İlk gece gelin SESSİZLİK içindeydi, KOCASI onun sakladığı bir SIR olduğunu öğrenince DONDU KALDI.
.
.
Köy meydanında gün boyu çalan davul zurna akşam karanlığıyla yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Çocukların neşeli çığlıkları, kadınların el çırpmaları, erkeklerin kahkahaları çoktan dağılmış, geriye yalnızca evlerin avlularına sinmiş bir yorgunluk kalmıştı.
Bahri için bugün hayatının en unutulmaz günü olmalıydı. Düğün boyunca herkes onu tebrik etmiş, “Allah mesut etsin evladım!” diye sarılmış, gözlerinde parlayan sevinci görmeyi beklemişti. Oysa Bahri, yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyi yalnızca bir görev bilinciyle taşımış, kalbinin içinde ise derin bir merak ve garip bir huzursuzluk hissetmişti. Tülay gelinliğiyle bir kuğu gibi salınan, yüzünü tülün ardında saklayan, gözlerinde derin denizleri gizleyen genç kadın. Onu ilk gördüğü anda içine işleyen sessizlik düğün boyunca da peşini bırakmamıştı.
Ne oynayan kadınların arasına katılmış, ne şakalaşan genç kızlara eşlik etmişti. Hep bir kenarda, utangaç bir tebessümle ama daha çok bir suskunlukla oturmuştu. Bahri bunu başta utangaçlık diye yorumlamıştı. Köy yerinde gelinlerin fazla konuşmaması, göz göze gelmekten çekinmesi adettendi. Fakat Tülay’ın sessizliği biraz daha farklıydı. Bir geri çekiliş, bir içine kapanış, sanki hiç açılmak istemeyen bir kapının ardında gizlenen bir sır gibiydi.
Gecenin ilerleyen saatlerinde herkes yavaş yavaş dağılmış, kalabalığın gürültüsü, yerini yeni evlilerin odasına, tuhaf bir sessizliğe bırakmıştı. Bahri’nin aklı içindeki heyecan ve merakla çalkalanıyordu. Yeni hayatının ilk gecesi Tülay’la yalnız kalacakları andı bu. Ama Tülay hâlâ susuyordu. Oda loş bir ışıkla aydınlatılmıştı. Perdeler sıkıca çekilmiş, köyün geceye gömülen sessizliği yalnızca uzaklardan gelen köpek havlamalarıyla bölünüyordu.

Tülay kına kokusunun hâlâ ellerine sindiği incecik parmaklarını dizlerinin üzerinde kenetlemiş, yatağın kenarında sessizce oturuyordu. Bahri ise kapının yanında duruyor, gözleriyle Tülay’ı süzüyordu. İçinde bir çekingenlik vardı ama aynı zamanda merak ve biraz da öfke karışımı bir duygu.
“Konuşmayacak mısın?” dedi sesini yumuşatmaya çalışarak. Tülay başını kaldırmadı. Yalnızca hafifçe nefes aldı. Sanki göğsünde taşıdığı yükü gizlemeye çalışıyordu.
“Yorgunum,” dedi kısık bir sesle.
Bahri bu cevabı bekliyormuş gibi kısa bir kahkaha attı. “Yorgunsun, öyle mi? Düğün günü kolay değil tabii ama insan biraz da sevinç gösterir. Gülümser, konuşur. Sen bütün gün bir hayalet gibiydin Tülay.”
Tülay yavaşça başını kaldırdı. Bahri ilk kez gözlerinin içine baktığında içinde garip bir ürperti hissetti. O gözler boş değildi. Bir şey saklıyordu. Korku muydu? Pişmanlık mı yoksa başka bir şey mi? Bahri tam adını koyamadı.
Bahri’nin aklından geçenleri bastırması zordu. Onu tanımaya çalışırken zihninde türlü düşünceler dolaşıyordu. Belki de bana alışması zaman alacak. Belki de annesi babası zorla verdi. Ama bu sessizlik, bu suskunluk başka bir şeyin işareti olabilir mi?
Tülay ise kendi içinde fırtınalar yaşıyordu. Herkes onun sessizliğini utangaçlık diye yorumluyordu ama gerçek çok daha derindi. Bu geceyi beklerken içindeki korkular büyümüş, boğazına düğümlenmişti. Bahri’ye anlatması gereken bir sır vardı. Söylediği an her şey değişecekti. Ama nasıl söyleyebilirdi?
Annesinin kulağına fısıldadığı son sözleri hatırladı: “Sakın konuşma Tülay. Sakın. Ne olursa olsun bu sır bizimle kalsın. Yoksa hiçbir şey eskisi gibi olmaz.” Bu yüzden susuyordu. Ama suskunluğu her geçen dakika daha da dikkat çekici hale geliyordu.
Bahri yatağın yanına oturdu. Tülay’ın kenetlediği ellerine baktı. Onları yavaşça çözmek istedi ama Tülay elini geri çekti. Bu küçük hareket Bahri’nin içindeki sabrı bir anda tüketti.
“Bana söyle Tülay,” dedi sesi biraz daha sertleşerek. “Neden böylesin? Bir derdin mi var yoksa benden mi hoşlanmıyorsun?”
Tülay dudaklarını araladı ama yine susmayı seçti. Gözleri doldu fakat gözyaşını göstermemek için başını eğdi.
Bahri derin bir nefes aldı. Kızgınlığı ile merakı arasında gidip geliyordu. “Bak, ben senin kocanım artık. Aramızda sır olmamalı ama sen konuşmadıkça içim içimi yiyor.”
Bu sözler Tülay’ın yüreğine bir hançer gibi saplandı. Aramızda sır olmamalı. Bahri farkında değildi ama aslında en doğru cümleyi kurmuştu. Çünkü aralarında gerçekten büyük bir sır vardı ve Tülay o sırrın ağırlığını taşıyamıyordu.
Gözyaşı yanaklarından süzüldü. Bahri’nin gözleri büyüdü. “Ağlıyorsun. Neden?”
Tülay cevap vermedi. Yalnızca titreyen ellerini yüzüne kapadı. Saatler ilerledikçe odadaki hava daha da ağırlaştı. Bahri bir sigara yakmak için dışarı çıkmak istedi ama köyde yeni damadın böyle bir şey yapması hoş karşılanmazdı. O yüzden yalnızca pencereden dışarı bakmakla yetindi. Karanlık gökyüzüne baktığında kendi kendine mırıldandı.
“Bu sessizlikte bir şey var. Ben bunu çözeceğim.”
Arkasına döndüğünde Tülay hâlâ aynı yerde oturuyordu ama gözleri kapalıydı. Sanki kendi dünyasına kapanmıştı. Bahri o an içinde tarif edemediği bir hisle irkildi. “Bu kız benden bir şey saklıyor ama ne?”
Ve işte o geceden itibaren Bahri’nin hayatını altüst edecek sırların kapısı aralanmış oldu.
Sabah olduğunda Bahri uykuyla uyanıklık arasında geçen gecede defalarca gözlerini açmış, her seferinde Tülay’ı öylece otururken veya sessizce yatarken görmüştü. İçindeki huzursuzluk daha da büyümüştü.
“Bu işte bir terslik var,” diye geçirdi içinden. “Gelin dediğin ilk gecede böyle mi olur? Utanır, çekinir ama susup taş kesilmez. Bu kızın kalbinde başka bir şey var.”
Evin avlusuna çoktan güneş ışıkları düşmüştü. Horozların ötüşü, kadınların mutfakta çıkardığı tencere sesleri sabahın canlılığını hissettiriyordu. Düğünden sonraki sabah köy yerinde ayrı bir önem taşırdı. Gelin mutfağa iner, kaynanasına yardım eder. Eli yatkınsa çevresine kendini gösterirdi. Ama Tülay yatağından kalkmıyordu. Yüzünü Bahri’den çevirmiş, derin düşüncelerle boğuşuyordu.
Bahri sabırsızca doğruldu. “Kalk sana Tülay. Anamlar çoktan uyanmıştır. Sen böyle yatarsan ayıplanırız.”
Tülay sessiz kaldı. Yalnızca gözlerini kapadı. Bahri’nin sabrı tükeniyordu.
“Yeter bu sessizlik. Herkesin yüzüne gülen ama bana susan bir eş istemem. Söyle bana neyin var?”
Tülay yavaşça doğruldu. Gözlerinde uykusuzluğun kızarıklığı vardı. Dudakları titredi ama yine söylemedi. Bahri’nin bakışlarına dayanamayıp ayağa kalktı ve odanın köşesindeki sandığın yanına geçti. Sanki orada sakladığı bir şey vardı. Tam o sırada kapı aralandı.
İçeri Bahri’nin annesi Hacer Hanım girdi. Yüzünde yılların sertliğini taşıyan çizgiler, gözlerinde ise gelini tartan bir bakış vardı.
“Haydi evlatlar, sabah oldu. Kahvaltı hazır. Gelin kız, hadi in de bize yardım et. Köyün gözü üzerimizde aman ayıp olmasın.”
Tülay başını eğdi. Usulca, “Peki,” dedi ve dışarı çıktı. Hacer Hanım oğluna yaklaştı.
“Ne bu hal? Kızcağızın suratı asık. Sen bir şey mi yaptın?”
Bahri başını iki yana salladı. “Ben mi? Anne bu kız dün akşamdan beri suspus bir şey saklıyor ama ne olduğunu anlamıyorum.”
Hacer Hanım kaşlarını çattı. “Gelin dediğim biraz çekinir elbet. Sen acele etme. Ama bak oğul bu suskunluk uzun sürerse millete laf verir. Dikkat et.”
Bahri’nin içindeki kuşku daha da büyüdü.
Aile geniş mutfak odasında yere serilen sofra etrafında toplandı. Büyük bakır sinilerde buharlanan çorbalar, taze ekmekler ve peynirler vardı. Tülay kayınvalidesinin gözü önünde titreyen elleriyle çay dolduruyor ama tek kelime etmiyordu.
Bahri’nin babası İsmail ağa ağır başlı bir adamdı. Çayını içerken dikkatle yeni gelini süzdü.
Sonunda söze girdi. “Gelincik, sen bizim haneye gelin oldun. Bundan böyle bu evin kızı sayılırsın. Ama bakıyorum da dünden beri susuyorsun. Yoksa istemeye istemeye mi geldin bu eve?”
Bu söz sofrayı buz gibi yaptı. Bahri’nin kaşı çatıldı. Tülay’ın yüzü kireç gibi oldu.
“Nereden çıktı o söz baba?” dedi Bahri.
İsmail ağa omuz silkti. “Ben gördüğümü söylerim. Bu kızda bir gariplik var.”
Tülay’ın kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Ellerindeki bardak titredi. Az kalsın çayı dökecekti. O gün düğün sonrası telaşlı işler devam ederken Tülay hep köşelerde kaldı. Bahri göz ucuyla onu izliyordu. Her davranışı, her bakışı daha çok şüphe uyandırıyordu.
Bahri kendi kendine söz verdi. “Ne pahasına olursa olsun bu işin aslını öğreneceğim. Eğer sakladığı bir şey varsa bilmek benim hakkım.”
Öğleden sonra Bahri köyün çeşmesi başında arkadaşı Hasan’a rastladı. Hasan düğünde de en yakın yanında olan kişiydi.
“Ne o Bahri? Surata sık. Daha dün evlendin. Mutlu olman gerekmez mi?”
Bahri içini çekti. “Mutlu olmayı isterdim Hasan ama gelin susuyor. İlk geceden beri bir garip hali var. Sanki istemeden gelmiş gibi.”
Hasan düşündü. Sonra sesi alçaldı. “Herkesin dilinde bir şey var ama sana söylemekten çekiniyorlar. Ben dostun olarak açık konuşayım. Tülay’ın eskiden biriyle gönül meselesi olduğu söylenir. Köyün delikanlılarından biriyle. Ama ayrıntısını bilen yok.”
Bahri’nin yüreği buz kesti. Demek bu yüzden susuyor. Demek kalbinde bana yer yok.
O akşam Bahri eve döndüğünde Tülay’ı odada yalnız buldu. Sandığın kapağı açıktı. İçinde eski bir mendil, bir mektup ve bir fotoğraf vardı. Bahri içeri girince Tülay telaşla kapağı kapattı. Bahri’nin gözleri kısıldı.
“Ne vardı o sandıkta?”
Tülay’ın yüzü bembeyaz oldu. “Hiç, sadece eski eşyalar.”
Bahri yaklaştı. Elini sandığın üzerine koydu. “Benden gizleyeceğin hiçbir şey olamaz. O sandıkta ne varsa bilmek istiyorum.”
Tülay’ın gözlerinden yaşlar süzüldü. Dudakları titredi ama yine susmayı seçti.
Bahri içindeki öfkeyi bastıramadı. “O mektup, o fotoğraf kimindi Tülay?”
Tülay cevap vermedi. Sessizlik odanın içinde yankılandı. İşte o an Bahri sessizliğin ardında sıradan bir utangaçlığın değil, hayatlarını altüst edecek büyük bir gerçeğin saklı olduğunu anladı.
Ertesi gün köy meydanında yeni bir söylenti yayıldı. Kenan’ın şehirden köye geri döndüğü söyleniyordu. Yıllardır ortadan kaybolan bu delikanlının ansızın dönüşü herkesin diline düştü. Bahri bu haberi duyduğunda yüreği alev aldı. Demek şimdi de geri döndü. O halde gerçekleri öğrenmenin zamanı geldi.
Tülay ise odasında gizlice eski mendili ve mektubu çıkarıp ellerine aldı. Gözyaşlarıyla ıslanmış kağıda fısıldadı. “Keşke hiç dönmeseydin Kenan. Keşke beni bu ateşin ortasında bırakmasaydın.”
Kenan’ın köye döndüğü haberi rüzgar gibi yayıldı. Kahvede oturan yaşlılardan çeşme başında su dolduran kadınlara kadar herkes aynı şeyi konuşuyordu.
Kenan dönmüş. Yıllar sonra köye ayak basmış. Hem de tamayın düğününden sonra. “Allah sonunu hayır etsin. Bu işte bir iş var.”
Bahri bu sözleri duydukça kanı kaynıyordu. Yüreği öfkeyle çarpıyor, gözlerinde kıvılcımlar çakıyordu.
Bir akşamüstü köyün dar sokaklarından birinde Bahri Kenan’la karşılaştı. Kenan eskisi gibi dik yürüyen, yakışıklı ama gözlerinde derin bir yorgunluk taşıyan bir adamdı.
“Bahri,” dedi Kenan soğuk bir sesle.
“Kenan,” diye karşılık verdi Bahri yumruklarını sıkarak.
Aralarındaki hava bir anda gerildi. Bahri öne atıldı. “Bana doğruyu söyle. Tülay’la senin aranda ne vardı?”
Kenan’ın dudakları acı bir gülümseyişle kıvrıldı. “Bunu senden önce herkes biliyordu. Tülay benim sevdiğimdi. Onunla evlenmeyi planlıyordum. Ama kader başka türlü yazıldı.”
Bahri’nin yüzü kasıldı. “Kader mi yoksa senin yüzünden mi bu hale geldik?”
Kenan sertleşti. “Ben kimseyi zorlamadım. Biz birbirimizi seviyorduk ama ailelerimiz izin vermedi. Tülay seninle evlendirildi.”
Bahri’nin kalbi paramparça oldu. O an gözünde Tülay’ın ilk geceden beri süren sessizliği anlam kazandı.
O sırada Tülay odasında dua ediyordu. Ellerini açmış, gözlerinden yaşlar süzülürken fısıldadı: “Allah’ım ben istemedim. Bahri’nin kalbini kırmak istemiyorum ama Kenan’ın dönüşü her şeyi altüst etti. Beni affet.”
Kapı aralandı. İçeri Hacer Hanım girdi. Onun yüzünde kaygılı bir ifade vardı.
“Gelin kız, bana doğruyu söyle. Senin kalbin gerçekten Bahri’de mi yoksa hâlâ Kenan’da mı?”
Tülay’ın gözleri büyüdü. Yutkundu. Sesi titreyerek çıktı. “Anne, ben geçmişi geride bırakmaya çalıştım. Ama kalbim bazen söz dinlemiyor.”
Hacer Hanım içini çekti. “Kızım bu evde sır saklanmaz. Bahri her şeyi öğrenecek. Oğluma yazık edersen ben de susmam.”
Ertesi gün köy meydanı daha da kaynadı. Kadınlar fısıldaşıyor, erkekler kahvede yüksek sesle konuşuyordu.
“Tülay ilk sevgilisini unutamamış. Bahri boşuna evlenmiş. Kenan’ın dönüşüyle bu iş büyüyecek, kavga çıkacak.”
Bu sözler Bahri’nin kulağına ulaştığında sabrı tükendi. Arkadaşı Hasan bile ona sakin olmasını tavsiye edemedi.
“Bahri, sakın bir delilik yapma. Kenan’ın dönüşü belki de geçicidir. Tülay’a fırsat ver. Sana her şeyi anlatacaktır.”
Ama Bahri’nin içinde fırtına kopuyordu.
O gece Bahri eve döndüğünde Tülay’ı sandığın başında ağlarken buldu. Mendili ve mektubu ellerinde sıkıca tutuyordu.
“Yeter artık,” diye gürledi Bahri. “Bana gerçeği söyle. Kenan’ı hâlâ seviyor musun?”
Tülay irkildi. Gözyaşlarıyla dolu gözlerini Bahri’ye kaldırdı. “Ben seni incitmek istemedim ama kalbim hâlâ geçmişin esiri.”
Bahri’nin yüreği parçalandı. Yumruklarını duvara vurdu. “Demek doğruymuş. Ben senin kocanım ama senin kalbin başkasında.”
Tülay yere çöktü. Hıçkırıklar arasında fısıldadı. “Bahri, sana anlatmam gereken daha büyük bir şey var. Sadece Kenan değil, onunla ilgili çok daha ağır bir sır var.”
Bahri’nin gözleri büyüdü. “Ne demek istiyorsun?”
Ama Tülay sustu. Sadece ağladı.
Ertesi gün Bahri yeniden Kenan’la karşılaştı. Bu sefer köyün çeşmesinde. Kadınlar uzaktan izliyor, erkekler araya girmeye hazır bekliyordu.
Bahri Kenan’ın yakasına yapıştı. “Bana söyle. Tülay’la aranızda ne oldu? Niye geri döndün?”
Kenan gözlerini yere indirdi. “Sana söyleyeceğim şey var Bahri ama herkesin içinde değil. Bu sır ikimizin hayatını da değiştirecek. Yarın akşam dere kenarına çağırıyorum. Orada her şeyi anlatacağım.”
Bahri nefesi kesildi. İçinde hem öfke hem merak çırpınıyordu.
O gece Bahri yatağa girdiğinde uyuyamadı. Tülay yanındaydı ama aralarındaki duvar daha da kalınlaşmıştı. Bahri gözlerini tavana dikti. “Yarın akşam Kenan bana her şeyi anlatacak. O sır neyse sonunda öğreneceğim ve öğrendiğimde hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.”
Tülay ise gözlerini kapatmış sessizce ağlıyordu. “Allah’ım o sırrın ortaya çıkmasına izin verme. Çünkü çıkarsa hepimizin hayatı mahvolacak.”
Gece köyün üstüne ağır bir sessizlik çökmüştü. Bahri öfkeyle ama aynı zamanda içini kemiren merakla dere kenarına doğru yürüyordu. Ay ışığı suyun üzerinde titrek bir yol çiziyor. Kurbağaların sesi uzaklardan yankılanıyordu.
Kenan çoktan oradaydı. Elinde bir sigara vardı ama dumanı ciğerine çekmeden söndürdü. Bahri’yi görünce ayağa kalktı.
“Geldin,” dedi kısık bir sesle.
“Anlat,” dedi Bahri yumruklarını sıkıp. “Ne bu büyük sır?”
Kenan derin bir nefes aldı. Gözlerini yere indirdi. Sonra ağır ağır konuştu.
“Bahri, Tülay sadece benim sevdiğim değildi. O benim nişanlımdı. Biz gizlice söz yüzüklerimizi bile takmıştık. Ama ailem köyden taşındığında her şey yarım kaldı. Onu bırakıp gitmek zorunda kaldım.”
Bahri’nin yüzü kasıldı. “Nişanlı mı dedin?”
Kenan başını salladı. “Evet. Ve daha da fazlası var. Tülay hamileydi.”
Bahri’nin dizlerinin bağı çözüldü. Kalbi göğsünde çarpmadı. Sanki bir an durmuştu. “Ne? Ne diyorsun sen?”
Kenan devam etti. “O zamanlar çok gençtik. Hata ettik ama birbirimizi seviyorduk. Ailelerimiz karşı çıktı. Ben köyden gitmek zorunda kaldım. O sırada Tülay karnında çocukla tek başına kaldı. Ailesi utancından onu dışarıya kapattı. Çocuğu doğurdu ama bebek daha ilk aylarında öldü. O acıyı o tek başına yaşadı.”
Bahri’nin gözlerinden yaşlar süzüldü. Sanki ayaklarının altındaki toprak kaymıştı. Demek onun sessizliği, gözlerindeki o hüzün…
Kenan başını salladı. “İşte o yüzden seni incitmemek için konuşmadı. Sır sakladı. Çünkü gerçeği öğrendiğinde senin onu kabul etmeyeceğini düşündü.”
Tam o sırada karanlıktan bir gölge belirdi. Tülay’dı. Gizlice onları takip etmişti. Elinde eski mendil vardı. Gözyaşlarıyla dolu yüzü ay ışığında parlıyordu.
“Yeter artık,” dedi titreyerek. “Bahri, her şeyi bilmelisin. Kenan doğru söylüyor. Ben o günleri senden gizledim. Çünkü korktum. Senin gözünde lekeli bir kadın olacağımı düşündüm. Ama ben sana ihanet etmedim. Sadece geçmişimden kaçmaya çalıştım.”
Bahri’nin gözleri doldu. Bir an öfkeyle Tülay’a bakmak istedi ama bakamadı. Yüreği yanıyordu.
“Niye bana güvenmedin Tülay? Niye ilk günden anlatmadın?”
Tülay dizlerin üzerine çöktü. Hıçkırıklarla fısıldadı. “Çünkü seni kaybetmekten korktum. Sen bana şefkatle baktın. Bana yuva verdin. Ama geçmişim… Geçmişim benim en ağır zincirimdi. Sessizliğim işte bu yüzden.”
Ertesi gün bu sır köyün dört bir yanına yayıldı. Kadınlar çeşme başında ağzını kapatıp fısıldadı. Erkekler kahvede başlarını salladı. “Demek Tülay’ın çocuğu varmış eskiden. Yazık Bahri’ye. Bu işin sonu iyi olmaz.”
Hacer Hanım oğlunun yanına gelip gözyaşlarını tutamadı. “Oğlum, duydum her şeyi. Ben senin incinmenden korktum. Ama Tülay kötü bir kadın değil. O sadece kaderin kurbanı.”
Bahri’nin gözleri yaşlıydı. Annesinin ellerini tuttu. “Anne, ne yapacağımı bilmiyorum. İçim yanıyor.”
Akşam olduğunda Bahri Tülay’ın karşısına geçti. Odada yalnızdılar. Sandığın kapağı açıktı. İçinde mektuplar, mendil ve eski bir çocuk yeleği vardı. Bahri gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı.
“Tülay, bana doğruyu baştan söyleseydin belki de farklı olurdu ama şimdi karar vermem gerek. Seni geçmişinle kabul edecek miyim yoksa yolumuzu ayıracak mıyız?”
Tülay ağlıyordu. “Bahri, ben seni sevdim. Seninle yeni bir hayat kurmak istedim ama o geçmiş benim peşimi bırakmadı. Eğer beni kabul etmezsen anlarım.”
Bahri uzun süre sessiz kaldı. Yalnızca kalbinin çarpıntısı duyuluyordu. Sonra ağır ağır konuştu.
“Senin sessizliğin bana ihanetin değil, acının sesiymiş. Ben seni onunla sevdim. Onunla kabul ediyorum. Geçmişin ne olursa olsun, sen artık benim eşimsin.”
Tülay’ın gözlerinden yaşlar sel gibi aktı. Bahri onu kollarının arasına aldı. O an köydeki bütün dedikodular, bütün bakışlar, bütün yargılar önemini yitirdi. Çünkü Bahri kararını vermişti. Sevgi sırları aşabilirdi.
Kenan ise ertesi gün köyden ayrıldı. Son kez dere kenarında durmuş, suya bakarak mırıldanmıştı: “Mutlu ol Tülay. Bunu en çok sen hak ettin.”
Ve köyde yıllarca fısıldanacak olan o hikaye artık üç yüreğin derinliklerinde saklı kaldı.
SON