Fakir Kız Polisi Aradı “Burada Biri Mahsur!” – Ama Onun Bir Milyoner Olduğunu Bilmiyordu…

Fakir Kız Polisi Aradı “Burada Biri Mahsur!” – Ama Onun Bir Milyoner Olduğunu Bilmiyordu…

.
.

Sokak kızı, karanlık bir evden gelen çığlıkları duydu ve polisi uyarmak için koştu. “Burada biri mahsur kalmış,” dedi, az önce bildirdiğinin ciddiyetini fark etmeden. İçeride buldukları şey onu şoke edecekti.

İstanbul’un kavurucu yaz sıcaklığında, Tarla Başı semtinin dar sokaklarında 7 yaşındaki küçük Zehra, karnındaki açlıkla mücadele ederek dolaşıyordu. Üzerinde solmuş eski bir elbise vardı ve yalınayak yürüyordu. Elinde sıkıca tuttuğu bayat ekmek parçasını gece için saklıyordu. Zehra’nın hayatı sokakta hayatta kalma mücadelesiyle geçiyordu. Geceleri karton kutular arasında uyuyor, gündüzleri Eminönü çevresinde dolaşarak turistlerin veya merhametli insanların vereceği birkaç lirayla karnını doyurmaya çalışıyordu.

Zehra henüz 7 yaşında olmasına rağmen hayatın acımasız gerçekleriyle erkenden tanışmıştı. Annesi onu doğurduktan kısa bir süre sonra ortadan kaybolmuş, kimsesiz kalmıştı. Küçük yaşında kendini İstanbul’un acımasız sokaklarında bulmuştu. Yine de gözlerindeki ışık hiç sönmemişti. Bazen Galata Köprüsü’nün altında oturup boğazın masmavi sularını seyreder, bir gün kendisine de güzel bir hayatın kapılarının açılacağını hayal ederdi.

Fakir Kız Polisi Aradı "Burada Biri Mahsur!" - Ama Onun Bir Milyoner  Olduğunu Bilmiyordu... - YouTube

O gün Zehra için sıradan bir gündü. Eminönü’ndeki balıkçılardan birinin attığı yarım ekmek ve biraz peyniri afiyetle yemiş, şimdi de Karaköy yönüne doğru ilerliyordu. Bazen limana yanaşan büyük gemileri izlemeyi severdi. Gemilerin uzaklara gitmesi onda da bir gün uzaklara gitme hayali uyandırırdı.

Karanlık Gece

Aynı saatlerde İstanbul’un diğer ucunda, şehrin en lüks semtlerinden Nişantaşı’ndaki görkemli ofisinde Türkiye’nin en zengin iş insanlarından Kerem Altan, yeni bir iş günü için hazırlanıyordu. 42 yaşındaki Kerem, teknoloji ve inşaat sektörlerinde faaliyet gösteren Dev Altan Holding’in CEO’suydu. Son 10 yılda şirketin değerini 5 katına çıkarmış, Türkiye sınırlarını aşarak Ortadoğu ve Avrupa pazarlarında da söz sahibi olmuştu.

Kerem o sabah özel şoförü Ahmet’in kullandığı siyah lüks arabası ile ofisine gelmiş, asistanı Defne’den günün programını almış ve şimdi de önemli bir toplantı için hazırlanıyordu. Toplantı, Avrupa’da hayata geçireceği yeni bir teknoloji projesi ile ilgiliydi. Bu proje hem şirketi için hem de Türkiye ekonomisi için büyük bir sıçrama olacaktı.

“Sayın Altan, toplantı odasında herkes hazır,” dedi Defne kapıyı tıklatarak. Kerem başıyla onayladı ve toplantı odasına doğru ilerledi. Odaya girdiğinde yönetim kurulu üyeleri ve üst düzey yöneticilerle karşılaştı. Aralarında bir zamanlar en çok güvendiği üç kişi vardı: Senem Yılmaz, şirketin pazarlama direktörü; Orhan Demir, finansal işlerden sorumlu başkan yardımcısı; ve Halil Kaya, teknoloji bölümünün başındaki isim.

Kerem henüz bilmiyordu ama bu üç kişi aylardır onun arkasından planlar yapıyordu. Avrupa projesinin detaylarını öğrenmek ve bu bilgileri kendi çıkarları için kullanmak istiyorlardı. Üçü de Kerem’in şirketi büyütürken eski değerlerinden vazgeçtiğini, sadece kar odaklı bir yapıya büründüğünü ve kendilerini artık değersiz gördüğünü düşünüyordu. Kendilerince haklı sebepleri vardı. Yıllarca şirketin büyümesi için çalışmışlar ama Kerem’in servetinin sadece küçük bir kısmını paylaşabilmişlerdi.

“Bugün sizinle Avrupa projemizin son detaylarını paylaşmak istiyorum,” dedi Kerem masanın başına geçerek. “Bu proje Altan Holding’i uluslararası arenada bambaşka bir seviyeye taşıyacak.” Toplantı boyunca Kerem projenin tüm ayrıntılarını anlattı. Bilmediği şey, Senem, Orhan ve Halil’in her kelimesini dikkatle not aldıkları ve sonraki adımlarını planladıklarıydı.

Toplantı bittiğinde Kerem ofisine döndü ve bir sonraki randevusu için hazırlanmaya başladı. Defne kapıyı çalarak içeri girdi. “Sayın Altan, Orhan Bey acil bir konuyu görüşmek istediğini söyledi. Eyüp’teki eski fabrika binasında sizinle özel olarak görüşmek istiyor. Çok gizli ve önemli bir konu olduğunu belirtti.”

Kerem kaşlarını çattı. Eyüp’teki eski fabrika binası, şirketin ilk kurulduğu yerdi ve şimdi kullanılmıyordu. “Neden orada? Neden ofiste görüşmüyor?” diye sordu. “Konunun çok gizli olduğunu, başka kimsenin duymaması gerektiğini söyledi. Proje ile ilgili bir gelişme varmış.”

Kerem bir an düşündü. Orhan uzun yıllardır çalışma arkadaşıydı ve ona güvenirdi. “Tamam, söyle Ahmet arabayı hazırlasın. Akşam üzeri oraya gideceğim.”

Saat 5’e doğru Kerem Nişantaşı’ndaki ofisinden ayrıldı ve Eyüp’e doğru yola çıktı. İstanbul trafiğinde ilerlerken telefonuyla meşguldü ve çevresinde olup bitenlere dikkat etmiyordu. Ahmet arabayı eski fabrika binasının önüne çektiğinde Kerem telefon görüşmesini bitirdi ve dışarı çıktı. “Beni bekle, uzun sürmez,” dedi Ahmet’e ve fabrika binasına doğru ilerledi. Binanın kapısında Orhan onu bekliyordu.

“Hoş geldiniz Kerem Bey. İçeride konuşalım,” dedi Orhan. Kerem Orhan’ı takip ederek içeri girdi. İçerisi loş ve serindi. Fabrika yıllardır kullanılmadığından içeride sadece birkaç eski makine ve mobilya kalmıştı. Orhan onu üst kattaki eski ofis odasına götürdü. “Ne oldu Orhan? Bu gizlilik de neyin nesi?” diye sordu Kerem odaya girerken.

Ancak odaya girdiğinde karşısında sadece Orhan değil, Senem ve Halil’i de gördü. Üçünün yüzünde garip bir ifade vardı. “Ne oluyor burada?” diye sordu Kerem durumdan rahatsız olarak. “Otur Kerem,” dedi Senem otoriter bir sesle. “Seninle konuşacaklarımız var.”

Kerem odada bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı ama henüz durumun ciddiyetini kavrayamamıştı. “Neden buradayız? Ne konuşacağız?” Halil öne çıktı. “Avrupa projesi hakkında konuşacağız. Daha doğrusu bizim bu projeden nasıl faydalanacağımız hakkında.”

Kerem’in kafası karışmıştı. “Ne demek istiyorsun?” “Bizi dinle Kerem,” dedi Orhan. Sesinde tehditkar bir ton vardı. “Biz bu şirketi seninle birlikte büyüttük. Yıllardır senin için çalışıyoruz ama sen servetini bizimle adil bir şekilde paylaşmadın. Şimdi Avrupa projesiyle milyarlarca lira kazanacaksın ve biz yine kenarda kalacağız.”

Kerem ayağa kalkmaya çalıştı ama Halil onu omuzlarından tutarak oturduğu sandalyeye bastırdı. “Gitme vakti değil daha Kerem. Bizi dinleyeceksin.” “Delirdiniz mi siz? Bırakın beni!” diye bağırdı Kerem durumun ciddiyetini anlamaya başlayarak. “İşte plan,” dedi Senem. Soğukkanlı bir sesle. “Avrupa projesinin tüm detaylarını bize vereceksin. Ayrıca şirket hisselerinin %10’unu üçümüze eşit şekilde devredeceksin. Bunları yapmazsan burada uzun süre kalırsın.”

Kerem şok içindeydi. “Siz beni tehdit mi ediyorsunuz? Rehin mi alıyorsunuz? Bu suç.” “Biz buna kurumsal adalet diyoruz,” diye gülümsedi Orhan. “Hakkımızı alıyoruz.” Kerem’in telefonu çaldı ama Halil hızla telefonu alıp kapattı. “Kimseyle konuşmayacaksın Kerem. Şimdi istediğimiz belgeleri imzalayana kadar burada kalacaksın.”

Odanın kapısı kilitlendi ve Kerem kendini tuzağa düşmüş buldu. Yardım çağırmak için pencereye koştu ama pencerelerde demir parmaklıklarla kaplıydı. Eski fabrika binası şehrin gürültüsünden uzak, izole bir yerdeydi. Bağırsa bile kimsenin duymayacağını biliyordu.

O sırada İstanbul’un sokakları kararmaya başlıyordu. Küçük Zehra geceyi geçirmek için güvenli bir yer arıyordu. Normalde Eminönü tarafında kalırdı ama o gün nedense adımları onu Eyüp’e kadar sürüklemişti. Eski fabrika binasının yakınlarında, binanın arkasındaki boş arazide karton kutular bulmuş, kendine gecelik bir barınak hazırlıyordu. Tam uykuya dalmak üzereyken fabrikanın üst katından gelen bir ses dikkatini çekti. Birisi yardım için bağırıyordu.

Zehra korkuyla karışık bir merakla fabrikaya doğru baktı. Karanlıkta üst kattaki bir pencerede bir adam gördü. Adam camı yumrukluyordu. Zehra korktu ama o sesi duyduktan sonra uyuyamayacağını da biliyordu. Küçük adımlarla fabrikaya doğru ilerledi. Belki de içeride birileri vardı ve ona yardım edebilirlerdi. Belki bir parça ekmek veya biraz para.

Fabrikanın yan tarafına doğru yürürken açık bir pencere gördü. Pencere yerden yüksekteydi ama Zehra’nın tırmanabileceği bir yükseklikteydi. Küçük ve zayıf bedeniyle usulca pencereye tırmandı ve içeri baktı. İçeride büyük bir boşluk vardı. Eski makineler ve kutular, merdivenlerde inen üç kişi, iki erkek, bir kadın konuşuyorlardı. Ama Zehra ne dediklerini tam anlayamıyordu. Ancak yüzlerindeki ifadeler onların iyi insanlar olmadığını gösteriyordu.

Zehra içgüdüsel olarak kendini göstermeden dinlemeye devam etti. “Yarın sabah belgeleri imzalamazsa daha sert önlemler alacağız,” dedi kadın sert bir sesle. “Bu kadar lüks içinde yaşarken bizi hiçe saymasına izin veremeyiz. Kerem her zaman böyleydi.” dedi. Erkeklerden biri “Hep kendini düşündü. Şirketi büyüttük diye övünüyor. Ama asıl emeği verenler bizleriz. Yarın tekrar geleceğiz. Gece boyunca düşünmesi için ona zaman verelim,” dedi. Diğer erkek “hainlere merhamet yok” dedi.

Zehra konuşmaları duyunca daha da korktu. Yukarıdaki adamı hain olarak adlandırmışlardı. Acaba kötü bir adam mıydı? Ama neden yardım için bağırıyordu? Kafası karışmıştı. Tam o sırada ayağı kaydı ve küçük bir gürültü çıkardı. Üç kişi hemen sesin geldiği yöne döndü. “Kim var orada?” diye seslendi kadın. Zehra hızla pencereden atladı ve karanlığa karıştı. Ama tam koşarken erkeklerden biri onu gördü ve peşinden koştu. Zehra hızlıydı. Sokaklarda büyümüştü ve kaçmakta ustaydı. Ama adam da hızlıydı ve sonunda onu yakaladı.

“Ne yapıyorsun burada küçük? Bizi mi gözetliyorsun?” diye sordu adam Zehra’nın kolunu sertçe tutarak. “Hayır efendim. Sadece uyuyacak yer arıyordum,” dedi Zehra korkuyla. Adam Zehra’ya tehditkar bir bakış attı. “Eğer birine bir şey söylersen bir daha kimse seni bulamaz. Anlıyor musun beni?” Zehra korkuyla başını salladı. Adam onu bıraktı ve Zehra karanlık sokaklara doğru kaçtı. Kalbi hızla çarpıyordu ve ne yapacağını bilmiyordu. Yukarıdaki adamın yardım çığlıkları hala kulaklarındaydı ama “hain” kelimesi de zihninde yankılanıyordu. Kime inanmalıydı ve daha da önemlisi ne yapmalıydı?

Zehra Eyüp’ün karanlık sokaklarında nefes nefese koşuyordu. Adamın tehdidi kulaklarında çınlıyor, kalbi göğüs kafesinde çılgınca atıyordu. Sonunda güvenli hissettiği bir köşede durdu ve sırtını duvara yaslayarak yere çöktü. Elleri titriyordu. Fabrikada ne gördüğünü, ne duyduğunu anlamlandırmaya çalışıyordu. Yukarıdaki adam yardım istemişti ama diğerleri onu hain olarak adlandırmıştı. Karmaşık yetişkin dünyasını anlamakta zorlanan Zehra karnındaki açlığı hissetti ve cebindeki bayat ekmeği çıkarıp yemeye başladı.

O gece eski bir bina girişinde uyumaya çalıştı. Ama gözlerine uyku girmedi. Sabaha kadar o adamın sesini, yüzünü ve penceredeki umutsuz bakışlarını düşündü. Hayatı boyunca sokakta yaşamıştı ve hayatta kalmak için en önemli kuralı biliyordu: Başkalarının işine karışma. Ama içinde o adama yardım etmesi gerektiğini söyleyen bir ses vardı.

Sabah olduğunda Zehra erken kalktı ve fabrikaya doğru yürümeye başladı. Uzaktan binaya girilip çıkılmadığını kontrol etmek istiyordu. Belki de gördüklerinin bir rüya olduğunu umuyordu. Ama fabrikaya yaklaştığında dün akşam konuştuğu adamın ve diğer iki kişinin binaya girdiğini gördü. Hızla bir duvarın arkasına saklandı ve onları izledi. Kerem geceyi eski ofis odasında soğuk zeminde geçirmişti. Sabah olduğunda Senem, Orhan ve Halil tekrar geldiler. Yüzlerinde kararlı ifadeler vardı.

“İyi düşündün mü Kerem?” diye sordu Senem elinde bir takım belgeler tutarak. “İşte anlaşma. Bunları imzalarsan seni serbest bırakırız.” Kerem belgelere baktı. Avrupa projesi ile ilgili tüm detayların onlara aktarılması, şirket hisselerinin bir kısmının devredilmesi ve yüklü bir tazminat ödenmesi ile ilgili maddeler içeriyordu. “Siz delirmişsiniz,” dedi Kerem öfkeyle. “Bunları asla imzalamayacağım.”

Halil öne çıktı. “O zaman burada kalmaya devam edeceksin. Bir süre sonra ailenin ve şirketin seni merak etmeye başlayacağını düşünüyorum. O zaman belki fikrini değiştirirsin.” Orhan Kerem’e bir şişe su ve biraz ekmek uzattı. “Al bunu ye. Güçlü kalman gerek belgeleri imzalamak için.” Kerem suyu aldı ama ekmeği reddetti. “Beni burada tuttuğunuz her saniye için pişman olacaksınız. Bunun cezası çok ağır.” Üçü de gülümsedi. “Kimse senin burada olduğunu bilmiyor Kerem,” dedi Senem. “Şoförün Ahmet’e senin özel bir işin olduğunu ve onu arayacağını söyledik. Ofisteki herkese de kısa bir seyahate çıktığını söyledik. Birkaç gün içinde seni arayacak kimse yok.”

Zehra uzaktan izlerken adamların fabrikadan çıktığını gördü. Artık ne yapması gerektiğine karar verme zamanıydı. Polise gidebilir miydi? Ama polis onu ciddiye alır mıydı? Sokak çocuklarına nasıl davrandıklarını biliyordu. En iyi ihtimalle görmezden gelirlerdi. En kötü ihtimalle onu bir yetimhaneye gönderirlerdi.

Öğlen vakti Zehra Eyüp’ün ana caddesine çıktı. Birkaç kişiye fabrikadaki adamdan bahsetmeyi denedi ama kimse onu dinlemedi. Bir lokantanın önünde duran yaşlı bir kadına yaklaştı. “Teyze, bir adama yardım etmem gerekiyor. Eski fabrikada kapalı kaldı,” dedi Zehra umut dolu gözlerle. Yaşlı kadın ona şüpheyle baktı. “Gitişine küçük. Hikaye uydurup, para dilenmek için beni rahatsız etme.”

Zehra başka birkaç kişiye daha yaklaşmayı denedi ama sonuç hep aynıydı. Kimse sokak çocuğu Zehra’yı ciddiye almıyordu. Akşama doğru çaresizlik içinde bir polis aracı gördü. Araç durduğunda iki polis memuru dışarı çıktı ve bir kafeye girdi. Zehra derin bir nefes aldı ve onları takip etti. “Polis amca,” dedi titrek bir sesle. Kafede oturan polislere yaklaşarak, “Bir adam var. Eski fabrikada yardıma ihtiyacı var.” Polislerden genç olanı Zehra’ya baktı. “Ne diyorsun sen küçük? Eyüp’teki eski fabrikada bir adam var. Rehin alınmış. Yardım için bağırıyordu.”

Polisler birbirine baktı ve gülümsedi. “Sen bizi kandırmaya mı çalışıyorsun yoksa televizyonda çok mu film izledin?” dedi yaşlı polis. “Hayır, gerçekten. Dün gece gördüm onu. Pencereden bağırıyordu. Üç kişi onu oraya kapattı.” Genç polis Zehra’nın samimiyetinden etkilenmiş görünüyordu. “Hangi fabrikadan bahsediyorsun tam olarak?” Eyüp’teki eski büyük fabrika. “Altan Holding’in eski fabrikası mı?” diye sordu genç polis kaşlarını kaldırarak. Zehra omuz silkti. “Bilmiyorum ama çok büyük bir bina. Üst katında pencereler var. Adam oradan bağırıyordu.”

Genç polis ortağına baktı. “Belki bir kontrol etsek iyi olur. Küçük kız çok ısrarcı.” Yaşlı polis iç çekti. “Tamam, gidip bir bakalım. Ama boşuna zaman kaybediyorsak.” Zehra rahatlamış bir ifadeyle gülümsedi. “Teşekkür ederim polis amca.” Polis arabasına bindiklerinde Zehra onlara fabrikayı göstermek için yanlarında gitmek istedi. Ama polisler buna izin vermedi. “Sen burada kal küçük. Biz gidip bakacağız,” dedi.

Genç polis Zehra’nın polislerin arkasından uzun süre baktı. Acaba gidip gerçekten kontrol edecekler miydi? Ya da sadece onu başlarından savmak için mi öyle söylemişlerdi? Polisler eski fabrikaya vardıklarında etrafta dolaştılar ve binayı incelediler. İlk başta her şey normal görünüyordu ama yan taraftaki bir pencereyi kırık buldular. İçeri girdiklerinde zeminde ayak izleri ve yakın zamanda birilerinin orada olduğuna dair işaretler gördüler. “Belki küçük kız haklıydı,” dedi genç polis merdivenleri işaret ederek, “Yukarıya bakalım.” Üst kata çıktıklarında kilitli bir kapıyla karşılaştılar. Kapıyı çaldılar. “Polis! İçeride kimse var mı?” İçeriden zayıf bir ses geldi. “Yardım edin. Burada rehin tutuluyorum.”

Polisler birbirine baktı ve hemen kapıyı kırmak için harekete geçtiler. Kapı açıldığında bitkin ve yorgun görünen Kerem Altan’ı gördüler. “Sayın Altan, siz misiniz?” diye sordu yaşlı polis şaşkınlıkla. Kerem başıyla onayladı. “Evet, benim. Üç eski çalışanım beni burada rehin tutuyor. Şirketteki proje ile ilgili bilgileri ve para istiyorlar.” Polisler hemen Kerem’e yardım ettiler ve durumu merkeze bildirdiler. Kısa süre içinde olay yerine daha fazla polis ve bir ambulans geldi.

Kerem ambulansa bindirilirken genç polis ona bir soru sordu. “Sayın Altan, size küçük bir soru sormak istiyorum. Size burada olduğunuzu nasıl bildik biliyor musunuz?” Kerem başını iki yana salladı. “Hayır, nasıl?” “Küçük bir sokak çocuğu polise haber verdi. 7 yaşlarında bir kız çocuğu sizi pencerede gördüğünü ve yardım için bağırdığınızı söyledi.” Kerem şaşırmıştı. “Bir sokak çocuğu mu? Nasıl biri?” Küçük zayıf, solgun yüzlü bir kız. Üzerinde eski bir elbise vardı. Sokakta yaşıyor gibi görünüyordu. Kerem derin bir düşünceye daldı. Hayatını bir sokak çocuğuna borçluydu. Onu bulabilir miyiz? Ona teşekkür etmek istiyorum.

Deniz Hanım, sokak çocuklarıyla iletişime geçebilecek sosyal hizmet görevlileriyle çalışabiliriz. Ayrıca çocuğun gittiği bilinen yerlerde afiş asabiliriz. Kerem düşündü. Hepsini yapalım. Para önemli değil. Ayrıca bir ödül koymak istiyorum. Onu bulan kişiye büyük bir ödül. Anladım Kerem Bey. Hemen ayarlayacağım. O hafta boyunca İstanbul’un belirli bölgelerinde küçük bir kız çocuğunu arayan afişler asıldı. Afişlerde bulan kişiye verilecek ödül açıkça belirtilmişti.

Özel dedektifler Eminönü, Karaköy ve Eyüp bölgelerini taramaya başladı. Sosyal hizmet görevlileri sokak çocuklarıyla konuşarak bilgi toplamaya çalıştı. Zehra ise bu arayıştan habersizdi. Olaydan sonra kendini daha da görünmez kılmaya çalışmıştı. Normalde takıldığı yerlerden uzak duruyordu. Başı belaya girmişti ve bunu biliyordu. Yeni bir bölgeye Üsküdar’a geçmişti. Boğazın karşı yakasındaydı. Artık kendini daha güvende hissediyordu.

Üsküdar’ın kalabalık sokaklarında dolaşırken bir lokantanın önünde durdu. İçeriden gelen yemek kokuları midesini guruldattı. Günlerdir düzgün bir şey yememişti. Lokantanın sahibi, yaşlı bir adam onu fark etti ve dışarı çıktı. “Ne yapıyorsun burada küçük kız?” diye sordu adam nazik bir sesle. Zehra korkuyla geriye çekildi. “Hiç, sadece geçiyordum.” “Aç mısın?” diye sordu adam. “Gel, sana yemek vereyim.” Zehra şaşırmıştı. İnsanlar genelde ona böyle davranmazdı. Tereddüt ederek adamı takip etti ve lokantanın arka bölümüne girdi.

Adam ona sıcak bir çorba ve ekmek verdi. Zehra açlıkla yemeye başladı. “Benim adım Rıfat. Senin adın ne?” diye sordu yaşlı adam. Zehra temkinliydi. “Zehra,” dedi kısık sesle. “Ailen nerede?” “Ailem yok,” dedi Zehra çorbasına bakarak. Rıfat üzgün bir ifadeyle başını salladı. “Sokakta mı yaşıyorsun?” Zehra cevap vermedi ama sessizliği her şeyi anlatıyordu. “Biliyorsun şu aralar herkes bir sokak çocuğunu arıyor. Onu görmüş müsün hiç? Gazetelerde çıktı,” dedi Rıfat duvardaki televizyonu işaret ederek.

Zehra başını kaldırdı ve televizyonda Kerem Altan’ın resmini gördü. Speaker, Kerem’in hayatını kurtaran sokak çocuğunu aradığını anlatıyordu. Zehra’nın kalbi hızlandı. “Hayır, görmedim,” dedi hızla. Gözlerini kaçırarak. Rıfat dikkatle ona baktı. Emin misin? “Bilirsin, onu bulan kişiye büyük bir ödül varmış.” “Bilmiyorum gerçekten,” dedi Zehra ayağa kalkarak. “Teşekkür ederim yemek için. Gitmeliyim şimdi.”

Rıfat onu durdurmadı ama şüphelenmişti. Zehra’nın telaşı bir şeyler gizlediğini gösteriyordu. Zehra lokantadan çıktıktan sonra Rıfat telefonunu çıkardı ve afişte gördüğü numarayı aradı. “Alo. Sokak çocuğunu arayan kişiyle mi görüşüyorum? Sanırım onu gördüm.” Kerem Rıfat’ın aramasını aldığında heyecanlandı. “Nerede gördünüz onu? Nasıl emin olabilirim doğru kişi olduğundan?” “Üsküdar’daki lokantama geldi. Küçük, zayıf, solgun yüzlü bir kız. Üzerinde eski bir elbise vardı. Televizyonda sizi görünce çok telaşlandı ve hemen kaçtı.”

Kerem hemen arabasına atlayarak Üsküdar’a doğru yola çıktı. Boğaz köprüsünü geçerken heyecandan elleri titriyordu. Baris de onunla birlikteydi. “Sakin olun Kerem Bey,” dedi Baris. “Belki de o değildir. Birçok sokak çocuğu var.” Ama ya oysa ya onu bulduysam Baris, anlıyor musun? O benim hayatımı kurtardı. Lokantaya vardıklarında Rıfat onları kapıda karşıladı. “Hoş geldiniz sayın Altan. Onur duydum.” “Teşekkür ederim Rıfat Bey. Şimdi bana o kızdan bahedin. Her şeyi anlatın.”

Rıfat Zehra ile olan karşılaşmasını detaylı bir şekilde anlattı. Ürkek bir çocuktu. Sanki birinden kaçıyormuş gibiydi ve sizi televizyonda görünce yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz. “Sizi tanıdı eminim.” Kerem heyecanla sordu. “Nereye gittiğini gördünüz mü?” “İskeleden karşıya geçmek istiyordu.” Kerem düşünmeye başladı. Eğer kız Üsküdar’daysa onu nasıl bulabilirdi? Bölge büyüktü ve sokak çocukları saklanmakta ustaydı. Peki sizce tekrar buraya gelir mi? Rıfat omuz silkti. “Belki ona yemek verdim ve nazik davrandım. Sokak çocukları kendilerine iyi davranan yerlere genellikle geri dönerler.”

O zaman bekleyeceğiz,” dedi Kerem kararlılıkla. “Burada lokantanızda bekleyeceğim ta ki o geri gelene kadar.” Baris endişeyle sordu. “Kerem Bey, emin misiniz? Belki de özel dedektifler…” “Hayır, Baris, bu kişisel. Ben bekleyeceğim.” Ve böylece Kerem Altan, Türkiye’nin en zengin adamlarından biri, Üsküdar’daki sıradan bir lokantada hayatını kurtaran sokak çocuğunu beklemeye başladı.

Saatler geçti, akşam oldu ama Zehra gelmedi. Kerem lokantada geceyi geçirmeye karar verdi. Rıfat ona lokantanın üst katındaki küçük bir odayı verdi. “Rahat değil belki Sayın Altan ama temiz bir yatak,” dedi Rıfat mahcup bir ifadeyle. Kerem gülümsedi. “Teşekkür ederim Rıfat Bey. Daha fazlasına ihtiyacım yok.” O gece Kerem uyuyamadı. Pencereden Üsküdar’ın karanlık sokaklarına bakıyordu. Zehra’nın o sokaklarda bir yerlerde olduğunu, belki de soğukta titrediğini düşünüyordu. Ona yardım etmek, onu güvende tutmak için duyduğu istek giderek artıyordu.

Akşam yemeğinde Zehra aşağıya indiğinde üzerinde yeni kıyafetleri vardı ve saçlarını taramıştı. Kerem onu görünce gülümsedi. “Çok güzel görünüyorsun, Zehra.” Zehra utangaç bir gülümsemeyle teşekkür etti. Ayşe Hanım yemeği servis etti ve Zehra ilk kez düzgün bir yemek masasında porselen tabaklar ve gümüş çatallarla yemek yedi. Yemeğini yerken Kerem ona basit sorular sordu. Neleri sevdiğini, nelerden hoşlandığını Zehra çekingen cevaplar verdi ama yavaş yavaş açılmaya başladı.

“Okula gitmek ister misin Zehra?” diye sordu Kerem tatlı servis edilirken. Zehra gözlerini kaldırdı. “Okul mu?” “Evet. Her çocuk okula gitmeli. Okuma yazma biliyor musun?” Zehra başını iki yana salladı. “Hayır ama öğrenmek isterim.” “O zaman seninle bir öğretmen ayarlayacağım. Önce temel şeyleri öğrenirsin. Sonra da okula başlarsın. Ne dersin?” Zehra’nın gözleri parladı. “Gerçekten mi? Okuyabilecek miyim?” “Elbette. Ve daha çok şey öğreneceksin. Matematik, tarih, bilim, her şeyi.”

Yemekten sonra Kerem ve Zehra salonda oturdular. Kerem ona aldıkları kitaplardan birini gösterdi. Çocuk kitabıydı. Resimli bir masal kitabı. Bu kitabı okumayı öğrendiğinde, “Sana daha fazlasını alacağım,” dedi Kerem. Zehra kitabı elinde tuttu ve resimlerine baktı. “Teşekkür ederim Kerem Bey, her şey için.” “Bana sadece Kerem diyebilirsin,” dedi Kerem gülümseyerek. Zehra başını salladı. “Teşekkür ederim Kerem.” O akşam Zehra odasında hayatında ilk kez gerçek bir yatakta uyudu. Ayşe Hanım ona pijamasını giymesi ve dişlerini fırçalaması için yardım etmişti. Yatağa girdiğinde yumuşaklığına ve rahatlığına inanamadı. Oyuncak ayısını kucağına aldı ve pencereden dışarı baktı. Boğazın suları uzakta parlıyordu. Gözleri doldu. Ama bu sefer mutluluk gözyaşlarıydı.

Belki de sonunda bir şansı vardı. Akşam yemeğinde Zehra aşağıya indiğinde, Kerem’in ona olan sevgisini ve ilgisini hissedebiliyordu. O günlerde Zehra, Kerem’in ona sağladığı güvenli ortamda büyümeye devam etti. Kerem, Zehra’nın eğitimine ve gelişimine büyük önem veriyordu. Okulda başarılı oldukça, Zehra’nın özgüveni artıyordu. Kerem, Zehra’nın hayatındaki en büyük destekçisi olmuştu.

Bir gün Kerem, Zehra’ya özel bir sürpriz yapmak istedi. “Zehra, bu hafta sonu senin için bir etkinlik düzenlemek istiyorum,” dedi. “Ne etkinliği?” diye sordu Zehra merakla. “Bir tiyatro gösterisi var. Çok eğlenceli olacak. Bunu kaçırmak istemezsin.” Zehra’nın gözleri parladı. “Gerçekten mi? Tiyatroya gidebilir miyiz?” “Elbette, seninle birlikte gideceğim. Hazırlan ve bu akşamki gösteriye katılacağız.”

Zehra, Kerem’in bu sürprizine çok sevindi. Tiyatroda olmak, sahnedeki oyuncuları izlemek ve hikayelere dalmak onun için harika bir deneyim olacaktı. Gösteri günü geldiğinde, Zehra yeni elbisesini giydi. Kerem onu alırken, Zehra’nın yüzündeki mutluluğu görmek onu da mutlu ediyordu. Tiyatroya vardıklarında, Zehra’nın kalbi heyecanla çarpıyordu.

Gösteri başladığında, Zehra sahnedeki oyuncuların performansına hayran kaldı. Onların yetenekleri, kostümleri ve sahne dekorları onu büyülemişti. Kerem, Zehra’nın yanındaki heyecanını gördükçe içindeki sevgi daha da büyüyordu. Gösterinin sonunda alkışlar yükseldiğinde, Zehra’nın gözleri parlıyordu. “Baba, bu harikaydı!” dedi.

Kerem gülümsedi. “Bunu senin için yaptım. Senin mutlu olmanı istiyorum.” O gün Zehra, hayatında hiç yaşamadığı bir mutluluğu hissetti. Kerem’in sevgisi ve desteği sayesinde kendini güvende hissediyordu. Zamanla Zehra, Kerem’in yanında büyüyen bir genç kız haline geldi. Eğitimini başarıyla tamamladı ve üniversiteye gitme hayalleri kurmaya başladı.

Bir gün Kerem, Zehra ile birlikte otururken ona şöyle dedi: “Zehra, seninle gurur duyuyorum. Artık kendi ayakların üzerinde durabilirsin.” Zehra, Kerem’in ona olan sevgisini her zaman hissetti. “Ben de seni çok seviyorum baba,” dedi Zehra. “Sen benim hayatımı değiştirdin.”

Kerem, Zehra’nın hayatındaki en büyük destekçisi olmaya devam etti. Onun eğitimine, gelişimine ve geleceğine yatırım yaparak, Zehra’nın hayallerinin peşinden koşmasını sağladı. Zamanla Zehra, kendi hikayesini yazmaya başladı.

Zehra’nın hayatı, Kerem’in ona olan sevgisi ve desteği sayesinde değişmişti. Artık yalnız bir sokak çocuğu değil, sevgi dolu bir aileye sahip olan bir genç kızdı. Geçmişin acı hatıraları geride kalmıştı. Şimdi yeni bir başlangıç yapma zamanıydı.

Sonuç

Zehra, Kerem’in hayatına girdiği günden beri her şey değişmişti. İkisi de birbirine destek oldular. Kerem, Zehra’nın hayatına dokunarak ona umut verdi. Zehra ise Kerem’in hayatına neşe ve sevgi kattı. Her ikisi de birbirlerinin hayatında önemli bir yer edindi.

Zamanla Zehra, İstanbul’un sokaklarında büyüyen bir çocuk olarak değil, sevgi dolu bir ailede büyüyen bir genç kız olarak anılmaya başlandı. Kerem, Zehra’nın hayatında sadece bir baba değil, aynı zamanda bir öğretmen, bir dost ve bir koruyucu oldu.

Zehra’nın hikayesi, diğer sokak çocuklarına da ilham verdi. Onların da hayatta bir şansı olabileceğini gösterdi. Sevginin gücü, en zor zamanlarda bile umut ışığı olabiliyordu. Kerem ve Zehra’nın hikayesi, birbirlerini buldukları o günden itibaren her gün yeni bir sayfa açarak devam etti.

 

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News