Zengin bir ailenin şımarık çocuğu olarak her istediğini elde etmişti. Ancak hiçbir zaman böyle bir öz, disipline sahip olmamıştı.

“Zeynep,” dedi Kemal sesi normalden daha yumuşaktı. Kız başını kitaptan kaldırdı. “Evet efendim.” Kemal masasına oturdu ve ona yaklaşmasını işaret etti. “Gel bakalım seninle konuşmak istiyorum.” Zeynep nazikçe kitabını kapattı ve Kemal’in masasına yaklaştı. Annesi endişeyle onlara bakıyordu. Ancak temizliğe devam etti. “Nasıl olur da senin gibi bir çocuk 11 dil öğrenebilir?” diye sordu. Kemal gerçekten merak ediyordu.

“Bu bu nerede neredeyse imkansız.” Zeynep gülümsedi. “İmkansız değil efendim. Sadece çok çalışma ve tutku gerekiyor. Ben dillere aşığım. Her yeni dil yeni bir dünya demek benim için.”

“Peki ailenin durumu?” yani Kemal kelimelerini dikkatle seçmeye çalıştı. “Fakir olduğumuzu mu demek istiyorsunuz?” dedi Zeynep direkt bir şekilde. “Evet, zengin değiliz. Annem çok çalışıyor. Babam ise bir iş kazası geçirdi ve artık çalışamıyor. Ama bilgi için para gerekmez efendim. Kütüphaneler ücretsiz, internet, kafeler ucuz ve öğrenmek isteyen biri için her yer bir okuldur.”

Kemal etkilenmişti. “Peki o eski metni gerçekten okuyabildin mi? Yani tamamen?” “Evet efendim. Biraz zorluydu çünkü bazı diyalektler çok eskiydi ama genel anlamını çıkarabildim.”

“Ve ne diyordu tam olarak?” Zeynep derin bir nefes aldı. “Metin gerçek zenginlik ve bilgelik üzerineydi. Şöyle diyordu: ‘İnsan zenginliğini altınla ölçerse ruhunu fakirleştirir. Gerçek zenginlik başkalarının ruhundaki zenginliği görebilmekte.’ Kendini diğerlerinden üstün gören aslında en alttadır. Çünkü kibir insanın gözlerini kör eder ve kulağını sağır.”

Kemal’in yüzü solgunlaştı. Bu sözler sanki doğrudan ona söylenmiş gibiydi. Yıllardır insanlara nasıl davrandığını, kibrinin onu nasıl yalnızlaştırdığını düşündü. Daha daha başka ne diyordu diye sordu. “Sesi hafifçe titreyerek Zeynep devam etti. Metin insanın gerçek potansiyelini ancak alçak gönüllülükle keşfedebileceğini söylüyordu. Öğrenmek için önce bilmediğini kabul etmelisin diyordu. En bilge insan hala öğrenecek çok şeyi olduğunu bilendir.”

Kemal sessizce Zeynep’i dinledi. İlk defa hayatında birinin sözleri onu derinden etkiliyordu. Yıllardır inşa ettiği duvarlar yıkılmaya başlamıştı. “Neden?” dedi sonunda. “Neden dil öğrenmeye bu kadar meraklısın?”

Zeynep’in gözleri parladı. “Çünkü diller bizi birbirimize bağlar. Efendim her dil yeni bir düşünme biçimi, yeni bir bakış açısı demektir. Fransızca öğrendiğimde dünyayı biraz Fransız gibi görmeye başladım. Arapça öğrendiğimde Arap kültürünün derinliğini hissettim. Bir dil öğrenmek sadece kelimeler öğrenmek değil, bir halkın ruhunu anlamaktır.”

Kemal hayatında ilk kez söyleyecek söz bulamadı. O sırada Ahmet odaya girdi. “Efendim basın toplantısı için hazırlıklar tamamlandı. Sizi bekliyorlar.” Kemal başıyla onayladı ve ayağa kalktı. Zeynep’e baktı. “Bu konuşmayı daha sonra sürdüreceğiz. Sen gerçekten olağanüstü bir çocuksun.”

Zeynep nazikçe gülümsedi. “Teşekkür ederim efendim. Ama ben sadece meraklıyım. Herkes öğrenebilir. Yeter ki şans verilsin.” Kemal ofisten çıkarken arkasında bıraktığı genç kızın tüm hayatını değiştireceğini henüz bilmiyordu. Bu karşılaşma sadece onun değil yüzlerce hatta binlerce insanın kaderini etkileyecekti.

Ayşe kızına yaklaştı ve fısıldadı. “Ne yaptın sen öyle? Başımız belaya girecek.” Zeynep annesine gülümsedi. “Merak etme anne, her şey yoluna girecek. Ben sadece doğruyu söyledim.”

Ayşe endişeyle temizlik malzemelerini hazırlamaya başladı. Zeynep ise pencereye yaklaşıp İstanbul’un muhteşem manzarasını seyrettti. Boğazın masmavi suları, iki kıtayı birleştiren köprüler tıpkı kendisi gibi farklı dünyaları birbirine bağlayan köprüler. O gün Kemal Yıldırım’ın ve onun şirketinin tarihinde bir dönüm noktası olacaktı. Gurur ve önyargının yerini alacak olan şey küçük bir kızın bilgeliği ve onun dünyaya getireceği değişim olacaktı.

Toplantı ve Değişim

Toplantı odasında Kemal dikkatini toplayamıyordu. Avrupa Yatırım Bankası’nın temsilcileri konuşurken onun aklı hala az önce yaşadığı olağanüstü karşılaşmadaydı. “Yıldırım Bey, sorumuza cevap verecek misiniz?” diye sordu banka temsilcisi. Kemal dağınık düşüncelerinden sıyrılmaya çalıştı. “Özür dilerim. Ne sormuştunuz?”

Yeni teknoloji projeleriniz için fon kullanım planınızı sormuştuk. “Ah evet.” Kemal konuşmaya başladı. Ancak sözleri mekanikti. Ruhu başka bir yerdeydi. Belki de hayatında ilk kez para ve güçten başka bir şeyi düşünüyordu. Bir çocuğun gözlerindeki zekayı, bir kızın sesindeki bilgeliği ve belki de kendi içindeki boşluğu.

Kemal toplantıdan sonra ofisine döndüğünde Ayşe hala temizlik yapıyordu. Zeynep ise pencerenin yanındaki koltukta oturmuş sessizce kitap okuyordu. Kemal bir an duraksadı, kızı

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News