EVLENDİKTEN SADECE 40 DAKİKA SONRA HAYATLARINI KAYBETTİLER – SEBEBİ YÜREK PARÇALADI!

EVLENDİKTEN SADECE 40 DAKİKA SONRA HAYATLARINI KAYBETTİLER – SEBEBİ YÜREK PARÇALADI!

.

.

Nermin ve İsmail’in Hikayesi: Aşk, Kader ve Adalet

O sabah güneş, şehirde sanki biraz daha parlak doğmuştu. Baharın en tatlı zamanlarından biriydi. Ağaçlar çiçek açmış, dallardan hafif pembe yapraklar rüzgarla savruluyordu. Kuşlar öyle neşeli ötüyordu ki, sanki onlar da bugünün anlamını biliyordu. Çünkü bugün Nermin ile İsmail’in düğün günüydü.

Nermin, aynanın karşısında saçlarını yaptırırken annesi Hatice Hanım heyecanla odanın içinde volta atıyordu. “Kızım, bak şu toka çok güzel olur. Şunu da takalım,” diye sürekli önerilerde bulunuyordu. Nermin ise her zamanki sakin tavrıyla, hafif tebessüm eden yüzüyle, “Anne, her şey tamam, sakin ol,” diyordu.

EVLENDİKTEN SADECE 40 DAKİKA SONRA HAYATLARINI KAYBETTİLER – SEBEBİ YÜREK  PARÇALADI!#seslikitap - YouTube

İsmail ise başka bir semtte evlerinin önünde arkadaşlarıyla gelin arabasını süslüyordu. Mahallenin çocukları etraflarını sarmış balonlarla oynuyordu. İsmail’in babası Salih Bey, bir yandan gururla oğluna bakıyor, diğer yandan, “Oğlum dikkatli ol, şoförlük yapacak adam çok hızlı kullanmasın,” diye tembih ediyordu. Kimse o cümlenin saatler sonra yaşanacak felaketin habercisi olabileceğini tahmin etmiyordu.

Nermin 24 yaşında, üniversiteden yeni mezun olmuş, sessiz ve naif bir genç kadındı. Çocukluğunu küçük bir kasabada geçirmiş, sonra eğitim için şehre taşınmıştı. Ailesi onun eğitimine çok önem vermiş, üzerine titremişti.

 

İsmail ise 27 yaşında, kendi işini kurmuş, çalışkan ve hayalleri olan bir gençti. Onların tanışması tesadüf gibi görünse de aslında kaderin ince ince işlediği bir plandı. Üç yıl önce ortak bir arkadaşlarının düğününde karşılaşmışlardı. İlk bakışta kalplerinde bir kıpırtı olmuştu ama ikisi de bunu dile getirmemişti.

Aylar sonra tekrar karşılaştıklarında İsmail bu fırsatı kaçırmadı ve Nermin’den kahve içmek için izin istedi. O günden sonra yolları hiç ayrılmadı.

O sabah Nermin’in evinde tatlı bir telaş vardı. Kuaförden gelen çiçek kokuları, mutfaktan yükselen taze börek kokularıyla karışıyordu. Gelinlik odanın köşesinde askıda duruyor, sabah ışığında adeta parlıyordu. Nermin gelinliğini giyerken kardeşi Elif gözyaşlarını tutamıyordu.

İsmail’in tarafında da durum farklı değildi. Damatlı kütülü bir şekilde bekliyor, arkadaşları şakalaşarak ortamı yumuşatıyordu. İsmail her ne kadar sakin görünmeye çalışsa da kalbi göğsünden çıkacak gibiydi. Sanki bugün hayatının dönüm noktasıydı; ki öyleydi.

Nikah salonu misafirlerle dolup taşmıştı. Davetlilerin çoğu ayakta kalmış, koridorlarda gelini görmek için bekliyordu. İsmail nikah masasında yerini almış, gözleri kapının girişine kilitlenmişti. Nihayet kapı aralandı ve Nermin içeri girdi. O an herkes sustu. Gelinlik, Nermin’in zarafetiyle birleşince sanki bir masaldan çıkmış gibiydi. İsmail onu gördüğünde gülümsemeden edemedi, gözleri hafifçe doldu.

Nermin yürürken kalabalık arasında fısıldaşmalar başladı: “Maşallah, ne kadar yakışmışlar.” Nikah memuru gerekli soruları sordu:

“Nermin Yılmaz, hiçbir baskı altında kalmadan İsmail Demir ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”

“Evet,” diye yanıtladı Nermin. Sesi net ve kararlıydı.

Aynı soru İsmail’e yöneltildiğinde o da gözlerini Nermin’den ayırmadan, “Evet,” dedi.

Alkışlar, kahkahalar, gözyaşları birbirine karıştı. İmzalar atıldı, yüzükler parmaklara takıldı. Düğün müziği başladığında çift salonun ortasında ilk danslarını yaptı. Şarkı, onların tanıştığı gün çalan şarkıydı. Misafirler etraflarında bir halka oluşturmuş, bu aşkın güzelliğine tanıklık ediyordu.

Nermin’in başını İsmail’in omzuna yaslayışı, İsmail’in onun belini nazikçe kavrayışı… Tüm salon bu iki gencin mutluluğuna şahit oluyordu. Fakat arka masalarda dikkatle izleyen biri vardı. Siyah takım elbiseli, gözleri sert bakan, kimsenin tanımadığı bir adam. Elinde telefonuyla sürekli birilerine mesaj atıyor, ara sıra çiftin bulunduğu yöne bakıyordu. Kimse bu adamın kim olduğunu bilmiyor, fark eden bile çok azdı.

Düğün biterken Nermin ile İsmail arabaya binmek üzere hazırlanıyordu. Araba beyaz kurdelelerle süslenmiş, arkasında “Yeni Evliyiz” yazısı asılıydı. Ancak İsmail’in kuzeni Murat lastiklerden birinin havasının biraz düşük olduğunu fark etti. “Abi, bu lastik sanki biraz inik gibi,” dedi. İsmail ise, “Yok, yok sabah baktık, bir şey olmaz,” diyerek geçiştirdi.

O sırada az önce salonda gördüğümüz siyah takım elbiseli adam düğün alanından çıkıp karanlık bir ara sokağa girdi. Elindeki telefonla kısa bir cümle kurdu: “Çıkıyorlar.”

Saat tam 17.40’ta Nermin ve İsmail arabaya bindiler. Yanlarında sadece gelin çiçeği, birkaç hediye paketi ve birbirlerine duydukları kocaman sevgi vardı. Şoförleri olan İsmail direksiyona geçti. Arkalarında konvoy vardı ama kısa sürede trafik yüzünden konvoy dağıldı. Birkaç dakika içinde çift yalnız kaldı. Radyoda neşeli bir şarkı çalıyordu. Nermin başını cama yaslayıp dışarıyı izliyordu.

“İnanabiliyor musun? Artık resmi olarak karı kocayız,” dedi İsmail gülerek.

“Biliyorum. Ve bu dünyadaki en güzel şey,” diye yanıtladı Nermin.

Yol ilerledikçe hava biraz karardı. Şehir merkezinden çıkıp kırsala doğru yönelmişlerdi. Normalde bir saat sürecek yolculuğun 40 dakikasında olacakları kimsenin aklına gelmezdi.

Birden arabanın arkasında siyah bir jip belirdi. Jip farlarını sürekli yakıp söndürüyor, sanki sinyal veriyordu. İsmail, “Bu adam ne yapıyor?” diye söylendi. Nermin hafifçe huzursuzlandı. “Belki de yanlışlıkla yapıyordur, boşver,” dedi.

Cip hızlandı, yanlarından geçti. Sonra ileride tekrar yavaşladı, sanki onları bekliyordu. İsmail hafifçe frene bastı, Nermin’in elini tuttu. “Merak etme, bir şey olmaz.”

Ama o an ormanın arasından çıkan keskin virajın ardından sadece far ışıkları, fren sesleri ve Nermin’in çığlığı duyuldu. Keskin virajın ardından beyaz gelin arabasıyla siyah jip neredeyse burun buruna geldi. İsmail direksiyonu kırmaya çalıştı ama yolun kenarında derin bir şarampol vardı. Araç kontrolden çıktı. Tekerlekler asfalt üzerinde çığlık atar gibi kaydı. Nermin’in çiçeği elinden fırladı, cam parçaları havada süzüldü.

Bir saniyelik sessizlikten sonra metalin ezilme sesi ve motorun hırıltısı ile birlikte araç devrildi. Yoldan geçen tek tük arabalar durdu. Kaza öyle ani olmuştu ki kimse ne olduğunu anlamadı.

Kaza yerinde siyah jip yavaşladı. Direksiyon başındaki adam camdan dışarı baktı. Gözleri soğuktu. Yüzünde ne panik ne de şaşkınlık vardı. Aracını yolun kenarına çekmeden hızla uzaklaştı.

İlk yardıma koşan kişi köy yolundan bisikletiyle geçen bir gençti. Arabanın devrilmiş halini görünce bisikletini yere attı, nefes nefese kapıya koştu. “Abi, abla iyi misiniz?” diye bağırdı ama içeriden cevap gelmedi. Camlar kırılmış, içeriden hafif duman yükseliyordu.

Dakikalar sonra siren sesleri duyuldu. İlk gelen jandarma ekibi oldu, ardından ambulans geldi. Sağlık görevlileri hızla kapıları açmaya çalıştı. Nermin’in başı yana düşmüş, elindeki alyans parmağında hala ışıldıyordu. İsmail ise direksiyona sıkışmıştı. Doktor, “Hızlı olun,” diye bağırdı. Nabız kontrol edildi ama ne Nermin’in ne İsmail’in nabzı yoktu.

İlk olarak İsmail’in babası Salih Bey’e ulaşıldı. Evde akrabalar hala düğünün yorgunluğu ve mutluluğu içindeydi. Telefon çaldığında Salih Bey’in yüzü bir anda değişti. “Evet benim. Ne?” diye haykırdı. Elindeki telefon yere düştü. “Oğlum! Oğlum!”

Nermin’in annesi Hatice Hanım haber ulaştığında kadın fenalaştı. Evde “Kızım, kızım,” diye bağırarak yere yığıldı. Komşular su getirdi ama kimse ne diyeceğini bilemedi. Birkaç saat önce alkışlarla uğurladıkları çocuklar artık geri dönmeyecekti.

Cesetler hastane morguna getirildiğinde koridorlar sessizdi. Yakınlar içeri alınmıyordu. Morgun kapısında bekleyen akrabalar sessizce ağlıyordu. Kimisi dua ediyor, kimisi hala olanlara inanamıyordu. Salih Bey, “Benim oğlum araba kullanmayı çok iyi bilirdi. Böyle kaza yapmaz,” diye bağırdı. Hatice Hanım ise, “Onları biri öldürdü. Ben hissediyorum,” diyordu. O söz orada bulunan herkesin içine bir korku saldı.

Kaza yeri inceleme ekibi fren izlerini ölçtü. Yolun kenarında kırık bir far parçası bulundu. Ancak bu parça gelin arabasına ait değildi. Rapor olayın normal bir trafik kazasından fazlası olabileceğini söylüyordu. Bir jandarma eri şarampolün birkaç metre ilerisinde lastik izleri gördü. Bu izler siyah lastik boyası ve geniş tekerlek yapısıyla bir jeipe aitti. Ancak plakaya dair hiçbir iz yoktu. Bu bilgi dosyanın cinayet şüphesiyle açılmasına neden oldu.

Aynı gece şehir merkezinde bir otel odasında siyah takım elbiseli adam telefonla konuşuyordu. “İş bitti,” dedi karşıdan gelen soğuk ve otoriter ses. “İz bırakmadığından emin ol.” Adam, “Kimse beni görmedi, kimse plakayı alamadı,” diye yanıtladı. Odanın köşesinde bir düğün davetiyesi vardı. Üzerinde Nermin ve İsmail’in isimleri altın yaldızlı yazılarla işlenmişti. Davetiye masanın üzerinde bir bıçakla delinmişti.

Ertesi gün iki tabut yan yana cami avlusuna getirildi. Nermin’in gelinliği tabutun üzerine örtü olarak serildi. İsmail’in damatlığı ise tabutun baş ucuna kondu. Kalabalık o kadar fazlaydı ki sokaklar insan doldu. Hatice Hanım kızının tabutuna sarılıp, “Sen bana vedada bile etmedin,” diye ağlıyordu. Salih Bey ise oğlunun tabutunu taşıyanların önünde yürürken dudaklarını ısırıyor, gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu.

Cenazeden sonra Nermin’in en yakın arkadaşı Zeynep polisle konuştu. Düğünde çok garip bir adam vardı, siyah takım elbise giymişti. Kimse tanımıyordu. Sürekli telefonla konuşuyor, çifti izliyordu. Polis bu ifadeyi not aldı. Şimdi ellerinde yeni bir hedef vardı: O adamı bulmak. Ama kimliği hâlâ meçhuldü.

Gece yarısı Hatice Hanım evinde yalnız otururken pencereden dışarı baktı. Sokak lambasının altında sigara içen bir adam silueti gördü. Yüzü karanlıkta seçilemiyordu ama kadının içine bir ürperti yayıldı. Adam bir süre baktıktan sonra sigarasını yere attı ve karanlığa karıştı.

Kazadan üç gün sonra polis merkezinde özel bir toplantı yapıldı. Masanın üzerinde kazaya ait fotoğraflar, yol krokileri ve tanık ifadeleri vardı. Başkomiser Kemal Bey, “Bu kaza değil, planlı bir pusuydu,” dedi. Elindeki dosyadan bir parça far camı çıkardı. Bu parça yüksek modelli bir jeepin farına aitti. Gelin arabasının fren izleri jip ile çarpışmamak için yapılan ani manevraya işaret ediyordu.

Yanındaki memur, “Ama plakaya dair hâlâ hiçbir görüntü yok. Kameralar o bölgede çalışmıyordu,” diye ekledi. Nermin’in yakın arkadaşı Zeynep tekrar karakola çağrıldı. O gün gördüğü adamı daha net tarif etti: Boyu uzun, 1,85 civarı, saçları kısa, alnında hafif bir yara izi vardı. Sürekli telefonla konuşuyordu. Elinde sigara tutma şekli bile dikkat çekiciydi. Sanki bekliyordu.

Başkomiser Kemal bu tarifi dosyaya ekledi. “Bu adamı bulursak düğüm çözülür,” dedi. Hatice Hanım kızının odasında eşyaları toplarken çekmecede sararmış bir zarf buldu. Zarfta ne gönderenin ne de alıcının ismi vardı. Ama içinde kısa bir not vardı:

“Beni görmezden gelmeye devam edersen düğününü düğün salonunda bitiremem.”

Hatice Hanım’ın elleri titredi. Not eskiydi, mürekkebi solmuştu ama tehdidin ağırlığı hissediliyordu. Hemen polisi aradı. Salih Bey oğlunun eski arkadaşlarını aramaya başladı. Bir isim sürekli karşısına çıkıyordu: Yavuz Kargı. Yıllar önce İsmail ile aynı şirkette çalışmış. Büyük bir anlaşma sırasında sahte belgeler yüzünden işten atılmıştı. O dönem İsmail patronuna durumu bildirmiş, Yavuz ise “Beni bitirdin,” diyerek ortadan kaybolmuştu.

Yavuz’un son görüldüğü yer bir sınır kasabasıydı ve orada lüks siyah bir jeep satın aldığı biliniyordu. Otel odasındaki adam gerçekten Yavuz’du. Geceleri pencereden dışarı bakıyor, elindeki sigarayı uzun uzun tüttürüyordu. Masada Nermin ile İsmail’in düğün fotoğrafı vardı. Köşesi yırtılmıştı. Telefonuna bir mesaj geldi: “İş tamam ama hâlâ belgeler bende.” Yavuz’un gözleri kısıldı. Demek ki asıl mesele belgelerdi. İsmail’in ölümünü isteyen tek kişi o değildi.

Başkomiser Kemal, İsmail’in ofisindeki bilgisayarın sabit diskini inceledi. Şifreyi kırdıklarında “gizli” adlı bir dosya buldular. İçinde büyük bir inşaat şirketinin rüşvet belgeleri vardı. İsmail’in ölmeden önce bu belgeleri polise teslim etmeyi planladığı anlaşılıyordu.

Kemal Bey, “Bu sadece kişisel bir husumet değil, büyük bir organize iş,” dedi. “Ve bu işin içinde güçlü isimler var.”

Hatice Hanım gece yarısı evde yalnızken telefon çaldı. Karşıdaki ses boğuktu: “Polise konuşmayı kes yoksa sıra sana gelir.” Kadın korkudan telefonu düşürdü. Pencereden baktığında yine o silueti gördü. Bu kez adam biraz daha yakındı. Gözleri loş ışıkta parlıyordu.

Polis, cenazeden sonra mezarlık çevresinde siyah bir jeep’in dolaştığına dair ihbar aldı. Plaka yine tespit edilemedi. Ancak yeni bir tanık aracın arka camında sol üst köşede beyaz bir çıkartma olduğunu söyledi. Küçük bir kartal figürüydü. Bu detay Yavuz’un eski aracına ait fotoğraflarla uyuşuyordu.

Yavuz valizini topladı. Şehirden ayrılmaya hazırlanıyordu. Ama gitmeden önce belgelerin peşindeki asıl kişiye son bir mesaj attı:

“Benim işim bitti ama senin sırların hâlâ elimde. Bu mesajın gideceği kişi tüm oyunun gerçek sahibi olacaktı.”

Başkomiser Kemal duvardaki isim listesinin başına birini yazdı: Mehmet Karadağ, şehrin en güçlü müteahitlerinden biri. İsmail’in elindeki belgelerde onun imzası da vardı. Kemal, “Yavuz sadece piyon, asıl katil gölgede saklanıyor,” dedi.

Başkomiser Kemal, Mehmet Karadağ’ın telefon kayıtlarını incelediğinde düğün gününden bir gün önce Yavuz’la üç kez görüştüğünü buldu. Görüşmelerden biri 18 dakika sürmüş, tam olarak kaza yerinin yakınlarındaki baz istasyonundan yapılmıştı. Bu, Mehmet’in kazadan haberdar olduğu değil, bizzat planın içinde olduğunun kanıtıydı.

Kemal ve ekibi savcılıktan gizli bir dinleme kararı aldı. Mehmet Karadağ’ın ofisine yerleştirilen mikrofonlar birkaç gün içinde kritik bir konuşmayı yakaladı. Mehmet telefonla birine şöyle diyordu:

“İsmail o belgeleri verirse işimiz biterdi. Yavuz iyi iş çıkardı. Kimse kaza olduğundan şüphelenmeyecek.”

Bu kayıt soruşturmanın seyrini değiştirdi.

Yavuz şehri terk etmek için gece yarısı yola çıktı. Ancak polis mezarlık civarındaki jipi takibe almıştı. Beyaz kartal çıkartması karanlıkta bile fark ediliyordu. Bir köprü çıkışında yolu kesildi. Silahını çekmeye çalıştı ama polisler çoktan etrafını sarmıştı.

Kemal arabaya yaklaşıp kapıyı açtı. “Oyun bitti Yavuz. Şimdi konuşma zamanı,” dedi.

Emniyetteki sorgu odasında Yavuz başta susmayı seçti. Ancak Kemal masaya Nermin’in düğün davetiyesini koyduğunda gözleri doldu:

“Ben onları öldürmek istemedim ama bana dediler ki, ‘Korkutacaksın. Belgeleri alacaksın. Virajda önüme çıktılar. Fren yapamadım.’”

Kemal, “Ama sen virajda değil, kasıtlı olarak arabayı sıkıştırdın,” dedi. Yavuz başını öne eğdi. “Mehmet bana para verdi. O belgeler yüzünden İsmail beni işten attığında zaten nefret ediyordum. Bu intikam fırsatı oldu.”

Yavuz belgelerin yerini söyledi. Şehir dışında terk edilmiş bir depoda, eski bir masa çekmecesinin içinde polis oraya baskın düzenlediğinde dosyalar hâlâ oradaydı. Belgelerde Mehmet Karadağ’ın milyonlarca liralık rüşvet ağı, sahte ihaleler ve mafya bağlantıları açıkça yazılıydı. İmzalar, para transferleri, tanık listeleri hepsi bir araya geldiğinde Mehmet’i kurtaracak hiçbir açık kapı kalmamıştı.

Ertesi sabah Mehmet Karadağ’ın lüks villasına şafak baskını yapıldı. Mehmet pijamalarıyla kapıyı açtığında karşısında Kemal’i gördü. Kemal soğuk bir sesle, “Nermin ve İsmail için,” dedi ve kelepçeyi taktı. Villanın içinde para kasaları, sahte pasaportlar ve silahlar bulundu. Bu görüntüler basına sızınca şehirde büyük yankı uyandı.

Dava haftalar sürdü. Yavuz cinayete teşebbüs ve kasten adam öldürme suçlarından ağırlaştırılmış müebbet aldı. Mehmet Karadağ ise cinayete azmettirme, rüşvet, kara para, aklama suçlarından ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Mahkeme salonunda Hatice Hanım ve Salih Bey birbirlerine sarılarak gözyaşı döktüler. Adalet yerini bulmuştu ama evlatları geri gelmeyecekti.

Dava bitiminde Kemal Bey, Hatice Hanım’a küçük bir USB bellek verdi. Bu, İsmail’in ölümünden bir hafta önce kaydettiği bir videoydu. Videoda İsmail ve Nermin birlikte gülümsüyorlardı.

“Eğer bu videoyu izliyorsanız, demek ki başımıza bir şey geldi. Bilin ki biz birbirimizi çok sevdik ve bizden geriye kalan tek şey bu sevgi olsun.”

Hatice Hanım videoyu izlerken odada derin bir sessizlik oldu.

Bir ay sonra aileler, Nermin ve İsmail’in mezar taşlarını yaptırdı. Yan yana duran iki beyaz mermer üzerinde şu yazıyordu:

“Hayat bizi 40 dakika evli bıraktı ama aşkımız sonsuz.”

Mezarlığın çevresinde bahar çiçekleri açmış, rüzgar hafifçe taşlara vuruyordu.

Başkomiser Kemal mezarlıktan ayrılırken uzakta bir adam silueti gördü. Yüzü görünmüyordu ama Kemal biliyordu ki bu dava henüz tamamen kapanmamıştı. Çünkü gölgelerde Mehmet Karadağ’ın da üstünde olan daha büyük bir isim vardı ve o hâlâ özgür geziyordu.

 

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News