Garson Küçük Bir Detay Fark Etti Ve Milyonere Milyonlar Kazandırdı

Garson Küçük Bir Detay Fark Etti Ve Milyonere Milyonlar Kazandırdı

.
.

İstanbul’un Nişantaşı semti, soğuk bir Kasım akşamı. Yağmur, lüks altın sofra restoranının yüksek camlarına vuruyordu. Milyonerlerin sessizce yemek yediği, sırların kristal avizeler arkasında saklandığı bir yer. Garson Ayşe Yılmaz, 38 yıldır başkentin en zengin insanlarının masalarında hizmet veren bir kadın, elindeki tepsiyle mutfak ile salon arasında dona kaldı.

Bakışları, 15 yıldır jestleri, iç çekişleri, yalan söyleyen bakışları gözlemleyerek eğitilmişti. Kimsenin fark etmediği bir şeye kilitlendi. 7 numaralı masa. Yalnız bir adam. Terzi işi zarif bir takım elbise giymişti. 100.000 liralık saat bileğindeydi. Ama onu durduran zenginlik değildi. Sağ eliydi. Siyah deri eldivene gizlenmiş. Çok dar, çok sert. Ritmik hareket ediyordu. Sıkılma, gevşeme, sıkılma. Her 10 saniyede bir sanki kaçınılmaz bir şeyin zamanını sayıyordu. Sanki kimsenin göremediği bir acıyla savaşıyordu.

Masanın altında küçük siyah bir çanta, şifreli kilit, beyaz örtünün üstünde bir leke. Kahverengi, zor fark edilir. Ama Ayşe ne olduğunu biliyordu. Kan içgüdüsü çığlık atmaya başladı. Bir şeyler yanlıştı. Çok yanlıştı. Ve adam başını kaldırıp bakışları buluştuğunda gözleri karanlık sessiz korkuyla doluydu. Ayşe bir şeyi anladı. Eğer şimdi giderse bu küçük detayı görmezden gelirse biri ölebilir.

Bu an, bu kan damlası, bu eldiven, bu ritmik el hareketi hepsi İstanbul’u sarsacak. Milyonlarca lira değerindeki bir yolsuzluk imparatorluğunu yıkacak ve Ayşe’nin hayatını sonsuza dek değiştirecek olaylar zincirinin başlangıcıydı. Ama önce daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yapması gerekiyordu. Sorması gerekiyordu. “Her şey yolunda mı?”

Garson Küçük Bir Detay Fark Etti Ve Milyonere Milyonlar Kazandırdı

Restoranın Atmosferi

İstanbul’un kalbinde bulunan altın sofra restoranı, paranın fısıldayarak konuştuğu, lüksün pahalı parfümler gibi incelikli olduğu bir yerdi. Akşam yavaşça ilerliyordu. Birkaç masa doluydu. Kristal avizeler beyaz örtülere sıcak ışık saçıyordu. Sessiz sohbet sesleri, küçük hoparlörlerden gelen caz müziği ile karışıyordu. Pencerelerin ardında İstanbul nefes alıyordu. Arabaların ışıkları ıslak asfaltta kayıyordu. Tramvaylar uzakta zil çalıyordu ve yağmur camlara ritmik vuruyordu. Restoranın içinde özel bir dünya yaratıyordu.

Ayşe Yılmaz, 38 yaşında, hafif makyajın altındaki yorgun gözler, pratik saç stili işte engel olmasın diye sıkıca bağlanmış at kuyruğu ile 15 yıllık hizmetle eğitilmiş bir hassasiyetle masalar arasında dolaşıyordu. Her adım düşünülmüş, her hareket otomatizme kadar çalışılmıştı. Elleri günlük yaşamın izlerini taşıyordu. Sıcak tabaklardan küçük yanıklar, sürekli yıkamadan kuru cilt, soğuk cam ve sıcak soslara dokunmaktan sertleşmiş parmaklar.

Ayşe’nin Gözlemleri

Garson sadece müşterilere hizmet etmiyordu. Onları okuyordu. İş adamının karşısında oturan kadını görmezden gelerek telefona çok uzun süre bakmasından ilişkilerinin sessizce öldüğünü görüyordu. Üç numaralı masadaki yaşlı beyefendinin titreyen ellerinde bunun belki de zor bir karardan önceki son zarif yemeği olduğunu fark ediyordu. Salonun köşesindeki çiftin kahkahasında sahte bir not duyuyordu. Daha derin, daha karanlık bir şeyi maskeleyen bir kahkaha. İnsanlar buraya görünmez olduklarını düşünerek geliyorlardı. Ama Ayşe için herkes açık bir kitaptı.

Bu akşam saat 23.45, 7 numaralı masa onu mıknatıs gibi çekti. Adam yalnız oturuyordu. Salonun köşesinde avizenin ışığının loşlaştığı, gölgeye teslim olduğu bir yerde belki 45 yaşlarında, şakaklarında griye dönüşen saçlar, zarif bir takım elbise, terzi işi, omuzların mükemmel uyumu ve kol uçlarının hassas bitişinde belli oluyordu. Koyu mavi ipek kravat, el yapımı ayakkabılar, loşlukta bile parlayan kahverengi deri.

Sol bileğinde İsviçre yapımı mekanik saat. Muhtemelen onun yıllık maaşından daha pahalı ama tuhaf olan zenginlik değildi. İstanbul zengin insanlarla doluydu. Başka bir şeydi. Duruşu sert oturuyordu. Sanki her kas gerilmiş kaçmaya hazırdı. Gözleri koyu, derinlere gömülü, düzenli aralıklarla salonu tarıyordu. Ana kapı, mutfak çıkışı, sokağa bakan pencereler. Adamın bakışları hiçbir yerde birkaç saniyeden fazla durmuyordu. Bakmadan gözlemliyordu ve eli vardı. Sağ el masada duruyordu. Deri eldivene gizlenmiş. Siyah, kaliteli, yumuşak, cilalanmış deriden.

Ayşe’nin İçsel Mücadelesi

Kasım ortasında 22 derece ısıtılmış bir restoranda. Tuhaf, çok tuhaf. Ayşe tepsiyi bardaki tezgaha bıraktı ve menüleri düzenliyormuş gibi yaptı. Ama bakışları 7 numaralı masadan ayrılmadı. Adamın eli tekrarlanan bir ritimle hareket ediyordu. Yumruk sıkma, gevşeme, parmaklar düzleşme, tekrar sıkma. Her 10 saniyede bir sanki bir egzersiz, bir ritüel, kontrolden çıkan bir şeyi kontrol etme yöntemi menü önünde dokunulmamış duruyordu.

Ayşe’nin yanındaki genç garson kız deniz fısıldadı. “7’deki adam 20 dakikadır bekliyor ve menüye bile bakmadı.” Fark ettim. Ayşe sessizce cevap verdi. “Sence birini mi bekliyor?” Ayşe cevap vermedi. İçgüdüsü ona hayır dedi. Bu adam eşlik beklemiyordu. Başka bir şey bekliyordu ya da bir şeyden kaçıyordu. Not defterini aldı ve masaya yaklaştı. Yüzüne profesyonel bir gülümseme, sıcak ama ısrarcı değil yerleştirdi.

“İyi akşamlar. Beklettim. Özür dilerim. Siparişinizi alabilir miyim?” Adam yavaşça başını kaldırdı. Sanki derin bir düşünceden uyanıyormuş gibi. Yüzü sakindi. Düzenli hatlar, bakımlı, güçlü çene. Ama gözlerinde gizlenemeyen bir şey vardı. Yorgunluk. Fiziksel değil, başka. Daha derin, çok uzun süre ağırlık taşımış bir adamın yorgunluğu.

Bir Anlık Kırılma

“Hah. Evet. Özür dilerim.” dedi. Sesi pürüzsüz, eğitimli. Telaffuzda mükemmel. Çok mükemmel. Kendi rolünü oynayan bir aktörün sesi gibi. “Mercimek çorbası ve sade Türk kahvesi istiyorum.” Tabii kahveye şeker, süt sade hiçbir şey olmadan. Ayşe siparişi yazdı ama hemen gitmedi. Bir şey onu bir an daha kalmaya zorladı. Adam konuşurken sol elinin eldivenli olmayan hafifçe titrediğini fark etti. Önemsiz. Neredeyse görünmez. Ama o gördü.

“Her şey yolunda mı?” Yumuşakça sordu. Adam şaşırmış gibi ona baktı. Sanki daha önce hiç kimse bu soruyu sormamış gibi. Bir an için gözlerindeki bir şey kırıldı. Bir duvar, bir cephe ama hemen geri geldi. “Evet, teşekkürler.” Sadece uzun bir gün. Ayşe başını salladı ve uzaklaştı. Ama mutfağa doğru atılan her adım sorularla yüklüydü. Bardaki tezgaha döndüğünde siparişi aşçıya vermek için onu duydu. Hafif metalik bir ses. Sanki ağır bir şey masanın kenarına dokunmuştu.

Başını çevirdi. Not defterindeki notları düzeliyormuş gibi yaparak 7 numaralı masanın altında alçakta, gölgede neredeyse görünmez bir çanta yatıyordu. Küçük, deri, siyah, zarif, şifreli kilitle kapalı. Üç haneli kombinasyonlu gümüş fermuar çanta özenle yerleştirilmişti. Masanın metal ayağına bastırılmış. Sanki adam kimsenin kazara almasını istemiyordu. Ayşe işe geri döndü ama düşünceler kafasında sinek sürüsü gibi dolaşıyordu.

İçsel Savaş

İnsanların çantaları var. Normal. İnsanlar eldiven takıyor. Tuhaf değil. İnsanlar gergin olur ama tüm bunların kombinasyonu sıcak restoranda eldiven, gizli çanta, sinirler, çıkışları sürekli gözlemleme rahatsız edici bir şeye dönüşüyordu. 10 dakika sonra Ayşe siparişi tepsiye koydu. Dumanı tüten mercimek çorbası kasesi, yanında beyaz ekmek, küçük bir fincanda sade Türk kahvesi. Koku yoğundu. Ekşi toprak ev hatırlatan, tabağı adamın önüne koydu. “Afiyet olsun.” “Teşekkürler.” Ama yemeğe dokunmadı. Ayşe birkaç adım uzaklaştı.

Sonra şarap içen bir çiftin bulunduğu 5 numaralı masada durdu ve kirli bulaşıkları toplarken numara yaptı. Göz ucuyla adamı izliyordu. Saatine bakıyordu. Bir kez, iki kez, bir dakika içinde üçüncü kez. Sanki kaçınılmaz bir şeyin zamanını ölçüyordu. Sol eli temiz, eldivensiz, masada düz duruyordu. Bakımlı tırnaklar pürüzsüz cilt. Olağan dışı bir şey yok. Ama sağ el siyah deride olanı sert duruyordu. Hareketsiz. Sanki vücudunun parçası değil, taşımak zorunda olduğu bir nesne gibiydi.

Ayşe ensesinde bir karıncalanma hissetti. Bir şeyler yanlıştı. Çok yanlıştı. Yarım saat sonra adam hesabı istedi, nakit ödedi. 5 adet yeni çıtır 200’lük banknot sanki ATM’den yeni çıkmış gibi. Para üstünü beklemedi. “Üstü kalsın.” sessizce dedi. Ayşe parayı aldı ama başını kaldırdığında adam zaten ayağa kalkıyordu. Çanta yerden kaybolmuştu. Şimdi sağ elinde eldivenlisinde sıkıca tutuluyordu. Kapıya doğru hızlı, kararlı adımlarla yürüdü. Ama çıkmadan hemen önce durdu. Başını çevirdi ve salon boyunca Ayşe’ye baktı. Gözleri bir saniyenin kesiği boyunca buluştu. Bakışlarında Ayşe’nin adlandıramadığı bir şey vardı. Bir rica mı? Bir uyarı mı? Korku mu?

Karanlık Gece

Sonra çıktı, yağmurlu sokağın karanlığında kayboldu. Ayşe bir an hareketsiz durdu. Kapalı kapıya bakarak. Ancak mutfakta düşürülen bir tabağın sesi onu transstan çıkardı. Temizlemek için 7 numaralı masaya yaklaştı. Kahve dokunulmamıştı. Çorba soğumuş, kaşık bir kere bile kullanılmamıştı. Ve sonra onu gördü. Beyaz örtünün üstünde elinin sağ eldivenli olanın durduğu yerde bir leke vardı. Minik, kahverengi, düzensiz. Ayşe daha yakına eğildi. Kalbi daha hızlı atmaya başladı. Kan taze değil, kırmızı değil ama kahverengi çoktan pıhtılaşmış.

Ayşe ona sonra yabancının çıktığı kapıya baktı ve o anda bildi. Her ne oluyorsa onun çıkışıyla bitmedi. Bu sadece başlangıçtı. Ayşe masanın üstünde durdu. Lekeye hayalet gibi bakarak. Nefesi hızlandı. Etrafında mutfak hayatla hışır diyordu. Konuşmalar, tabak sesleri, müzik ama o başka bir yerdeydi. Peçeteyi aldı, lekeyi nazikçe sildi. Kahverengi koyu, kan taze değil ama yakın zamanlı. Peçeteyi önlüğünün cebine sakladı ve etrafa bakındı. Kimse bakmıyordu.

Karar Anı

Birkaç saat sonra Kadıköy’deki küçük dairesinde Ayşe uyuyamadı. Karanlıkta yatıyordu. Çatlamış tavana bakıyordu. Adamın eliyle ilgili düşünüyordu. Eldiven hakkında, plan hakkında. Belki yanılıyordu. Belki sadece bir kazaydı. Belki hiçbir şey ifade etmiyordu. Ama ertesi akşam o geri döndü. Aynı masa, aynı takım, aynı çanta, aynı eldiven. Bu sefer Ayşe daha dikkatli izledi. Sipariş verirken sağ elinin hafifçe neredeyse görünmez titrediğini fark etti. Konuşurken sesinin cümlelerin sonunda kırıldığını, gözlerinin insanlara değil çıkışlara baktığını ve gitmek için kalktığında Ayşe daha önce hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Onu takip etti. Doğrudan değil, yakından değil ama yeterince görebilmek için.

Adam restorandan çıktı ve İstiklal Caddesi köşesinde park edilmiş siyah bir Mercedes’e bindi. Araba yavaşça hareket etti. İstanbul’un gece trafiğinde kayboldu. Ama Ayşe plakayı ezberlemişti. Eve döndü kalbi çarparak. Tüm bunlarda kavrayabileceğinden daha büyük bir şey vardı. Ama bir şey biliyordu. Hoşuna gittiyse bir beğeni bırak ve abone olmayı unutma. Hadi bakalım devam edelim.

Tehdit ve Gerilim

Gördüğü şey göründüğü gibi olsaydı sessiz kalamazdı. Ertesi gün polisi aradı. Telefonun diğer ucundaki kadının sesi profesyonel ama soğuktu. “İyi günler Beyoğlu karakolu. Nasıl yardımcı olabilirim?” Ayşe tereddüt etti. Elleri hafifçe titriyordu. “Garip bir şey bildirmek istiyorum. Çalıştığım restoranda bir adam davranışları, kan izleri sanırım tehlikede. Ya da bir suç gördünüz mü?” “Hayır. Ama birisi size saldırdı mı?” “Hayır. Konu bu değil. Bu bir sezgi.”

Uzun bir sessizlik. “Hanımefendi, bir suçun kanıtı yoksa yapabileceğimiz bir şey yok. Bir şey olursa hemen arayın.” Ayşe telefonu kapattı. Aptal gibi hissetti. Belki gerçekten yanılıyordu ama akşam adam üçüncü kez göründüğünde şüpheleri kayboldu. Çünkü bu sefer yalnız değildi. Adam tam saat 22:00’de restorana girdi ama şimdi yanında başka biri vardı. Daha genç, belki 30 yaşında zayıf, belirgin yüz hatları. Sade giyinmiş bomber ceket, kot pantolon, spor ayakkabılar. Altın sofranın zarafetine uymuyordu ama her yerde olma hakkına sahipmiş gibi davranıyordu.

Yeni Bir Ortaklık

Aynı 7 numaralı masaya oturdular. Ayşe uzaktan izledi. Menüleri sıralarken numara yaptı. Konuşmaları sessiz ama yoğundu. Genç adam bir şeyler açıklıyordu. Kısa hızlı hareketlerle jest yaparak. Yaşlı adam konuşmadan dinliyordu. Sağ eli hala eldivenli, çantanın üstünde duruyordu. Sanki bir hazineyi koruyordu. Bir noktada genç adam cebinden bir şey çıkardı. Küçük bir zarf beyaz. Aralarındaki masaya koydu. Yaşlı adam uzun süre ona baktı. Sonra başını salladı.

Ayşe bardan her şeyi gördü. Yaşlı adamın zarfı alıp ceketinin iç cebine koyduğunu gördü. Genç adamın bir veda bile etmeden ayağa kalktığını ve hayalet gibi restorandan çıktığını gördü. Yaşlı adam kaldı, çay sipariş etti ama içmedi. Oturduğu pencereye bakarak sanki her şeyi değiştirebilecek bir kararı değerlendiriyordu.

Ayşe masaya yaklaştı. “Her şey yolunda mı?” Adam ona baktı. İlk kez gerçekten baktı. Gözleri karanlık, sessiz ağırlıkla doluydu. “Nereden biliyorsunuz?” sessizce sordu. Ayşe dondu. “Efendim, bir şeylerin yanlış olduğunu.” Sessizlik. Ayşe karşısına oturdu, izin istemeden. Kalbi çılgınca atıyordu ama gözlerindeki bir şey güvenebileceğini söylüyordu.

Bir İtiraf

“Eldiveni fark ettim. Kanı, çıkışlara nasıl baktığınızı. Çanta, o zarf. Polis değilim ama insanları görürüm ve sizin tehlikede olduğunuzu görüyorum.” Adam sessizce acı bir şekilde güldü. “Tehlike. Kelimelerden biri bu.” Ağır bir nefes aldı. “Adım Mehmet Kaya.” Ve bu eldiveni gösterdi. “Altında kimsenin görmesini istemediğim bir şeyi saklıyor.” Yavaşça zorlukla deri eldiveni çıkardı. Sağ eli şişmişti. Morluklarla ve taze yaralarla kaplıydı. İki parmak doğal olmayan bir açıdaydı.

Ayşe nefesini tuttu. “Ne oldu?” “Borç.” kısaca cevap verdi. “Yanlış insanlara para yatırdım. Şimdi her şeyi istiyorlar. Ve bankadakilerden bahsetmiyorum. 20 yıldır inşa ettiğim şeyden bahsediyorum.” Çantaya baktı. “Geriye kalan tek şey bu. Belgeler, kanıtlar, bir kopya. Bunu yok ederlerse her şeyi kaybederim.” Ayşe ona doğrudan baktı. “Öyleyse neden buraya geliyorsunuz? Neden risk alıyorsunuz?”

Mehmet hüzünle gülümsedi. “Çünkü burası bana kim olduğumu hatırlatıyor. Her şey başlamadan önce.” Sözleri havada ağır bir duman gibi asılı kaldı. Ayşe bir karar verdiğini biliyordu. Doğru olup olmadığını bilmiyordu ama gidemeyeceğini biliyordu.

Gece Yarısı

Ayşe sabahın 3’ünde mutfağında oturuyordu. Soğuk kahve fincanı ve telefon elinde. Önünde Mehmet’in ayrılmadan önce verdiği kart vizit yatıyordu. “Mehmet Kaya, Yatırım ve Stratejik Danışmanlık, İstanbul.” Adını Arama Motoruna yazdı. Son yıllardan birkaç makale. İstanbul’dan milyoner startupları destekliyor. “Mehmet Kaya genç girişimciler için vakıf açıyor.” 40 milyon liralık gizemli kredi etrafında tartışmalar. Son makalede durdu. “Kredi mi? 2023’te mi?” Okumaya devam etti. Detay yok. Sadece ima. Makale paranın gayri resmi kaynaklardan geldiğini öne sürüyordu ama asla kanıtlanmadı.

Telefonu bıraktı. Kafası sorulardan ağrıyordu. Ertesi akşam Mehmet yine geldi. Bu sefer solgundu. Hareketleri daha yavaştı. 7 numaralı masaya hayalet gibi oturdu. Ayşe sipariş beklemeden çay getirdi. Çantaya baktı. Bugün daha küçüktü, farklıydı. “Belgeleri bir yere mi sakladınız?” Sessizce sordu. Mehmet başını salladı. “Güvenli bir yer. Bu şehirde olabildiğince güvenli.”

“Peki ya size bunu yapan insanlar?” eldiveni işaret etti. “Sabırsızlaşıyorlar. İki gün sonra her şeyi alacaklar. Ya da…” durakladı, boşluğa bakarak, “ya da paradan fazlasını kaybedeceğim.” Ayşe eğildi. “Öyleyse neden kaçmıyorsunuz? Neden İstanbul’da kalıyorsunuz?” Mehmet gözlerine baktı. Bakışlarında daha önce görmediği bir şey vardı. Kararlılık. “Çünkü kaçarsam inşa ettiğim her şeyi yok ederler. Bana inanan insanları, desteklediğim şirketleri. Bu sadece benim hayatım değil, yüzlerce insanın hayatı.”

Son Sözler

Ayşe uzun süre sessiz kaldı. “Peki ne yapacaksınız?” “Onları durdurmanın bir yolunu bulmalıyım. Ama kanıtım yok, gücüm yok. Sadece bu evraklar var ve çok az zaman.” Saatine baktı. “48 saat.” Aniden telefonu çaldı. Mehmet ekrana baktı ve soludu. Tek kelime etmeden cevap verdi. Sadece dinledi. 10 saniye sonra kapattı. “Gitmeliyim.” Şimdi hızla ayağa kalktı ama Ayşe elini tuttu. “Ne oluyor? Sonuna kadar söyleyin bana.”

Mehmet durdu. Gözlerinde korku ve çaresizlik savaşıyordu. “Nerede olduğumu biliyorlar.” Ayşe Mehmet’in restoranın arka çıkışından çıkmasına yardım etti. Gece soğuktu. İstanbul ışıklarla parıldıyordu. Ama altın sofranın arkasındaki bu karanlık sokakta dünya küçük ve tehlikeli görünüyordu. “Şimdi nereye?” sordu. “Bilmiyorum.” Nefes nefese cevap verdi. “Bir kopyam daha var avukatımda. Ama o korkuyor, karışmak istemiyor.” “Peki ya polis, onların olduğuna dair kantım yok. Sadece şüphe, kelimeler ve izleri saklamakta çok iyiler.”

Planın Uygulanması

Ayşe hızla düşündü. Kafasında bir fikir filizlenmeye başladı. Çılgın ama belki de tek olan. “Gazetecileri tanıyor musunuz?” Mehmet şaşkınlıkla ona baktı. “Ne?” “Polis için kanıtınız yoksa kamuya açıklayın. Dünya kim olduklarını görsün. Bu onları kızdırır ama belki de durdurur. Reflektör ışığı üzerlerine düşerse belki geri çekilirler.”

Mehmet sessizce düşündü. Sonra başını salladı. “Bir kişi tanıyorum. Elif Demir, araştırmacı gazeteci. Ama yıllardır görüşmedik.” “Bu bir şey.” Ertesi gün Ayşe Mehmet’e Kadıköy’deki küçük bir kafeye giderken eşlik etti. Elif Demir, 40’lı yaşlarda kısa saçlı, keskin bakışlı bir kadın çıktı. Mehmet hikayesini anlatırken sessizce dinledi. Kurtarıcı olması gereken kredi hakkında, işkenceci çıkan insanlar hakkında, gözdağı, dayak, tehditler hakkında kanıtın var mı? Sonunda sordu.

Mehmet cebinden USB çıkardı. “Her şey burada. E-postalar, kayıtlar, sözleşmeler. Onları batırmaya yeter.” Elif USB’yi aldı ve çantasına koydu. “Sana 24 saat veriyorum. Bu doğruysa yarın akşam yayınlayacağım. Ama burada bir şey uymazsa her şey uyuyor.” diye araya girdi. “Kendi hayatım üzerine.” Kafeden çıktıklarında Ayşe bunun başarabileceğini hissetti. Ama dünya bazen kartları farklı çevirir.

Son Tehdit

Akşam Ayşe eve dönerken merdivenlerinde biri onu bekliyordu. Genç Mehmet’le restoranda gördüğü aynı kişi. “Çok şey gördün garson.” Sessizce yolunu keserek. “Çok fazla.” Ayşe dondu. “Neden bahsettiğini bilmiyorum.” “Biliyorsun ve şimdi belgeleri nereye sakladığını söyleyeceksin.” Ya da bitirmedi ama bakışı her şeyi anlatıyordu. Ayşe kalbinin durduğunu hissetti. Bu sondu ya da henüz bilmediği bir şeyin başlangıcı.

Ayşe Kadıköy’deki dairesinin dar koridorunda cebinde elini tutan adamın karşısında duruyordu. Orada ne olduğunu görmüyordu ama tahmin ediyordu. “Nereye ne sakladığını bilmiyorum.” Sakin kalmaya çalışarak yavaşça söyledi. “Ben sadece bir garsonum.” Adam çarpık bir şekilde güldü. “Seni gördüm kafede onunla ve o gazeteciyle. Kör olduğumuzu mu sanıyorsun?”

Ayşe yumruklarını sıktı. “Belgeler polise gitti. Gazeteci savcılığa verdi. Artık çok geç.” Genç adam çenesini sıktı. Bir an her şey dondu. Sonra aşağıdaki kapı güm diye açıldı. “Polis, kımıldama.” Üç polis merdivenlerden koştu. Adam kaçmaya çalıştı ama birkaç saniyede etkisiz hale getirildi. Kelepçe devriye karakolda kayboldu.

Yeni Bir Başlangıç

Ayşe duvara yaslandı. Ağır nefes alarak bir polis ona yaklaştı. “İyi misiniz?” Başını salladı. “Nereden bildiniz?” “Mehmet Kaya yarım saat önce aradı. Uyardı bizi.” Ayşe gözlerini kapattı. Onu düşünmüştü. Nadır 3 hafta sonra İstanbul gazetelerin başlıklarıyla uyandı. “Yolsuzluk skandali, 8 iş adamı tutuklandı. Milyoner mafyaya karşı ifade verdi.”

Ayşe makaleleri İstiklal’deki bir kafede okuyordu. Pencereden bakarak tramvaylar çalıyordu. İnsanlar işe koşuyordu. Hayat devam ediyordu. Sekiz kişi tutuklandı. Mehmet tanık koruma programına alındı. Ayşe altın sofraya döndü ama içinde bir şey değişmişti. Bir ay sonra 7 numaralı masa. Cuma akşamı restoran dolu. Hoparlörlerden caz. Kapı açıldı. Mehmet yavaşça girdi. Daha sakin. Omuzlarında gerginlik yok. Saçlar daha kısa. Zarif takım ama eldiven yok. Çanta yok. Sadece kendisi.

7 numaralı masaya oturdu. Ayşe yaklaştı gülümseyerek. “Bu sefer gerçekten bir şey sipariş eder misiniz?” Mehmet güldü. “Mercimek çorbası ve Türk kahvesi. Ama bu sefer söz veriyorum yiyeceğim.” “Nasıl hissediyorsunuz?” “Sanki uzun bir uykudan uyandım.” Sessizce cevap verdi. “Sayenizde.” Ayşe başını salladı. “Ben sadece küçük bir detay fark ettim.” “Bazen küçük bir detay hayat kurtarır.”

Sonuç

Bir an sessizlik. “Şimdi ne yapacaksınız?” “Yeniden başlayacağım. Mali sıkıntıdaki insanlar için bir vakıf açacağım. Kimse benim geçtiğim şeylerden geçmesin diye.” Ayşe gülümsedi. “Ben de gözlemlemeye devam edeceğim. Başkalarının görmediğini görmeye. Çünkü birinin yardıma ihtiyacı olduğu asla belli olmaz.” Mehmet başını salladı. “Dünya sizin gibi daha fazla insana ihtiyaç duyuyor.”

Ayşe pencerede durdu. Işıklar içinde yüzen İstanbul’a bakarak. Tramvaylar, insanlar, hayat. Ayşe ve Mehmet için o akşam kan damlası, eldiven, küçük detay her şeyi değiştirdi. Çünkü bazen bir bakış yeter. Bir soru, bir cesaret, birini düşüşten kurtarmak için. Ayşe işe döndü. Çünkü orada bir yerlerde birinin fark edilmeye ihtiyacı olan biri oturabilirdi. Ve o bakacak her zaman.

Bu hikaye sizi etkilediyse paylaşın. Dünya gören insanlara ihtiyaç duyuyor. Soran, davranan. Sen onun yerinde ne yapardın? Yorum bırak, beğen.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News