Astsubay Kızı: Onurunu Çiğnediler, 20 Yıl Sonra İmparatorluklarını Yıktı!

Astsubay Kızı: Onurunu Çiğnediler, 20 Yıl Sonra İmparatorluklarını Yıktı!

.

I. Aşağılanma ve Yemin: Kırılan Onur

Koridorun buz gibi mermer zemininde yankılanan o ses, gürültülü ve keskin, tıpkı bir kamçı gibi şaklıyordu: “Defol git buradan! Pislik!”

Yüzbaşı Aslı Soykan’ın sesiydi bu. Gözleri, tam karşısında duran Teğmen Elif Karahan’a bir yırtıcının avına kilitlendiği gibi kilitlenmişti.

“Duymadın mı beni?” diye tısladı Aslı, sesi daha da zehirli bir tona bürünmüştü. “Senin gibi birinin gölgesi bile bu karargâhı kirletir. Babanın rütbesi neydi? Sahip astsubay mı? Hah! Ne bekliyordum ki? Kan, işte kan çekiyor.”

Elif, tek bir kelime etmedi. Çenesi kasılmış, gözleri alev alev yanıyordu ama duruşu bir heykel kadar hareketsizdi. Askeri nizamın çelikten bir zırh gibi sardığı bedeni, içindeki fırtınayı gizliyordu.

Aslı, elindeki dosyayı Elif’in göğsüne fırlattı. Kâğıtlar havada savrularak etrafa saçıldı. “Bunları topla. Sonra da gözümün önünden kaybol. Bir daha seni bu katta görmeyeceğim.”

Elif yavaşça eğildi. Etrafa saçılan her bir kâğıdı toplarken, yüzüne düşen saçları ifadesini gizliyordu. Ama o an, o zehirli sözlerin ve aşağılamanın kalbine saplandığı o an, duyulmayan ama dağları yerinden oynatacak kadar güçlü bir yemin edildi.

Bu koridor, bu an, 20 yıl sürecek bir savaşın ilk cephesiydi. O gün aşağılanan Teğmen Elif Karahan ölecek ve küllerinden, Türk Silahlı Kuvvetlerinin en karanlık koridorlarında fısıltıyla anılacak bir efsane doğacaktı. Kod adı: Zehir.

Yemekhane Trajedisi

Elif’in zihnine kızgın bir demirle dağlanmış gibi kazınan bir yer vardı: Askeri Lisenin yemekhanesi. Burası onun için sadece yemek yenen bir yer değil, yoksulluğunu her gün yeniden kanıtlamak zorunda olduğu bir infaz alanıydı.

O gün, günlerdir süren açlık başını döndürecek raddeye gelmişti. Bilinçsizce, belki artık yemeklerden bir parça alabilirim umuduyla yemekhaneye doğru yürüdü. İçeri adımını attığı an, gürültü kesildi. Yüzlerce öğrenci, sirkteki bir maymunu izler gibi ona baktı.

Tam o sırada, merkezdeki masada oturan Aslı Soykan onu fark etti. Aslı, elinde neredeyse tamamen bitmiş bir yemek tepsisiyle ona doğru yovadı.

“Aman aman kimler gelmiş? Okulumuzun meşhur Elif Karahan’ı değil mi bu?” dedi alaycı bir sesle.

Aslı, çatalıyla tepside kalan son lokma, yarısı yenmiş köfteyi aldı ve Elif’in gözlerinin önünde salladı. “Aç mısın? İster misin bunu? Acıdım da sana veriyorum.”

Bu, bir merhamet değil, alenen bir aşağılamaydı. Bir köpeğe yemek atar gibi bir davranış. Elif, gözyaşları birikmişken başını iki yana salladı: “Hayır, teşekkür ederim.”

“Ne o? Gurur mu yaptın? Bak sen, biraz astsubay artığında bile gurur varmış.” Aslı alay etti ve köfteyi yere fırlattı. Köfte, Elif’in eskimiş botlarının önünde durdu. O, Elif’in ayaklar altına alınmış onuruydu.

Aslı, alaycı bir kahkaha attı: “Al dayı. O zaman belki seni yanımızda ayak işlerimizi yapman için tutmayı düşünebiliriz.”

İşte o an, Elif’in içinde bir şeyler paramparça oldu. Utanç ya da acı hissetmiyordu. Onun yerine buz gibi bir öfke tüm bedenini sardı. Hayatında ilk kez doğrudan Aslı Soykan’ın gözlerinin içine baktı.

“Bunu asla unutmayacağım,” dedi. Sesi alçak ama kararlıydı.

Aslı, kibirli bir şekilde gülümsedi: “Ömür boyu hatırla. Çünkü sen her zaman benim ayaklarımın altında olacaksın.”

O gün, o soğuk yemekhane zemininde Elif Karahan’ın intikamı başlamıştı. Açlıktan bile daha güçlü bir nefret, ruhunu doldurmuştu.

II. Zehir’in Yükselişi ve Ikarus Projesi

20 yıl sonra. Ankara’nın kalbinde, Milli İstihbarat Teşkilatının siber operasyonlar için kullandığı, yerin yedi kat altındaki Kale’de, her şey karanlık ve sessizdi.

Odanın merkezindeki devasa komuta ekranının önünde duran kadın, bu sessizliğin ve karanlığın mutlak hükümdarıydı: Albay Elif Karahan, ya da herkesin bildiği ismiyle Zehir. Gözleri makine gibiydi. Ekranda akan binlerce satır kod, şifrelenmiş mesajlar ve uydu görüntüleri arasında bir an bile duraksamadan geziniyordu.

O, sadece Türkiye’nin değil, tüm bloğun siber savaş arenasındaki en büyük efsanelerinden biriydi. Duygular adındaki gereksiz parçası sökülüp atılmış, sadece veri ve mantıkla çalışan bir biyomekanik varlık.

Masasındaki tabletin ekranını açtı. Dünyanın dört bir yanındaki askeri ataşeliklerden ve istihbarat ağlarından gece boyunca akan yüzlerce rapor ekranı doldurdu. İzole et, kilitle, imha et. Parmağının ucundan dökülen kelimeler, bazıları için umut, bazıları içinse mutlak bir son demekti.

Yapay zekâ asistanı Korhan’ın metalik sesi duyuldu: “Komutanım, saat 08:00’de Soykan Savunma brifingi için tüm veriler hazır.”

Soykan Savunma. Bu ismi duyduğu an, onun o ifadesiz yüzünde ilk kez milimetrik bir çatlak belirdi. 20 yıldır her gün bilediği intikam hançerinin nihayet hedefinin boğazına dayandığının işaretiydi.

Elif, Soykan Savunma’yı çökertmek için yavaş ve sağlam bir plan yapmıştı. Şirket, Aslı’nın babası Orgeneral Haluk Soykan’ın nüfuzuyla büyümüş, ancak pervasız genişleme ve yolsuzluk yüzünden krize girmişti. Elif, onların gizli borçlarını ve zayıf noktalarını avucunun içi gibi biliyordu. Hayat damarlarını her an kesebilecek bir neştere sahipti.

Masasındaki tabletin ekranında, Işıklar Askeri Lisesi 25. Yıl Mezunlar Buluşması davetiyesi belirdi. Aslı Soykan’ın kocasının ailesine ait, Ankara’nın en lüks otelinde yapılacaktı. Bariz bir güç gösterisiydi.

Davetiyeyi büyüttü. O artık geçmişin hayaletlerinden gelen bir mektup değildi. O, cehenneme bir davetiyeydi. Hükmün savaş ilanı.

Elif, Korhan’a emrini verdi: “Işıklar Askeri Lisesi Mezunlar Buluşması davetiyesine cevap ver. Katılacağım.

İntikamı, duygusal bir patlama değil, detaylı veri analizine ve ince bir senaryoya dayanan büyük bir operasyon olacaktı. Kod adı: Proje Ikarus. Tıpkı Yunan mitolojisindeki güneşe çok yakın uçan ve kanatları eridiğinde düşen İkarus gibi, Elif de sahte arzular üzerine inşa edilmiş Soykan Savunma’yı en yüksek noktasından en acı şekilde düşürecekti.

III. Hüküm ve Boşluk

Parti, Doruk noktasına ulaştığında, balo salonunun ağır kapısı sessizce açıldı. İçeri giren kadın, Elif’ti. Üzerinde sadece üzerine mükemmel bir şekilde oturan sade siyah ipek bir tulum vardı. Ama ondan yayılan aura, salondaki herkesi ezip geçecek güçteydi.

Aslı Soykan ve Berna Çetin, şok içinde ona bakıyorlardı. Yoksul astsubay kızı gitmiş, yerine bu özgüvenli, zarif kadın gelmişti.

Elif, Aslı’nın önünde durdu. “Uzun zaman oldu, Aslı Soykan.” Sesi sakindi ama soğukluğu, Aslı’yı ezmeye yetmişti.

Aslı, hızla kendine özgü kibirli ifadesini geri takındı. Alkolün de verdiği cesaretle, Elif’i yeniden aşağılamaya karar verdi. Masadaki lüks bir ordövr tabağını aldı ve tıpkı 20 yıl önceki gibi Elif’e doğru yürüdü.

“Al bunu dayı. Bu köfteden çok daha lezzetli. Füme mantarı ve havyar. Senin gibi bir astsubay artığının hayatında hiç görmediği şeyler.” Aslı, alay ederek tabağı ters çevirdi ve tüm yiyecekleri Elif’in başına döktü. “İşte bu benim seviyem. Anladın mı?”

Tüm salon ölüm sessizliğine büründü. Elif, hiç istifini bozmadı. Yavaşça bir peçete alıp yüzündeki yiyecekleri sildi.

“Teşekkür ederim, Aslı,” dedi. “Senin sayende artık eminim. Hiç değişmemişsin. Hâlâ bir pislik gibi yaşamaya devam ediyorsun.”

Elif ayağa kalktı. Aslı’ya doğru bir adım attı. Bakışları artık öfke değil, mutlak bir aşağılamaydı. “Bana bu hayatta yaşattığın aşağılanmayı asla unutmayacağım. Ve bugün, tam burada, ne kadar aptalca bir şey yaptığını sana göstereceğim.”

Akıllı telefonunu çıkardı, hoparlör moduna aldı ve hızlı arama tuşlarından birine bastı: “Benim. Başlatın.”

Aynı anda, salondaki dev ekran aniden değişti. Soykan Savunma’nın logosu ve gerçek zamanlı bir borsa grafiği görünüyordu. Ve sonra inanılmaz bir şey oldu. Hisse senedi fiyatı, freni patlamış bir kamyon gibi düşmeye başladı.

Ekranın altından son dakika haberleri akmaya başladı: “Son dakika: Soykan Savunma’ya milyarlarca liralık sahte fatura ve kara para aklama operasyonu. Yabancı kredi derecelendirme kuruluşları, Soykan Savunma’nın notunu çöp seviyesine düşürdü.”

Balo salonu, bir kaos sahnesine dönüştü. Aslı, bembeyaz bir yüzle ekrana baka kaldı. Aşağıladığı, ayaklar altına aldığı astsubay artığı Elif’in elleriyle, kalesi gözlerinin önünde yıkılıyordu.

Elif, yanına yaklaştı ve sadece onun duyabileceği bir sesle fısıldadı: “20 yıl önce bana uçurumun dibini gösterdin. Şimdi ben sana gerçek cehennemin ne olduğunu göstereceğim.”

Elif, arkasını döndü ve zarif bir şekilde salondan ayrıldı. Üzerindeki yemek lekeli tulumu, artık bir zafer madalyası gibi görünüyordu.

Boşluğun Keşfi

İntikam bitmişti. Soykan ailesi her şeyini kaybetmiş, Aslı Soykan toplumun en dibine düşmüştü. Elif kazanmıştı. Ancak tuhaf bir şekilde, neşe ya da coşku yerine, kalbi soğuk bir boşlukla doluydu. İntikam, yaralarını iyileştirmemişti.

Kuantum Sermaye’nin CEO ofisinde, Ankara’nın gece manzarasına hakim bir noktada, Elif devasa cam pencerenin önünde duruyordu. Masasındaki derin bir çekmeceden eski bir fotoğraf çıkardı. Fotoğrafta o ürkek Elif ve kibirli Aslı yan yana duruyordu.

Elif, nefretin sadece daha fazla nefret doğurduğunu, asla bir kurtuluş olamayacağını anladı. İntikamın, geçmişe zincirlenmenin en aptalca yolu olduğunu fark etti.

O an, lisedeki edebiyat öğretmeni Ahmet Yılmaz’ı hatırladı. Ona nezaket gösteren tek yetişkin. Elif, onu buldu.

Ahmet Hoca, Elif’in hikayesini dinledikten sonra, yanaklarından süzülen gözyaşlarını sildi ve konuştu: “Elif, intikam insanı geçmişin yaralarına hapseden bir şeydir. Başkasını yok etmek, kendi yaralarını iyileştirmez. Artık geçmişi bırakma ve sahip olduğun o büyük gücü ve yeteneği birini yok etmek için değil, bir şeyler yaratmak için kullanma zamanı.”

Hocanın sözleri, Elif’in kalbinde derin bir yankı uyandırdı. Gerçek gücün yıkımda değil, yaratımda yattığını anladı.

Nihai Uzlaşma

Elif, Korhan aracılığıyla Aslı Soykan ve Berna Çetin ile temasa geçerek onları Kuantum Sermaye’nin merkezine çağırdı. İki kadın, hayatın yıprattığı sefil bir görünümle geldiler.

Elif, onlara iki dosya uzattı. İçinde, Kuantum İnşaat’a (Soykan Savunma’nın yeni adı) iş başvuru formları vardı. Aslı için şantiye yönetim ekibi, Berna için halkla ilişkiler ekibi.

“Size bir şans veriyorum,” dedi Elif sakince. “Elbette bu, eskisi gibi lüks içinde yaşayabileceğiniz bir pozisyon değil. Endipten başlamak zorunda kalacaksınız. Aslı, her gün şantiyeye gitmek, toz yutmak ve işçilerle birlikte ter dökmek zorunda kalacaksın.”

Aslı sert tepki verdi: “Şimdi de bizimle alay mı ediyorsun? İntikamın yetmedi de şimdi de bizi ayağının altında tutup keyif mi yapmak istiyorsun?”

“Bu alay değil,” dedi Elif. “Bu, size gösterdiğim son merhamet. Sizi affetmedim. Ama hayatımın geri kalanını sizden nefret ederek de harcamak istemiyorum. Artık geçmişten kurtulmak istiyorum. Bu şansı size, sizin için değil, kendim için veriyorum.”

Elif’in samimi itirafı karşısında ikisi de tek kelime edemedi. Önlerinde duran şey, sadece bir iş başvuru formu değil, geçmişteki kendilerini öldürüp yeni insanlar olarak yeniden doğma şansıydı.

Aslı, titreyen bir elle kalemi eline aldı ve iş başvuru formuna adını tek tek yazmaya başladı. Berna da sessizce onu takip etti. Bu, af adına verilen acı verici ama umut dolu bir yola atılan ilk adımdı.

Bir yıl sonra, Elif eski Askeri Lisesinin konferans salonunda duruyordu. Yüzünde artık geçmişin o soğuk gölgesi ya da boşluğu yoktu. Yüzünü nazik, sıcak bir gülümseme dolduruyordu. Servetinin önemli bir kısmını, yoksul gençlerin hayallerinden vazgeçmemesi için kurduğu “Geleceği Aydınlatan Fenerler” adlı bir burs fonuna bağışlamıştı.

“İntikam bittiğinde, geriye kalan şey neşe değil, derin bir boşluktu,” dedi öğrencilere. “İşte o zaman anladım ki, karanlığı yenmenin yolu daha büyük bir karanlık olmak değil, kendi ışığını yakan bir fener olmaktır.”

Elif, geçmişin tüm yaralarını kucaklamış ve yeni bir umudu müjdeleyen bir gülümsemeyle gökyüzüne baktı. O, artık bir intikam meleği ya da yalnız bir kazanan değildi. O, başkalarının geleceğini aydınlatmak için kendi karanlığını yakan bir fener olmuş bir insandı.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News