Küçük bir kız HASSAS BÖLGESİNDEKİ MORLUKTAN şikayet etti, annesi kontrol edince GÖZLERİNE İNANAMADI!
.
.
Zeynep’in Sessiz Çığlığı: Bir Annenin Sonsuz Mücadelesi
Sekiz yaşındaki Zeynep, o sabah banyoda dizlerine kapanmış, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Annesi Emine kapıyı açtığında, kızının yüzündeki solgunluk ve şişmiş gözler, Emine’nin yüreğini paramparça etti. “Anne, canım çok yanıyor. Tuvalete bile gidemiyorum,” dediği an, Emine için dünya durmuş gibiydi. Bu, sıradan bir ağrı değildi; küçük bedenin sessizce attığı bir yardım çığlığıydı.
Hastane koridorları, şifacılar, ilaçlar… Hiçbiri Zeynep’in acısına yanıt veremiyordu. Ta ki o kanlı sabaha kadar. Çünkü bu küçük beden, büyük bir sırrı taşıyordu ve o sır, Emine’nin hayatını kökünden sarsacaktı.
Ev sabahın erken saatlerinde sessizdi; mutfaktan çatal bıçak sesleri yükselmiyor, Emine’nin her sabah söylediği “Günaydın meleğim” nidaları duyulmuyordu. Zeynep yatağında değildi. O, banyoda, dizlerine kapanmış, gözyaşlarıyla dolu bir nehir gibi sessizce ağlıyordu. Bu yaşta bir çocuk oyuncakları için bile ağlayabilirdi ama bu, çok daha derin, görünmeyen bir acının yansımasıydı.
Emine, banyodan gelen boğuk hıçkırıkları duyunca kalbi hızla çarptı. Kapıya dayandı, titreyen sesiyle “Zeynep kızım, iyi misin?” diye sordu ama yanıt sadece ağlama sesiydi. Kapı kilitliydi. “Aç canım, ne oldu?” diye yalvardığında, Zeynep sadece fısıldadı: “Anne, çok acıyor.” Kapı aralandığında gördüğü manzara Emine’nin dizlerinin bağı çözüldü. Kızının yüzü solmuş, gözleri kıpkırmızıydı. Ellerini titreyerek omuzlarına koydu, “Ne oldu yavrum? Neresi acıyor?” diye sordu. Zeynep başını yere eğdi, kısık bir sesle “Tuvalete gidemiyorum anne. Çok acıyor,” dedi.

O an Emine’nin kalbine bıçak saplandı. Bu basit bir mide ağrısı değildi; bu, bir annenin içgüdülerini harekete geçiren, en derin alarm çanlarıydı. Kızını kucaklayıp hemen üstünü değiştirdi. Kafası karmakarışıktı; “Ben kötü bir anne miyim? Bunu nasıl fark edemedim?” diye kendini sorgularken, çantasını kaptı ve hastaneye doğru yola koyuldu.
Araba yolculuğunda Zeynep sessizdi, gözlerinden yaşlar süzülüyor, elleri titriyordu. Emine direksiyondan gözlerini ayırmadan “Az kaldı canım, doktor teyze seni iyileştirecek,” dedi ama kelimeler boğazına düğümlenmişti. İçindeki huzursuzluk, bilinmeyene doğru hızla ilerliyordu. Bu acı sadece fiziksel değil, altında karanlık bir sır yatıyordu. Annelik sezgileri ona fısıldıyordu: “Bir şeyler çok yanlış.”
Hastane bekleme salonuna adım attıklarında Emine’nin dünyası durmuştu. Zeynep’in ellerini tutup sakinleştirmeye çalıştı: “Her şey güzel olacak.” Ama gözlerinde korkudan başka bir şey vardı. Hemşirelerin adını anons etmesiyle Emine ayağa kalktı. O an, hayatının en uzun yürüyüşünü yaptı.
Doktorun odasına girdiklerinde genç ve nazik doktor, Zeynep’in göz hizasına inerek, “Tatlım korkma, seni daha iyi hissettireceğiz,” dedi. Zeynep cevap vermedi, sadece başını salladı. Muayene ilerledikçe doktorun yüzünde endişe belirdi. Emine nefesini tuttu, “Bir şey var mı?” diye sordu ama doktor sadece testlerin yapılması gerektiğini söyledi. Kan, idrar, röntgen… Emine tereddüt etmeden onayladı. Bu, acının kaynağını bulma savaşıydı.
Testler yapılırken Zeynep ağlamaya devam etti. Emine gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu. “Anne, acıyor,” dediğinde kalbi duracak gibiydi. Saatler geçtikçe doktorların yüzü daha da karıştı. Ne enfeksiyon vardı ne de iç hasar. O zaman bu ağrı neydi? Neden bu çocuk gece gündüz ağlıyordu?
Bir doktor Emine’yi kenara çekerek, “Bu sadece fiziksel değil, psikolojik ya da çevresel olabilir,” dedi. Emine’nin dünyası yıkıldı. Kızının gözlerinde korkudan çok utanma vardı. Ne yaşamıştı da utanıyordu?
O gece hastanede kaldılar. Emine, kızının başucunda dua etti, uyumadı. Zeynep bazen inliyor, kabuslar görüyordu. Emine, “Gerçek ne olursa olsun, yanında olacağım,” diye karar verdi. Bu sadece Zeynep’in değil, bir annenin kendini affetme savaşıydı.
Sabah olduğunda her şey daha karmaşıktı. Zeynep’in gözlerindeki acıyı gördüğü an zaman durdu. Minik dudaklardan çıkan “Anne, çok acıyor” sözleri Emine’nin kulaklarında çınladı. Kalbi sıkıştı. Çocuğunun acısını seyretmek, cehennemin ta kendisiydi.
Zeynep’in yanaklarındaki yaşları silip, titreyen elleriyle onu kucakladı. İçinden tek bir şey geçti: “Bu acı hemen bitmeli.” Kararlı ve korkuyla dolu adımlarla hastaneye geri döndüler.
Evde hazırlık telaşı, çanta, kimlikler… Hepsi plansız, içgüdüsel bir kaçıştı. Hava kasvetliydi, gökyüzü yaşanacakların habercisiydi. Araba ilerledikçe Zeynep sessizleşti, dış dünyayla bağını kopardı. Emine aynadan kızını izliyor, sessizliğin çığlıktan daha ürkütücü olduğunu hissediyordu.
Hastaneye vardıklarında sabahın ilk ışıklarıydı. Kayıt işlemleri, bekleme salonu… Emine, Zeynep’in elini sımsıkı tutup, “Buradayım canım, merak etme, bu acı geçecek,” dedi. Ama içinde neyle karşılaşacağını bilmiyordu.
Doktorun adını anons etmesiyle içeri girdiler. Genç doktor nazikti ama yüzündeki ciddiyet Emine’yi korkuttu. Testler istendi; Zeynep test odasına alındığında Emine kapıda bekledi. İçeriden gelen ağlama sesleri kalbini paramparça etti.
Saatler ilerledikçe doktorlar sorular sormaya başladı: “Zeynep evde yalnız mı kalıyor? Başka biriyle mi yaşıyor?” Emine dürüstçe cevap verdi ama içindeki şüphe büyüyordu. Testler sonuç verdi ama hiçbir fiziksel sorun yoktu. O zaman bu acının sebebi neydi?
Doktorlar psikolojik travma olabileceğini söyledi. Emine’nin dünyası başına yıkıldı. Kızının yaşadığı acıyı anlamaya çalışırken, yıllardır gözden kaçan gerçeklerle yüzleşiyordu.
Hastane koridorlarında yürürken, Emine’nin omuzlarındaki yük ağırlaştı. Hastane yönetimiyle görüşmeler, sosyal hizmetlerin eve gelme tehdidi… Emine kendi vicdanıyla yüzleşiyordu: “İyi bir anne miyim? Elimden geleni yaptım mı?”

Ama o vazgeçmedi. Kızının yanında durmayı seçti. Çünkü gerçek adalet, raporlarda değil, çocuğunun huzurla uyuduğu gözlerinde saklıydı.
Emine, modern tıbbın açıklayamadığını, şehir dışındaki yaşlı bir şifacı kadının sezgilerinde buldu. Kadının duaları, bitkisel çayları, hazırladığı yağ karışımı Zeynep’e iyi geldi. O gece Zeynep, “Anne, içim biraz hafifledi,” dedi.
Ama umut kırılgandı. Ertesi sabah banyoda kanlı bir çığlık… Emine’nin yüreği parçalandı. Hastaneye dönüş, önceki gelişlerden çok farklıydı. Sosyal hizmet görevlisiyle görüşme, doktorun erken ergenlik teşhisi… Emine’nin dünyası sarsıldı.
Doktorun anlattığı hormon bozucu kimyasallar, çevresel faktörler, genetik yatkınlık… Emine artık sadece bir anne değil, kızının savaşçısıydı. Beslenme, yaşam tarzı, psikolojik destek… Hepsi yeni bir mücadeleydi.
Zeynep, çocukluğunu kaybetmişti ama annesinin sevgisiyle yeniden güç buldu. Emine, “Ne olursa olsun seni koruyacağım,” diyerek kızının yanında durdu.
Yıllar sonra Zeynep daha sağlıklı, mutlu bir çocuktu. Onların hikayesi, modern dünyanın zorluklarına karşı sevgi ve kararlılıkla verilen sessiz bir savaşın simgesiydi.
Ve Emine’nin o gece verdiği söz gerçekleşmişti: “Sana ne olursa olsun, asla yalnız yürümeyeceksin.”