“Beni burada kilitlemeyin!” – Kız ağlıyor ve yalvarıyordu… Ama milyoner baba görünür ve…
.
.
Karanlığın Ardındaki Işık
İstanbul’un Etiler semtinde, yüksek duvarlarla çevrili, iri yapılı ağaçların gölgesinde devasa bir malikane yükseliyordu. Dışarıdan bakıldığında her şey mükemmel görünüyordu; pırıl pırıl camlar, kusursuz bahçeler, gösterişli arabalar. Ancak bu görkemli yapının içinde, kapalı kapıların arkasında yaşananlar, dışarıdaki ışıltılı hayatın tam tersiydi.
Defne Demir, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı’nda sosyal hizmet uzmanıydı. Bugün, yeni başlatılan çocuk refahı izleme programı kapsamında Altan ailesinin malikanesine rutin bir ziyaret gerçekleştirecekti. Görevini her zaman titizlikle yapan Defne, bu işin sadece kağıt üzerinde değil, gerçek hayatlarda da çok önemli olduğunu biliyordu.
Malikanenin kapısından içeri adımını attığında, Leyla Altan onu zarif bir gülümsemeyle karşıladı. Leyla, sosyal medyada ve hayır işleriyle meşhur, kusursuz görünüşlü bir kadındı. Eşi Emre Altan ise Türkiye’nin en başarılı teknoloji iş insanlarından biriydi. Ancak Defne’nin gözlemleri, bu mükemmel görüntünün altında bir şeylerin yolunda gitmediğini söylüyordu.
Evde çocuk için hiçbir oyuncak yoktu. Ortalıkta hiç ses yoktu. Defne, Leyla’dan Zeynep’in odasında olduğunu duyduğunda bile içi rahat etmedi. Kız çocuğu, 6 yaşındaki Zeynep, evin içinde adeta bir hayalet gibiydi. Üst kattan gelen boğuk ağlama sesleri, Defne’nin kalbini burktu. “Lütfen beni burada yalnız bırakmayın,” diye yalvaran küçük bir çocuk sesi yankılanıyordu.

Defne, Leyla’nın söylediği gibi bunun sadece disiplin olduğunu düşündü, ama öğretmen Ayşe Can’ın anlattıkları ve Zeynep’in çizimleri, durumun çok daha ciddi olduğunu gösteriyordu. Zeynep’in çizdiği karanlık odalar, kapalı kapılar ve yalnız figürler, duygusal ihmalin ve korkunun resmiydi.
Eski çalışanlarla yaptığı görüşmeler, Defne’ye Altan ailesinde sistematik bir izolasyon ve duygusal ihmal olduğunu gösterdi. Zeynep’i seven herkes kısa sürede işten çıkarılmıştı. Üvey anne Leyla, kızın kimseyle bağ kurmasını engelliyor, ona sevgi göstermeyen soğuk bir ortam yaratıyordu.
Defne, hukukçu arkadaşı Pınar ve araştırmacı gazeteci Can Mert ile birlikte bu zorlu davaya hazırlanmaya başladı. Kanıt toplamak, tanıklar bulmak, Zeynep’in gerçek durumunu ortaya koymak kolay olmayacaktı. Altanlar güçlü, zengin ve etkiliydi.
Bir gün, Emre Altan’dan beklenmedik bir telefon geldi. Defne’ye, kızının gerçek durumunu gösteren gizli çekilmiş videoları gösterdi. Emre, kızının yaşadığı duygusal işkenceyi fark etmiş ve artık değişim için kararlıydı. Leyla ile boşanma davası açıyor, Zeynep’in velayetini almak istiyordu.
Defne ve ekibi, mahkemeden koruma emri almayı başardı. Zeynep, Leyla’nın elinden alındı ve Emre’nin Alaçatı’daki evine getirildi. Burada, sıcak ve sevgi dolu bir ortamda, Zeynep yavaş yavaş açılmaya başladı. İlk kez gerçek bir çocuk gibi oynadı, güldü, sevildiğini hissetti.
Günler, haftalar geçtikçe Zeynep’in yüzündeki karanlık silindi. Defne, Emre ve psikolog Elif Soylu’nun destekleriyle, kızın travmaları iyileşmeye başladı. Zeynep, yeni hayatında kendini yeniden buldu; duygularını ifade etmeyi öğrendi, güveni yeniden kazandı.
Bir yıl sonra, Zeynep’in 7. doğum günü, Alaçatı’daki bahçede büyük bir kutlamayla yapıldı. Defne, Pınar, Can ve Elif de oradaydı. Zeynep, arkadaşlarıyla özgürce oynuyor, hayatının en mutlu anlarını yaşıyordu.
Emre, Defne’ye dönerek, “En büyük başarım, kızımı mutlu görmek oldu,” dedi. Defne, “Ve bu başarı, sevgiyle, cesaretle ve umudun gücüyle mümkün oldu,” diye yanıtladı.
Zeynep, Defne’ye sarılarak, “Sen benim peri annemsin,” dedi. Defne’nin gözlerinde mutluluk ve gurur vardı. Çünkü o, sadece bir sosyal hizmet uzmanı değil, karanlığın içindeki ışığı yakalamış bir kahramandı.