Dağların Kartalları – Bir Kadının Onurunu Çiğnediler – Öfkesi Koca Bir Orduyu Getirdi

Dağların Kartalları – Bir Kadının Onurunu Çiğnediler – Öfkesi Koca Bir Orduyu Getirdi

.

Dağların Kartalları: Onurun Bedeli

BÖLÜM 1: DAĞLARIN GÖLGESİNDE

Hakkari’nin acımasız dağları, gökyüzüne uzanan devasa paravanlar gibi etrafı sararken, bu zirvelerin arasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 13. Komando Tugayı konuşlanmıştı. Halk arasında “Dağların Kartalları” olarak bilinen bu tugay, sadece adının duyulmasıyla bile çaylak askerlerin yüreğine korku, düşmanın hafızasına ise yenilginin acı tadını kazıyan çelikten bir simgeydi.

Bu şöhret gökten zembille inmemişti. İster kavurucu yaz güneşinin ateşi yeryüzünü yakıyor olsun, ister kemikleri donduran kış ayazı teni kesiyor olsun, Kartallar Tugayı’nın eğitimleri tek bir gün bile duraksamazdı. Burası vatanın ön cephesiydi; sıradan gençleri gözünü budaktan sakınmayan savaşçılara dönüştüren devasa bir demir ocağıydı.

Ancak bu kızgın demir ocağının tam merkezinde, mantıklı bir disiplin ve silah arkadaşlığının sıcaklığı yerine bir adamın sapkın inançları ve zalim şiddeti erimiş bir lav gibi kaynıyordu. Tugay komutanı Albay Fırtına Aslan, birliğini zalim bir diktatörlükle yönetiyordu. Askeri disiplinin ancak şiddetle inşa edilebileceğine inanıyordu. Onun birliğinde insan hakları ya da mantıklı iletişim lüksten başka bir şey değildi; sadece üstlerin emirlerine karşı körü körüne ve mutlak bir itaat vardı.

Albay Fırtına’nın krallığı, iki sadık yardakçısı sayesinde daha da sağlamdı. Lojistik şube müdürü Başçavuş Rıdvan Kaya, onun en eski kölesiydi; her türlü kirli işi halletmek için kullanılırdı. Diğeri ise harekat şube müdürü Yüzbaşı Levent Yılmaz’dı; kurnaz zekası ve eşsiz dalkavukluk yeteneğiyle Fırtına’nın güvenini kazanmıştı.

BÖLÜM 2: YENİ BİR YÜZ

Bir gün bu sağlam ve bir o kadar da çürümüş krallığa bir yabancı geldi. Adı Elif Kara’ydı. Rütbesi binbaşı. Tugayın harekat şubesine yeni operasyon subayı olarak atanmıştı. Kara Harp Okulu’ndan mezun, birkaç birlikte görev yapmış, sicili sıradandı. Dış görünüşü bile bir askere yakışmıyordu; beyaz teni, narin yapısı ve düzgünce toplanmış uzun saçları onu bir askerden çok zarif bir araştırmacıya benzetiyordu.

Böyle Acı Yok! - Sakarya Fırat 37. Bölüm ‪@sakaryafirattrt‬ - YouTube

Sessizliği ve soğuk bakışları, herkesin onu kibirli ve ulaşılması zor bir kadın olarak yanlış anlamasına neden oluyordu. Onun varlığı en başından beri Fırtına Albay’ı rahatsız etmişti. Kendi mükemmel krallığına kadın gibi yabancı bir cismin girmesinden nefret ediyordu. Harekat şubesine kadın subay mı? “Genelkurmaydaki o bunaklar çıldırmış olmalı,” diye kükremişti kendi kendine.

BÖLÜM 3: AŞAĞILANMA

Göreve başladığı ilk gün, tüm tugay subaylarının katıldığı toplantıda onu alenen görmezden geldi. “Söyleyin bakalım, daha önce hiç kendi başınıza bir harekat planı çizdiniz mi? Yoksa sadece karargahta oturup komutanlara kahve mi yapıyordunuz?” Onun bu aşağılayıcı sözleri üzerine toplantı odasındaki tüm erkek subaylar kıkırdadı.

Elif cevap vermedi. Sadece sert bir ifadeyle onun gözlerinin içine baktı. O sessiz bakış, Fırtına’nın öfke ateşine daha fazla benzin döktü. O günden itibaren Elif birlikte resmen dışlanan kişi oldu. Başçavuş Rıdvan Kaya sürekli olarak onun işini sabote etmenin bir yolunu buluyordu. “Binbaşı Hanım, bu sizin yaptığınız harekat planı mı? Roman yazsanız daha iyiymiş,” deyip gece boyunca uykusuz kalarak yazdığı raporu herkesin önünde yırtıp çöp kutusuna attı.

Yüzbaşı Levent Yılmaz ise daha kurnazdı. Dışarıdan iyi bir abi maskesi takınarak ona yaklaştı, ilgi gösteriyormuş gibi yaptı ama arkasından onun hakkında alçakça dedikodular yaydı. “Elif Binbaşı’nın aslında hiçbir yeteneği yok. Sadece üstlerine yaltaklanmakta iyi olduğu için buraya gönderildi. Hatta duydum ki aslında kolordu komutanının metresiymiş.” Onun pis ağzından çıkan dedikodular kulaktan kulağa yayılarak tüm birliğe dağıldı.

Elif tüm bu aşağılanmalara, hakaretlere ve yalnızlığa sessizce katlandı. Sanki çelikten yapılmış duygusuz bir bebek gibiydi. Her gece ıssız koğuşunda aldığı yaraları tek başına yutuyordu. Bekliyordu. Kendi elleriyle kendi yıkımlarına giden kapıyı açacakları o belirleyici anı bekliyordu. Bir avcıydı. Genelkurmay istihbarat başkanlığına bağlı gizli bir keşif timinin komutanıydı. Aslan postuna bürünmüş sırtlanları avlamak için kuzu postuna bürünmüştü. Asıl görevi şimdi başlıyordu.

BÖLÜM 4: ONURUN ÇİĞNENMESİ

O gün Tugay’ın kuruluş yıldönümüydü. Tüm subay ve askerlerin stadyumda toplandığı resmi bir tören. Günler süren yorucu hazırlıkların ardından askerler kusursuz bir şekilde tören yürüyüşü yapıyordu. Şeref tribününde duran Fırtına, memnuniyetle olanları izlerken çok küçük bir şey gözüne takıldı ve onu rahatsız etti: Sıranın en sonunda duran kadın subayın saçları.

Saçları nizama uygun olarak bir file içinde düzgünce toplanmıştı ama o özel uzun ve siyah saç tutamları rüzgarda hafifçe dalgalanıyor, ensesinden nazikçe süzülüyordu. Başkaları için bu görüntü tamamen normaldi. Üzerinde durulacak hiçbir şey yoktu. Ama Fırtına’nın sapkın gözünde bu askeri disiplini zayıflatan en kötü kirlilikti. Bunu planını uygulamak için bir bahane olarak kullanmaya karar verdi.

Tören bittiğinde kapanış konuşması yapmak için mikrofonu eline aldı. Sesi öncekinden daha soğuk ve öldürücü bir kinle doluydu. “Bir asker tepeden tırnağa ruhuyla bile mükemmel bir asker olmalıdır. O sivil paçozluğundan kurtulamayanların dağların kartalları tugayının bir üyesi olmaya hakkı yoktur.” Gözleri doğrudan Elif’e kilitlenmişti. “Binbaşı Elif Kara, buraya gel!”

Elif bir an bile tereddüt etmeden yüksek sesle “Emredersiniz komutanım!” diye bağırdı ve şeref tribünün önüne doğru yürüdü. Fırtına tribünden indi, yırtıcı bir hayvan gibi onun etrafında dönerek onu baştan aşağı süzdü. “Bir askerin temel kuralının ne olduğunu söylemiştim. Tepeden tırnağa askeri ruha ve tavra sahip olmak komutanım. Doğru ruh ve tavır. O zaman kendine bir bak. O kafan hala sivil görünümünden kurtulamamış değil mi?”

Fırtına onun düzgünce toplanmış saçlarını işaret etti. Elif’in yüz ifadesinde küçük bir çatlak belirdi. “Rapor ediyorum komutanım. Saçlarımı her zaman nizama uygun şekilde toplu tutuyorum.”
“Nizam mı? Bu dağların kartalları tugayında benim Fırtına Aslan’ın sözleri nizamdır. Ormanları aşan, dağları geçen bir asker böyle dolaşık bir kafayla nasıl savaşabilir?” Bir işaret verdi. Sadık av köpeği Başçavuş Rıdvan Kaya, elinde büyük bir makasla koşarak geldi.

Fırtına ne kadar zalim olursa olsun, yüzlerce askerin önünde bir kadın subayın saçını kesmek hayal bile edilemeyecek kadar korkunç bir şeydi. Elif bir şeyler söylemek istedi ama Fırtına kabaca çenesini tuttu. “İtiraz mı ediyorsun? Sen benim askerimsin. Benim askerimin tek bir görevi vardır: Hemen itaat etmek.”

Fırtına, Rıdvan’ın elinden makası kaptı ve doğrudan Elif’in düzgünce bağlanmış saç topuzunu tuttu. Elif dudaklarını sımsıkı ısırdı. Gözlerinde soğuk bir öfke ateşi yanıyordu ama karşı koymadı. Sadece yumruklarını bembeyaz olana kadar sıktı. “Yap bakalım Fırtına Aslan. Bugün yaptığın şeyi çok iyi hatırlamak zorunda kalacaksın.”

Şırrak! Uzun siyah saçları acımasızca kesilmiş, stadyumun sıcak zeminine cansızca düşmüştü. Fırtına memnuniyetle gülümsedi. Elif’in darmadağınık kesilmiş saçlarının olduğu omzuna vurdu. “İşte şimdi bir askere benzedin. Bundan sonra bu ruhu unutma, anlaşıldı mı?”
“Anlaşıldı komutanım.” Elif’in sesi boğuk çıkıyordu ama gözlerindeki ifade asla boyun eğmemişti.

BÖLÜM 5: SESSİZLİĞİN ARDINDA

O gece subay lojmanındaki odasında küçük bir aynanın karşısında duran Elif sessizce kendi yansımasına bakıyordu. Saçları acınası bir şekilde kesilmişti. Bir tarafı o kadar kısaydı ki saç derisi görünüyordu. Diğer tarafı ise omzuna bile değmeyecek kadar darmadağınıktı. Gündüz yaşadığı utanç ve öfke acı dolu bir dalga gibi yeniden üzerine çöktü. Bir asker ve bir kadın olarak silinmesi imkansız bir yara almıştı.

Ama gözlerinde yaş yoktu. Onun yerine sanki tüm duyguları yanıp kül olmuş gibi soğuk ve boş bir alev yanıyordu. Üzülmek ya da öfkelenmek için zamanı yoktu. Bu yarayı en güçlü zırhına ve en keskin silahına dönüştürmeliydi. Banyodaki raftan eski tıraş makinesini aldı. Makinenin derin ve keskin vızıltısı banyonun sessizliğini bozdu. Aynadaki kendine bir an bile tereddüt etmeden baktı. Sonra makineyi saçının kalan kısmına doğru götürdü.

Vzzzz! Siyah saçları kesilip soğuk lavabonun içine dökülüyordu. Gözünü bir kez bile kırpmadı. Kendi kadınsılığını, geçmişini ve zayıflığını kendi elleriyle kesip atıyordu. Sonunda son saç teli de kesildiğinde aynada artık darmadağınık saçlı bir kadın değil, çelik gibi bir iradeye sahip, soğukkanlı bir savaşçı vardı.

Çok iyi Fırtına Aslan. Görmek istediğin görüntü bu muydu? Güzel. O zaman şimdi gözlerini dört aç ve kendi yarattığın bu canavarın senin krallığını nasıl yutacağını izle.

BÖLÜM 6: GÖREV BAŞLIYOR

Askeri çantasının en derininden özel olarak üretilmiş küçük boyutlu bir uydu iletişim cihazı çıkardı. Dinlenmesi imkansız. Sadece genel kurmaya bağlı gizli birimlerde kullanılan gayrimi bir hattı. Birkaç bip sesinden sonra derin ve sıcak bir ses duyuldu. Elif sen misin kızım? Babasının sesi, özel kuvvetler komutanı Korgeneral Demirkan Gürsoy’un sesi.

“Evet benim baba. Raporu aldınız mı?”
“Aldım. İyi misin? Derhal tüm faaliyetleri durdur ve hemen geri dön. Bu bir emirdir.”
“Baba, ben iyiyim. Aksine bu daha iyi oldu. Artık beni tamamen küçümseyecekler. Onların kontrolü altına girmiş, çaresiz, aklını yitirmiş bir kadın subay olduğumu düşünecekler. Bu sayede gözetim altında olmadan daha rahat hareket edebileceğim. Zehirli yılanı yakalamak için yılanın inine girmek gerekir. Bana güven. Pes etmeyeceğim. Kendi ellerimle onların o iğrenç yüzlerini gün ışığına çıkaracağım.”

Korgeneral Gürsoy kızının kendisinden bile daha inatçı bir asker olduğunu bir kez daha anladı. “Peki ama unutma, yalnız değilsin. Arkanda Türkiye’nin en seçkin birliği ve bu baban var. Herhangi bir şey olursa, en ufak bir tehlike anında dahi derhal sinyal gönder. 10 dakika içinde orayı küle çeviririm.”

BÖLÜM 7: KARANLIKTA SAVAŞ

Elif, birliğin içindeki yolsuzluğu ve zulmü kanıtlamak için gece gündüz çalıştı. Cephaneliğe, garaja, arşiv odalarına sızdı. Eski silahların, hayalet kamyonların, gizli defterlerin izini sürdü. Her şeyini riske attı. Ama bir gece, garajda delil toplarken Yüzbaşı Levent Yılmaz tarafından yakalandı. Ardından Albay Fırtına ve Başçavuş Rıdvan Kaya da geldi. Üçe bir kaldı. Defterini ve kanıtlarını vermesini istediler.

Elif, bir an teslim olmuş gibi yaptı. “Tamam, kaybettim. Sadece canımı bağışlayın.” Omuzları güçsüzce düştü. Rıdvan yaklaşırken bir anda yay gibi fırladı, silahı kaptı, direndi. Ama sayı üstünlüğü ve acımasızlık karşısında yenildi. Kaburgaları kırıldı, kolu acımasızca demir boruyla kırıldı, bilincini kaybetti.

Onurunu, gururunu ve askerlik hayatını yok etmek isteyen bu zalimler onu bir hayalet kamyona yükleyip birliğin dışındaki ıssız bir dağa terk ettiler.

BÖLÜM 8: YALNIZLIK VE UMUT

Soğuk gece, yaralı bedenine sızıyordu. Umutsuzluğun derin ormanında tek başına bırakılmıştı. Her şey bitmiş gibiydi. Ama tam o anda onu canından çok seven babasının görüntüsü ve onun gururu olacağına yemin ettiği kendi imajı zihninden bir şimşek gibi geçti.

“Hayır, böyle ölemezsin.” Gözlerinde artık umutsuzluğun gölgesi yoktu. Onun yerine sadece ölümün eşinden dönenlerde bulunan o şiddetli ve dirençli yaşama ateşi vardı. Hareket etmeliydi. Kırık olmayan sol kolunu destek olarak kullandı. Ayağa kalkmak için tüm gücüyle çabaladı. Bir yılan gibi yere alçalarak sürünmeye başladı.

Eski eğitim alanındaki acil durum sinyal cihazını hatırladı. Son gücüyle gözetleme kulesine süründü. Tırnakları kanayana kadar kulenin duvarına tutunarak tırmanmaya çalıştı. Sonunda aradığı o paslanmış demir kutuyu buldu. Kırmızı düğmeye bastı.

BÖLÜM 9: BABANIN ÖFKESİ

O gece Ankara’daki Özel Kuvvetler Harekat Merkezi’nde “Kod kırmızı: gölge düştü” alarmı çaldı. Korgeneral Demirkan Gürsoy, birimin kurucusu ve Elif’in babası, derhal harekete geçti. Tüm izinler iptal edildi, yüzlerce özel kuvvetler askeri savaşa hazır şekilde Hakkari’ye sevk edildi.

“Operasyonun adı: Hüküm!” dedi Gürsoy. “Binbaşı Elif Kara’yı sağ salim kurtarmak ve ona bir parmak ucuyla bile dokunmaya cüret eden tek bir alçağı bile geride bırakmadan avlamak!”

BÖLÜM 10: ADALETİN GELİŞİ

Şafak sökmeden önce dağların kartalları tugayının sabahı yeri göğü inleten helikopter sesleriyle yırtıldı. Siyah üniformalı özel kuvvetler askerleri stadyumun ortasına indi. Komuta helikopterinin kapısı açıldı; Korgeneral Demirkan Gürsoy, savaş üniformasıyla sahaya ayak bastı.

Arama timi Elif’i eski gözetleme kulesinin yakınında baygın yatarken buldu. Kolu kırık, vücudu yara bere içinde, hipotermi nedeniyle buz gibiydi. Gürsoy, kızının üzerine arazi ceketini örttü, onu kucağına aldı. “Özür dilerim kızım. Baban çok geç kaldı.”

BÖLÜM 11: YARGILAMA VE REFORM

Stadyumda suçlular gibi diz çöktürülmüş Fırtına ve yardakçılarına döndü. “Siz miydiniz? Kızımı bu hale getiren hayvanlardan bile aşağılık mahluklar. Bugün bu birlikte sorumlu olan herkes işlediği suçların bedelini ödeyecek. Tek bir alçak bile affedilmeyecek. Özel Kuvvetler Komutanının emridir!”

Tüm komutanlar görevden alındı, tutuklandı. Askeri mahkemede Fırtına Aslan müebbet hapis cezası aldı. Yardakçıları onlarca yıl hapisle cezalandırıldı. Krallığın tüm kalıntıları temizlendi. Ordu genelinde insan hakları reformları başlatıldı.

BÖLÜM 12: YENİDEN DOĞUŞ

Aylar süren acı verici rehabilitasyonun ardından Elif Kara, mucizevi bir şekilde iyileşti. Kolunu yeniden kullanmayı öğrendi. Herkes onun üniformasını çıkarıp normal bir hayata döneceğini düşündü. Ama o orduda kalmaya karar verdi. “Kaçmayacağım. Korumak istediğim askerin onurunu kendi ellerimle yeniden ayağa kaldıracağım.”

Bir yıl sonra özel kuvvetlerin kuruluş yıldönümü töreninde, Elif artık albay rütbesindeydi. Saçları hala kısaydı ama artık acınası bir görünümü yoktu; aksine sayısız zorluğun üstesinden gelmiş güçlü ve güzel bir dişi aslanın yelesi gibi heybetli görünüyordu. Sağ kolunda hala belli belirsiz bir yara izi vardı ama bundan hiç utanmıyordu. Onun için bu kötülüğe karşı savaşmanın bir onur madalyasıydı.

Tören bittiğinde Elif şeref tribününde duran babasının yanına geldi. Nizami bir şekilde selam verdi. Gürsoy kızına gurur dolu gözlerle baktı, omzundaki albay rütbesini düzeltti. Baba kız tek bir kelime etmediler ama gözlerinde binlerce duygu alışverişi vardı. Derin bir sevgi, sarsılmaz bir inanç ve kelimelerle ifade edilemeyen bir minnettarlık.

BÖLÜM 13: EFSANENİN BAŞLANGICI

Stadyumda yan yana yürüdüler. Uzaklarda siyah üniformalı özel kuvvetler askerleri coşkuyla sloganlar atarak antrenman yapıyordu. O manzaraya bakarak Korgeneral Demirkan Gürsoy usulca konuştu: “Seninle gurur duyuyorum kızım.”

“Teşekkür ederim baba.” Onların uzun ve çetin kışı artık tamamen sona ermişti. Yaralar iyileşmiş, geride derin bir anlayış ve sevginin izlerini bırakmıştı. Ve o yaranın üzerinde hiçbir zorlukla yenilgiye uğratılamayacak, daha dirençli ve daha parlak yeni bir umut filizleniyordu. Cehennemin ortasından kendi başına parlak bir şafak açan genç bir kadın kahraman. Onun gerçek efsanesi şimdi yeni başlıyordu.

SON

 

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News