Amerikan Poligonunda Kimse Hedefi Vuramadı — Ta Ki Bir Bordo Bereli Tüfeği Eline Alana Kadar

Amerikan Poligonunda Kimse Hedefi Vuramadı — Ta Ki Bir Bordo Bereli Tüfeği Eline Alana Kadar

.
.

“Rüzgarın Sırrı: Ahmet Yıldız’ın Hikâyesi”

1. Sabahın Sessizliği

Amerika’daki askeri atış poligonunda sabah güneşi yeni doğuyordu. Poligonun uzak köşesinde, 1800 metredeki çelik hedef saatlerdir vurulamamıştı. Genç Amerikalı nişancılar, son teknoloji tüfeklerle, balistik bilgisayarlarla ve lazerli dürbünlerle denemeye devam ediyordu. Fakat hiçbir mermi hedefi bulmuyordu. Hedef, ufukta kaybolan küçük bir siluetti; adeta meydan okuyan bir gölge.

Tam o anda, poligonun girişinde yaşlı bir adam belirdi. Ahmet Yıldız. Kimse farkında değildi ama o, Türk özel kuvvetlerinden emekli bir bordo bereliydi. Yıllarını dağlarda geçirmiş, rüzgarı makinelerden daha iyi okumayı öğrenmişti. Bugün, Amerika topraklarında o rüzgar yeniden onun dilinden konuşacaktı.

2. Karşılaşma

Amerikalı Başçavuş Mike Anderson, poligondaki sessizliği bir bıçak gibi yardı. Bakışları askerlerinden çok, ateş hattının gerisinde sessizce duran yaşlı adama kilitlenmişti.

“Burası nereye geldiğini biliyor musun dede?” diye sordu alaycı bir sesle.

Ahmet Yıldız, solmuş kot pantolonu ve yıpranmış iş gömleğiyle, elinde bezle sarılı uzun bir nesne tutuyordu. Duruşu sakindi ama gözleri keskindi. Poligondaki bayraklara baktı. Her biri farklı bir rüzgar hikayesi anlatıyordu. Genç Amerikan askerlerinin son teknoloji ekipmanlarının çözemediği bir kaos vardı.

“Rüzgar bugün çok karışık,” dedi Ahmet, alçak ama sarsılmaz bir tonda. “Sadece bir rüzgar yok. Üç farklı rüzgar var.”

Anderson kısa bir kahkaha attı. “Dinle amca, bu iş parmakla rüzgar ölçmek kadar basit değil. Biz burada mermi dönüşü, atmosfer basıncı ve sıcaklık değişimleriyle uğraşıyoruz.”

Ahmet hafifçe omuz silkti. “Bileğindeki o cihaz 1000 metre ötedeki kayalıklardan yükselen termal akımı göremez. Soldaki vadiden gelen aşağı akımı hissedemez. Hedef tarafındaki bayrak seni yanıltıyor.”

3. Eski Tüfek

Anderson meydan okudu. “Sanırım sen daha iyisini yapabilirsin. O nedir? Dedenin sincap tüfeği mi?”

Ahmet bez parçasını açtı. Ahşap ve çelikten yapılmış eski bir Sovyet Dragunov keskin nişancı tüfeğiydi. Üzeri sayısız çentikle doluydu. Askerler nefeslerini tuttu. Anderson alaycı bir kahkaha attı. “O antika hedefe ulaşmaz. Namlusu çürümüştür.”

O anda Anderson’ın parmağı tüfeğin dipçiğindeki derin bir oyuğa dokundu. Ahmet’in zihninde dünya değişti. Artık 84 yaşında değildi, 19 yaşındaydı. Doğu Anadolu’nun sisli dağlarındaydı. Tetiği çektiğinde susturucunun boğuk sesi dağlara karıştı. Gözlerini açtığında tekrar poligondaydı.

4. Gerilim

Başçavuş Anderson artık tamamen kararlıydı. “Yeter artık!” diye bağırdı. “Canlı atış tatbikatına müdahale ediyorsunuz ve askerlerimi tehlikeye atıyorsunuz. Buradan hemen çıkın!”

Anderson sert bir adımla yaklaşıp Ahmet’in omzuna dokundu. Eli yaşlı adamın ceketine değdiği anda havadaki gerilim daha da arttı. Ahmet kıpırdamadı. Sadece başını kaldırdı. Gözlerindeki ifade öfke değildi. Korku da değildi. Sadece derin, yorgun bir üzüntü ve biraz da merhamet vardı.

Tam o sırada ilk siren sesi duyuldu. Tepeyi dönen üç siyah askeri araç poligona girdi. Camları karartılmıştı. Araçlar ateş hattının yanına gelince aniden durdu. Kapılar açıldı. İlk çıkan Albay Carter’dı. Ama arka kapı açıldığında ortam tamamen değişti. İçeriden uzun boylu bir adam indi. Omuzlarında gümüş yıldızlar parlıyordu. Bir tuğgeneraldi.

5. Saygı ve Onur

Tuğgeneral doğrudan Ahmet Yıldız’ın karşısında durdu. Sonra sağ elini alnına götürdü. Hayatında attığı en net, en keskin selamı verdi.

“Sayın Yıldız,” dedi general, sesi titremeden ama saygıyla. “Bir onur efendim.”

Anderson’ın yüzü bembeyaz kesilmişti. “Komutanım, bu adam izinsiz girdi…”

Tuğgeneral başını Anderson’a çevirdi. “Bu toprakta onun benden veya senden daha fazla yetkisi var. Bu adamın kim olduğunu biliyor musunuz? Bu Ahmet Yıldız, Türk özel kuvvetlerinin efsanesi, dağların hayaleti. Haritalarda bile işaretlenmemiş yerlere gitti. Kaybolan askerleri geri getirdi. Hiç rütbe takmadı. Kendisine verilen her madalyayı reddetti.”

General sustu, herkes nefesini tutmuştu. Sonra Ahmet’in yakasındaki küçük metal parçaya dokundu. “Bu parça bir madalya değil. O kurtarma sırasında aldığı yaradan kalan şarapnel ve bu onun gibi bir adamın verebileceği en yüksek onurdur.”

6. Atış

General şahsen Ahmet Yıldız’a ateş hattına kadar eşlik etti. “Bay Yıldız, bu askerlerimize nasıl yapıldığını gösterme onurunu bize verir misiniz?”

Ahmet yere yattı. Eski Dragunov’un arkasına yerleşti. “Bilgisayarlarınız veri arıyor. Ama asıl bakmanız gereken işaretlerdir. 1000 metredeki kayaların üzerindeki parıltı termal akım. 1500 metredeki çimenler neredeyse kıpırdamıyor. Hedef tarafındaki bayrak tamamen yanıltıcı.”

Dürbünde birkaç küçük ayar yaptı. Yanağını tüfeğin yıpranmış dipçiğine yasladı. Derin bir nefes aldı. Yarısını bıraktı. Poligon sessizleşti. Tüm gözler ona çevrilmişti. Eski Dragunov ateş etti. Bir an boyunca kimse nefes almadı. Sonra 1800 metreden gelen net bir çın sesi. Mermi hedefin tam merkezine çarpmıştı.

7. Değişim

Genç askerlerden alkış ve tezahüratlar yükseldi. Başçavuş Anderson’un yüzünde utançla karışık bir hayranlık vardı. Takip eden haftalarda poligondaki atmosfer tamamen değişti. Artık tüm keskin nişancı ekibi tozlu zemine oturuyordu. Ellerinde modern tüfekler yoktu, dinliyorlardı. Dairenin ortasında Ahmet Yıldız vardı. Elinde sadece bir çimen yaprağı tutuyordu. Rüzgarı nasıl okuyacağını o yaprağın titreşiminden anlatıyordu ve anlattıkları 10.000 dolarlık cihazların veremediği kadar netti.

Kısa bir süre sonra eğitim merkezinin resmi doktrinlerine yeni bir madde eklendi. Adı: Yıldız Rüzgar Doktrini. Rüzgarı hissetmeden nişan almak artık eksik bir eğitim sayılıyordu.

8. Veda

Bir ay sonra Anderson bir cumartesi günü sivil kıyafetleriyle küçük bir hırdavatçıdaydı. Rafların arasında tanıdık bir yüz gördü. Ahmet Yıldız yaklaştı. Gülümseyerek elini uzattı.

“Bay Yıldız, size teşekkür etmek istiyorum. O hafta bana bütün kariyerim boyunca öğrendiklerimden daha fazlasını öğrettiniz.”

Ahmet başını salladı. Gülümsemesi sıcak ve sakindi. Elini Anderson’ın omzuna koydu. “İyi bir askersin evlat. Sadece kitabı okuyordun ama havayı okumayı unutmuştun. Dinlemeye devam et evlat. Sade dilmeyi.”

Anderson onun uzaklaşan siluetine baktı. O sessiz adam, bütün bir nesle tek bir gerçeği hatırlatmıştı:
En güçlü silah elindeki değil, kafandaki bilgidir.

SON

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News