“BENİMLE GEL” – FAKİR BİR KADIN, ARAP TEKERLEKLİ SANDALYELİ MİLYARDERE BÖYLE DEDİ VE ONU EVİNE GÖTÜR
“Yağmur Altında Bir Umut”
İstanbul’un kasvetli Kasım akşamlarından biriydi. Şehir, ince ince yağan yağmurun altında sırılsıklam olmuştu. Sokaklar ıslak, kaldırımlar kaygandı. İnsanlar, ellerinde şemsiyeleriyle evlerine doğru aceleyle yürüyordu. Bu karmaşanın içinde, Ece Yılmaz, duraktaki bankta yorgun ve düşünceli bir şekilde oturuyordu. Üzerindeki eski kabanı, ıslanmaktan koruyamıyordu onu tamamen. Ellerinde taşıdığı temizlik malzemeleriyle dolu torba, günün yorgunluğunu anlatıyordu.
Yirmi sekiz yaşındaki genç kadın, gün boyunca üç farklı evde temizlik yapmış, akşam da bir ofiste gece vardiyasında çalışmak üzereydi. Annesi Gülseren Hanım’ın kalp hastalığı, pahalı ilaçlar ve sürekli bakım gerektiriyordu. Ece, kendi yemeğinden kısıp annesine daha iyi bakabilmek için hayatını adeta bir mücadeleye çevirmişti.
Otobüs durağında yalnız kalan Ece, yağmurun altında hareketsizce oturan bir adamın siluetini fark etti. Tekerlekli sandalyede, başı öne düşmüş, vücudu ıslanmıştı. Yaklaştığında adamın genç ve yakışıklı olduğunu gördü. Pahalı kıyafetler giymesine rağmen, hali perişandı. Adam baygın gibiydi, nefes alıp verdiğini kontrol ettiğinde hayatta olduğunu anladı. Ece’nin kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu durumda onu orada bırakması mümkün değildi.
“Abi, abi uyan!” diye seslendi ama karşılık alamadı. Telefonunu çıkarıp ambulans çağırmayı düşündü, ancak hastane masraflarını nasıl karşılayacağını bilemiyordu. Son otobüsün kornasına rağmen, içindeki vicdan onu harekete geçirdi. Tekerlekli sandalyenin arkasına geçti, adamı iterek otobüse doğru götürdü. Şoför önce tereddüt etti, sonra yardım etmeye karar verdi. Ece, adamın biletini de kendi parasından ödedi.
Apartmanın merdivenlerine geldiklerinde, komşularından yardım istedi. Hacer teyze ve Mehmet amca, tekerlekli sandalyeyi taşıyarak Ece’nin küçük dairesine çıkardılar. “Kızım, bu adam kim?” diye sordu Hacer teyze. “Bilmiyorum teyze, durakta bayılmış buldum,” dedi Ece.
Adam hala baygındı ama nefes alışı düzenliydi. Ece, utanarak ama mecburen adamın ıslak kıyafetlerini çıkardı, üstüne battaniye örttü. Mutfağa gidip çay demledi, yanına oturdu. Adamın yüzünü dikkatle inceledi; asil yüz hatları, bakımlı elleri vardı. Kesinlikle sokakta yaşayan biri değildi. Acaba ailesi merak ediyor muydu onu?
Gece ilerlerken adam hafifçe kımıldadı, gözlerini açtı. “Nasılsınız?” diye sordu Ece. Adam şaşkınlık ve korku karışımı bir ifadeyle baktı. “Benim adım Tarik,” dedi yavaşça. “Ailem yok. Burada bayılmamın sebebi ilaçlar ve stres.” Ece endişeyle, “Hastaneye gitmemiz gerekmez mi?” diye sordu. “Hayır, sadece dinlenmeliyim,” dedi Tarik.
Ertesi sabah Tarik, kuş sesleri ve mutfaktan gelen kahvaltı kokularıyla uyandı. Ece sessizce kahvaltı hazırlıyordu; peynir, domates, sucuk ve taze demlenmiş çay. “Günaydın, nasıl hissediyorsunuz?” diye sordu. Tarik, “Daha iyi, teşekkür ederim,” dedi.
Tarik’in hikayesini öğrenmeye çalıştıkça, onun zengin ve güçlü bir aileden geldiğini anladı. Dubai’de büyük bir iş imparatorluğunun varisiydi. Ancak ailesinin baskıları, evlilik planları ve iş sorumlulukları onu bunaltmış, İstanbul’a kaçmıştı. Fiziksel engeli ve ilaç kullanımı da hayatını zorlaştırıyordu.
Ece ise annesine bakmak ve kardeşinin eğitim masraflarını karşılamak için mücadele ediyordu. İki farklı dünya, küçük bir evde kesişmişti.
Günler geçtikçe aralarındaki bağ güçlendi. Tarik, Ece’nin samimiyetine, fedakarlığına hayran kaldı. Ece ise Tarik’in içtenliğini ve kırılganlığını gördü. Aralarındaki mesafe, maddi farklılıklara rağmen kapanmaya başladı.
Fakat gerçek hayat zorluydu. Tarik’in ailesi Dubai’den İstanbul’a geldi, oğullarının bu “çılgınlığını” bitirmek için sert baskılar yaptı. Layla adında zengin ve eğitimli bir nişanlısı vardı ve bu evlilik onlar için uygundu.
Tarik, ailesinin baskısına rağmen Ece’yi bırakmak istemedi. Ancak Ece, iki dünya arasındaki uçurumun farkındaydı. “Ben temizlik işçisiyim, sen milyardersin. Bizim aramızdaki fark çok büyük,” dedi.
Tarik, “Sen benim hayatıma anlam getirdin. Gerçek mutluluğu seninle buldum,” dedi. Ece ise, “Ben olmak istemediğim biri için değişmem,” diyerek şartlarını koydu. Para, statü ve zenginlik aralarına girmemeliydi.
Aile baskısı, iş sorumlulukları ve kültürel farklılıklar, ilişkilerini zorluyordu. Tarik, Dubai’de büyük projelere dönmek zorundaydı. Ece ise İstanbul’da annesine bakmak zorundaydı.
Bir süre sonra Tarik’in babası, oğluna üç ay süre verdi. Bu süre içinde Dubai’de kalıp nişanlısı Layla’yı tanıyacak, sonra karar verecekti. Tarik, İstanbul’a dönerek Ece ile evlenmek istediğini söyledi.
Ece, üç ay boyunca beklemeye karar verdi. Bu süre içinde Tarik, Dubai’deki yaşamına geri döndü ama kalbi hep Ece’deydi. Layla ile ilişkisi sahteydi; her ikisi de istemiyordu bu evliliği.
Üç ay sonunda Tarik, İstanbul’a dönmeye karar verdi. Babası onu mirastan çıkaracağını söylemişti ama Tarik aşkının peşinden gitmeyi seçti.
İstanbul’a dönüşünde, Ece onu havaalanında karşıladı. İkisi de birbirine sarılarak, yaşadıkları zorluklara rağmen aşklarının gerçek olduğunu anladı.
Bir yıl sonra, Ece ve Tarik Dubai’de muhteşem bir düğün yaptı. Ece, Tarik’in şirketinde sosyal sorumluluk projelerini yönetmeye başladı. Annesinin sağlığı düzeldi, kardeşi başarılı bir şekilde üniversiteyi bitirdi.
İki farklı dünya, sevgi ve fedakarlıkla birleşmişti. İstanbul’un yağmurlu bir akşamında başlayan bu hikaye, sonsuz bir umuda dönüşmüştü.
PLAY VIDEO: