Hizmetçi Sandılar – Şampanyayla Yıkadılar – Omuzundaki O Tek Yıldızı Görene Kadar

Hizmetçi Sandılar – Şampanyayla Yıkadılar – Omuzundaki O Tek Yıldızı Görene Kadar

Bölüm 1: Soğuk Bir Gün

Ankara’nın en prestijli otellerinden birinin balo salonunda, şatafatlı bir düğün hazırlığı yapılıyordu. Salon rengarenk balonlar ve çiçeklerle süslenmişti. Kalabalık, davetlilerin neşeli sesleriyle dolup taşıyordu. Ancak bu kalabalığın içinde, Asya Hanım için her şey farklıydı. Onun için bu düğün, sadece bir kutlama değil, geçmişin yaralarını açan bir hatırlatmaydı.

Asya Hanım, zümrüt yeşili bir elbise giymişti. Zamanla solmuş ama hala zarif bir duruşu olan bu elbise, onun geçmişteki bir parçasıydı. Düğün salonunun kapısında, tanıdık sesler yükselmeye başladığında, içindeki kaygı ve korku bir anda kabardı. Yıllar önce okul sıralarında kendisine eziyet eden Selin, Berna ve Aylin, şimdi karşında duruyorlardı.

Bölüm 2: Geçmişin Hayaletleri

“Kes sesini. Bu ne haddini bilmezlik,” diye bağırdı Selin. “Sana kıştanın ziyaret saatlerinin bittiğini söyledim. Değil mi teyze?”

Asya Hanım, yaşlı ve titreyen elleriyle sefer tasasını sıkı sıkı tuttu. İçinde biriken acı, geçmişte yaşadığı tüm hakaretleri yeniden canlandırıyordu. O koku, onun hayatıydı. Karadeniz’in hırçın dalgalarından elden çektiği hamsinin kokusuydu. Selin, grubun küstah lideri, bir adım öne çıktı. “Vay vay vay. Asya Yılmaz demek hala yaşıyorsun. Ha ben de seni çoktan unuttum sanmıştım,” dedi ve geçerken omuzuna bilerek sertçe çarptı.

Asya Hanım, o an geçmişin acı hatıralarıyla doldu. Selin, Berna ve Aylin, onun hayatına girmiş en kötü kabuslarıydı. “Bu ne keskin balık kokusu böyle?” dedi Selin, küçümseyen bir sesle. “Kışlaya böyle şeyler sokmak yasak. Al şu tası tarağı da git başımdan.”

Bu iki kelime, Hakkari’nin ayazından daha keskin bir bıçak gibi Ayşe Nine’nin kalbine saplandı. O koku, onun hayatıydı. O an beyni zonkladı, dünyası karardı. 70 yıllık hayatın yorgunluğunu taşıyan parmakları gevşedi. Elindeki sefer tasası, içindeki tüm sevgiyle, tüm umutla birlikte beton zemine düştü. “Şrang!” sesi, metal kapların birbirine ve betona çarparken çıkardığı o ses sessizliği yırttı.

Bölüm 3: Yıkılan Umutlar

Ayşe Nine, dizlerinin üstüne çöktü. Göz pınarları dolmuştu ama tek bir damla bile akmadı. Pazar yerinde dövülerek çeliğe dönmüş gururu gözyaşlarına izin vermiyordu. Tek bir kelime etmeden çıplak elleriyle yerdeki yemeği, tozu, toprağı, kırık umutlarını toplamaya başladı. Saat sabahın 4’üydü. Trabzon’un üstüne zifiri bir karanlık çökmüştü ve denizden gelen tuzlu keskin rüzgar, iliklere işliyordu.

Ayşe Nine, pazardaki tezgahında duruyor, kamburlaşmış belini hafifçe doğrultmaya çalışıyordu. Bugün her bir eklemi ayrı bir sızıyla isyan ediyor gibiydi. “Bu garip anan kurban olsun sana,” diye fısıldadı kendi kendine. Sözleri, şafağın nemli havasında eriyip gitti. Elleri, onun 70 yıllık tarihinin bir özetiydi. Kalınlaşmış nasırlı boğumlar, balık pullarının açtığı sayısız yara izi ve denizin tuzu, derisinin her bir hücresine işlemişti.

Bölüm 4: Oğul ve Torun

Kendi hayatını geçirdiği pazar yerinden tamamen farklı, katı bir disiplin dünyasıydı. İşte o ellerle kocasız tek başına bir evlat büyütmüştü. O evlat şimdi Orgeneral Ali Demirkan’dı, Türkiye Cumhuriyeti’nin Genelkurmay Başkanı. Herkes bundan bir kahramanlık destanı olarak bahsederdi. Bir balıkçı kadının oğlu, omuzlarında dört yıldız taşıyordu. Ama Ayşe Nine için o sadece kendi elleriyle balığın kılçığını ayıklamazsa somurtan huysuz ama bir o kadar da sıcak kalpli oğluydu.

Ancak bugün kalbini çarptıran kişi, torunu Mehmet’ti. Birkaç gün önce Hakkari’den gelen mektup, eski makyaj masasının üzerinde duruyordu. Acemi bir elle yazılmış birkaç satır, gecelerdir kalbini yerinden oynatıyordu. “Canım anneannem, buralar o kadar soğuk ki dağlara kırağı düşmüş. Her yer bembeyaz. Seni daha çok özlüyorum. Eğitimler çok zorlu ama arkadaşlarımla iyiyim. Geçenlerde televizyonda Ali dayımı gördüm. O kadar heybetli duruyordu ki gururdan göğsüm kabardı. Bir de anneannem biliyorum, utanmazlık ediyorum ama senin o hamsi tavanla mısır ekmeğin rüyalarıma giriyor. Kendine çok iyi bak. Seni çok seviyorum.”

Bölüm 5: Mektup ve Beklentiler

Mehmet’in yazdığı bu mektup, Ayşe Nine için bir umut ışığıydı. O günden sonra tüm dünyası Hakkari’deki torunun etrafında dönmeye başladı. Günlerce sabahın en erken saatlerinde pazara gitti. En taze, en diri hamsileri seçmek için tezgahları tek tek dolaştı. Diğer esnaflar, “Ayşe abla, kime düğün yemeği hazırlıyorsun? Bu kadar özenli,” diye takılırlardı. Ama o aldırmazdı. Bu torunu içindi. Dünyadaki bütün düğün yemeklerinden daha önemliydi.

Ziyaretten önceki gece, tezgahını erken kapattı ve mutfağa girdi. Hamsileri ayıklarken, balıkları tavaya dizerken oğlunu büyüttüğü günleri hatırladı. Ali’nin harp okuluna kabul edildikten sonra ilk kez karşısında dimdik durup selam verdiği o gün, temen rütbesini taktığı gün ve nihayet omuzlarına dört altın yıldızın takıldığı gün, oğlunun zaferi, onun gururuydu. Ama ona adadığı bir ömürden kaynaklanan o buruk his kalbinin bir köşesinde hep saklıydı.

Bölüm 6: Annenin Hatıraları

O, şimdi torunu Mehmet’i akıyordu. Sefer tasasının kaplarını hamsiyle doldurdu. Yanına kocaman bir mısır ekmeği koydu. Birkaç da turşu kavurması ekledi. Mutfağı saran o iştah açıcı koku, onun sevgisinin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Tam o sırada eski ev telefonunun cızırtılı zili onu yerinden sıçrattı. Arayan oğlu Aliydi.

“Anne benim Ali. Bir şey mi oldu?” “Neden bu saatte aradın? Devlet işleri yoğun değil mi?” “Duyduğuma göre yarın Mehmet’i görmeye gidiyormuşsun. Anne, Hakkari soğuktur. Yollar uzun. Ne diye yoruyorsun kendini. Ben sana bir araba ve şoför göndereyim.” Oğlunun endişeli sesi, Genelkurmay Başkanının vaktini ona ayırabilmesi gururuna okşuyordu ama elini boşlukta salladı. “Yok yok, ben torunumu görmeye gidiyorum. Tantanaya gerek yok. Sen işine bak.” “Hadi hadi dırdır etme, kapatıyorum telefonu.” Bir homurtuyla telefonu kapattı ama yüzünde bir gülümseme vardı. Ünlü oğlunun bu evlatlığı kalbini ısıtmıştı.

Bölüm 7: Yolculuk Başlıyor

O akşam 5’te Trabzon otogarından kalkan ilk otobüse bindi. Önce Ankara, oradan da başka bir otobüste Hakkari. Bir günden uzun süren meşakkatli bir yolculuk. Pencerenin dışındaki manzara hızla değişiyordu. Tanıdık deniz ve Trabzon’un içe geçmiş binaları yerini yabancı dağlara ve yaylaların çıplak ormanlarına bıraktı. Kuzeye çıktıkça hava hissedilir derecede soğudu. Otobüsün bolca kaloriferi ve sırtındaki keskin ağrı, sanki belini ikiye ayıracak gibiydi. Ama kucağındaki bohçaya daha sıkı sarıldı. O bohça, torununa olan tüm samimiyetini taşıyordu.

Bölüm 8: Hakkari’ye Varış

Sonunda Hakkari otogarında indi ve bir dolmuşa atladı. “Beni Komando Tugayı’nın eğitim merkezine götür,” dedi. Dolmuş şoförü ona bir göz attı: “Oğlunu mu görmeye geldin teyze? Askerlerin durumu şimdi daha iyi ama buranın kışı çetindir. Yine de çok zorlanıyor garibanlar.” Adam sohbete başlamıştı. Torunum diye kısa bir cevap verdi Ayşe Nine, bakışlarını tekrar dışarı çevirerek.

Bir süre sonra yol kenarında bir kahraman piyade tugayının adını taşıyan devasa bir tabela belirdi. Burası vatanın ön cephesiydi. Araç, Nizamiyenin önünde durdu. Dikenli tellerden ve nöbetçi askerlerin ciddi duruşlarından yayılan o ağır resmi hava onu ezdi. Burası oğlunun bir ömür adadığı ve şimdi torunun yaşadığı dünyaydı.

Bölüm 9: Ziyaretçi Salonu

Uzun yolculuğun yorgunluğunu unutan Ayşe Nine, bohçasını tekrar sıkıca kavradı. Kalbi beklentiyle çarpıyordu. Şu kapıların ardında birazdan biricik torunu koşarak gelecekti. Kışlaya gelen ziyaretçi salonu tahmin ettiğinden bile daha soğuktu. Sadece birkaç plastik sandalye vardı ve bir cereyan ısıtılmamış odada dolaşıp duruyordu. Ayşe Nine bir köşeye ilişti ve çaresizce torununu beklemeye başladı.

Etrafında oğullarını ziyarete gelmiş başka anne babalar da küçük gruplar halinde toplanmıştı. Onların yüzleri de kendisininki gibi heyecan ve beklentiyle doluydu. Yemek bohçasını dizlerinin üzerine koydu ve hafifçe okşadı. Yemeklerin soğumuş olmasından endişelendi ama torunun yüzünü gördüğü an her şeyin yeniden ısınacağını düşündü.

Bölüm 10: Ziyaretin İptali

Yaklaşık bir saat geçti. Ziyaretçi salonunun kapısı açıldı ve ciddi yüzlü genç bir yazıcı asker içeri girdi. Elindeki bir kağıda bakarak mekanik bir sesle konuştu: “Ani gelişen bir görev nedeniyle bugün birlik tüm ziyaretçi görüşmelerini durdurmuştur. Ailelerin geri rica olunur.” Odaya ani bir sessizlik çöktü. Fısıldaşan ebeveynler, şaşkın yazıcı asker herkes nefesini tuttu. Ayşe Nine, dünyası durdu. “İptal mi? Trabzon’dan geldim,” dedi.

Bölüm 11: Duygusal Çöküş

Ayşe Nine, gözleri dolmuştu ama akmıyordu. Pazar yerinde dövülerek çeliğe dönmüş gururu gözyaşlarına izin vermiyordu. Çatırtıyla ses çıkaran dizlerinin üzerine çöktü ve yere oturdu. Sonra tek kelime etmeden artık toprağa ve toza karışmış yemeği toplamaya başladı. Çıplak elleriyle. Bir cam kırığı parmağını kesti. Kan aktı ama acısını bile hissetmedi. Uzaktan onu izleyen genç bir askerin yüzü merhamet ve suçlulukla doluydu.

Bölüm 12: Geri Dönüş Yolculuğu

Bir süre sonra temizliği bitirdi ve elinde bir çöp torbasıyla sessizce birlikten ayrıldı. Kimse yanına yaklaşmadı ya da onunla konuşmadı. Buraya gelirken yürüdüğü yoldu bu. Ama dönüş yolculuğu kurşun gibi ağır geliyordu. Bir zamanlar kalbini sıcaklık ve amaçla dolduran bohça, şimdi parmak uçlarında sallanan boş hafif bir çöp torbasıydı. Geri dönüş otobüsüne bindiğinde dünya karanlığa gömülmüştü.

Bölüm 13: Genelkurmay Başkanlığı

Ankara Genelkurmay Başkanlığı karargahında Türk Silahlı Kuvvetlerinin kalbinde Genelkurmay Başkanının ofisinde bir gerginlik akıyordu. Masasının üzerinde karmaşık askeri haritalar, uydu fotoğrafları ve dağ gibi yılmış onay bekleyen belgeler vardı. Orgeneral Ali Demirkan, ülke çapında yüz binlerce askerin güvenliğinden sorumlu bir mevkide oturuyordu. Önemli bir brifingi yeni bitirmişti.

Bölüm 14: Sorunlar ve Çözümler

Toplantı sırasında en ufak bir tereddüt göstermeyen çelik gibi bir komutandı. Ancak akşamları resmi konutuna döndükten sonra gerçekten bir evlat olabiliyordu. Bir günü bitirmek için en önemli ritüeli annesini aramaktı. Bugün de öyle yaptı. Bir süre kanepeye uzandı ve tanıdık numarayı tuşladı. Birkaç çaldıktan sonra annesinin sesini duydu. “Ali, iyi misin?” “Ne olacak canım? İyiyim. Sen nasılsın?”

Bölüm 15: Ziyaret ve Gerçekler

“Bugün Mehmet’i ziyarete gittin. Keyifli geçti mi?” “Evet, evet, gördüm onu. Zavallı çocuk zayıflamış biraz. Eğitimler çok yorucu herhalde.” “Yemekleri sevdi mi anne?” “Sevmez olur mu?” Ayşe Nine, o gülümsemeyle cevap verdi ama içindeki acıyı gizlemekte zorlanıyordu. Ali, annesinin sesiyle birlikte derin bir nefes aldı. “Anne, daha fazla konuşma. Dinlen hadi.”

Bölüm 16: Yüzleşme

Ali Demirkan’ın yüzündeki yorgunluk ifadesi kayboldu. Yerine soğuk bir huzursuzluk geldi. Kanepeden kalktı ve çalışma odasına geri döndü. Bir şeyler yanlıştı. Ziyaretten keyifle gereken annesi neden bu kadar acı çekiyor gibiydi. Ertesi sabah daha önce emrinde çalışmış ve şimdi Hakkari’deki Tugay’da kurmay başkanı olarak görev yapan bir subaya özel bir telefon görüşmesi yaptı.

Bölüm 17: Araştırmalar ve İpuçları

Sohbeti doğal bir şekilde başlattı. “Dün annem ziyaretinize gelmiş. Umarım her şey yolundaydı. Bizim yaşlı kadın biraz titizdir de bir sorun çıkarmış olmasından endişelendim.” Hattın diğer ucundaki subay bir an tereddüt etti. Sonra önceden hazırlanmış gibi görünen mükemmel bir cevap verdi. “Hiç olur mu komutanım? Validemiz teşrif ettiler. Ancak birliğin ani bir eğitim görevi vardı. Komutanımızın emriyle durum kendisine nazikçe izah edildi ve uğurlandı diye biliyorum.”

Bölüm 18: Olayın Ciddiyeti

Bu çok kibar ve mükemmel bir rapordu. Boşluk bırakmayan örnek bir cevap. Ama işte bu mükemmellik Ali Demirkan’ın şüphelerini ateşledi. Askeri teşkilatın doğasını iyi biliyordu. Raporlar ancak birileri bir şeyi saklamaya çalıştığında bu kadar mükemmel olurdu. Telefonu kapattı ve neredeyse 30 yıldır yanında olan Yaveri Başçavuş Namık’ı çağırdı.

Bölüm 19: Karar Verme Zamanı

Başçavuş Namık, bir bakışıyla onun düşüncelerini okuyabilen bir silah arkadaşıydı. “Namık Başçavuş, emredin komutanım.” “Hakkari’deki Acemi Eğitim Merkezinin dünkü ziyaretçi salonu kamera kayıtlarını sessizce kontrol ettir.” Birkaç dakika sonra dünkü kayıtlar Tugay komutanının ofisindeki büyük ekranda oynatılıyordu. Hakan Öztürk’ün endişeyle ekrana bakan gözleri dehşetle açıldı.

Bölüm 20: Gerçeklerin Ortaya Çıkışı

Ali Demirkan, yüzbaşı Görgülü’nün küçümseyen sözlerini duyduğunda, kalbinde bir şeylerin kırıldığını hissetti. “Bu ne keskin balık kokusu böyle?” demişti. Ayşe Nine’nin o anki durumu, Ali Demirkan’ı derinden etkiledi. “Sen benim annemi aşağılamadın. Sen, evlatlarını bu orduya emanet edecek kadar güvenen her anne babanın kalbine bir çivi çaktın.”

Bölüm 21: Tugay Komutanı ile Yüzleşme

Ali Demirkan, Tugay komutanı Hakan Öztürk’ü çağırdı. “Bu adamlar 20 yıl boyunca kusursuz bir oyun oynamış. Sorgu odasında Klaus oturuyor. Yüzü solgun. Gerçek adın ne? Sessizlik. Sen Klaus Weber değilsin. Gerçek Klaus 2000 yılında öldü.” Ali Demirkan, Hakan Öztürk’ün yüzündeki korkuyu gördüğünde, kendisi için bir dönüşüm anı yaşadığını hissetti.

Bölüm 22: Soruşturma ve Sonuçlar

Mahkeme süreci başlıyor. Tanıklar dinleniyor. Bilirkişi raporu sunuluyor. Karar açıklanıyor: 25 yıl hapis. 2024 yılı. Ankara’daki üniversitede Klaus’un ofisi boş. Kapıda başka bir isim yazıyor. Öğrenciler onu hala hatırlıyor ama artık farklı bir şekilde. “Bize bilgiyi yüceltmeyi öğretti ama kendisi bilgiyi çaldı.” Klaus şu an cezaevinde. 21 yıl daha yatacak. Pişman ama artık çok geç.

Bölüm 23: Gelecek Üzerine Düşünceler

Ali Demirkan, annesinin elini tuttuğunda, geçmişteki tüm hatalarının ve pişmanlıklarının üstesinden gelmiş gibi hissetti. Bu, sadece bir hikaye değil, aynı zamanda bir dersdi. Herkesin dikkat etmesi gereken bir uyarı niteliği taşıyordu. Eğitim, bilgi ve özgürlük adına verilen mücadele, bazen beklenmedik sonuçlara yol açabilir.

Bölüm 24: Sonuç ve Yeniden Doğuş

Bu hikaye, dikkatli olmamız gerektiğini, her zaman sorgulayıcı bir bakış açısına sahip olmamız gerektiğini hatırlatıyor. Eğitim, bilgi ve özgürlük adına verilen mücadele, bazen beklenmedik sonuçlara yol açabilir. Ali Demirkan, geçmişteki kibir ve önyargılarından arınarak, gerçek bir aydınlanma yaşadı. Korgeneral Ayla Demir’in, kadınların ordudaki yerini sağlamlaştırmak için verdiği mücadeleyi anladı. Artık, orduda cinsiyet eşitliğinin önemini savunan bir liderdi.

Bu hikaye, toplumda her bireyin önemini ve her insanın bir diğerine nasıl destek olabileceğini gösteriyor. Ayşe Nine’nin feryadı, sadece kendi torunu için değil, tüm toplum için bir uyanış çağrısıydı.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News