MİLYONER ERKEN GELİNCE, HİZMETÇİSİNİN OĞLUNA DERS VERDİĞİNİ GÖRÜP PANİĞE KAPILDI

MİLYONER ERKEN GELİNCE, HİZMETÇİSİNİN OĞLUNA DERS VERDİĞİNİ GÖRÜP PANİĞE KAPILDI

.
.

Başlangıç

İstanbul’un kalabalık sokaklarında, iş dünyasının zirvesinde yer alan Recep Aksoy, başarılı bir inşaat mimarıydı. Türkiye’nin en büyük inşaat şirketlerinden birinin sahibi olarak, lüks villalar, gökdelenler ve alışveriş merkezleri inşa etmişti. Ancak, bu başarıların ardında, derin bir yalnızlık ve içsel bir boşluk vardı. Eşi Nermin, dört yıl önce bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti ve o günden sonra Recep’in hayatı sadece işten ibaret olmuştu. Oğluna olan ilgisi de giderek azalmıştı; çünkü iş, onun için her şeyden daha önemli hale gelmişti.

Bir sabah, normalde ofise gitmek üzere hazırlanan Recep, aniden evine dönmeye karar verdi. Sebebi belirsizdi; belki de yağmurun sesi onu evine çağırmıştı. Villanın kapısını açtığında, beklenmedik bir manzara ile karşılaştı. Oğlunun hizmetçisi Zeynep, küçük Deniz’e matematik dersi veriyordu. O an, Recep’in hayatı tamamen değişecekti.

Oğul ve Hizmetçi

Zeynep, beyaz bir tahtanın önünde, karmaşık matematik formüllerini anlatıyordu. Deniz, dikkatle tahtaya bakıyor, elindeki kalemle notlar alıyordu. Zeynep’in parmakları zarifçe tahtada geziniyor, sanki yıllardır bu bilgiyi özgür bırakmak için bekliyormuş gibi görünüyordu. Recep, kapının eşiğinde durdu ve nefesini tuttu. Bu neydi? Bir oyun mu? Yoksa gerçekten hizmetçisi oğluna ileri düzey matematik mi öğretiyordu?

Zeynep, “Matematik sayılarla konuşulan bir dildir, Deniz. Ama aslında sabır ve cesaret öğretir. Bir problemi çözmek, hayatta pes etmemeyi öğrenmektir,” dedi. Recep’in kalbi sıkıştı. Yıllar önce unuttuğu bir duyguyu hissetti: Gurur ama aynı zamanda utanç. Kendi oğluna öğretemediği şeyleri, hizmetçisi öğretiyordu.

Kapının eşiğinde öylece kaldı. Gözleri Zeynep’in tahtaya yazdığı harflerdeydi. Kulakları oğlunun gülüşündeydi ve içinden bir ses fısıldadı: “Bazen en büyük ders, beklemediğin kişiden gelir.”

Karşılaşma

Zeynep, tahtaya yeni bir denklem yazarken, Recep’in varlığını fark etti. Kalemi elinden neredeyse düşüyordu. Yavaşça arkasını döndü ve göz göze geldiler. Recep, “Ne yapıyorsunuz siz?” dedi. Sesi ne bağırıyordu ne de fısıldıyordu; daha çok kendi aklına sorduğu bir soruydu bu.

Zeynep hemen ellerini önünde birleştirdi. Yüzü kızarmıştı, sesi titriyordu. “Efendim, Deniz sadece defterimdeki karalamaları görmüş. Merak etti. Ben de anlatmak istedim, fazla ileri gitmeden… Özür dilerim.” Deniz, masum bir gülümsemeyle, “Baba, Zeynep abla bana sayıların neden sihirli olduğunu anlattı. Bak, formüllerle resim çizebiliyoruz,” dedi.

Recep’in kalbi sızladı. Oğlunun sesinde uzun süredir duymadığı bir coşku vardı ama zihni hala karmaşık düşüncelerle doluydu. Zeynep, “İsterseniz tahtayı silebilirim, efendim. Bir daha olmayacak,” dedi. Recep başını iki yana salladı. “Hayır, silme. Sadece bana anlat. Sen bu formülleri nereden biliyorsun?”

MİLYONER ERKEN GELİNCE, HİZMETÇİSİNİN OĞLUNA DERS VERDİĞİNİ GÖRÜP PANİĞE  KAPILDI - YouTube

Zeynep, derin bir nefes aldı. “Ben üniversitede mühendislik okuyordum. Son senemde babam vefat etti. Kardeşlerimi okutmak için okulu bırakmak zorunda kaldım. Sonra İstanbul’a geldim. İş bulmam lazımdı.” Recep birkaç saniye konuşamadı. Bu cümle, duvar gibi beynine çarpmıştı. Kadın mühendislik okumuştu ve şimdi burada yerleri silip cam parlatıyordu.

Geçmişin Yükü

“Yani sen mühendislik mi?” diye sordu Recep. “Evet efendim. Elektrik elektronik ve şimdi oğluma ders mi veriyorsun?” Zeynep, “Hayır efendim. Sadece merak etti. Ben de dayanamadım. Biraz anlattım. Hatalıydım,” dedi. Recep’in sesi kısıldı. “Hayır, hatalı değilsin.” O cümleyi söylerken gözlerinde garip bir ışıltı belirdi. Yıllardır bir iş görüşmesinde bile hissetmediği bir saygı duygusu.

“Deniz’in dikkatini ilk kez bu kadar topladığını görüyorum. Teşekkür ederim Zeynep.” Kadın şaşkınlıkla başını kaldırdı. Böyle bir cümle beklemiyordu. Hizmet ettiği adamın gözlerinde bu kadar insani bir ifade görmemişti. O an odada sessizlik oldu. Sadece yağmurun cama vuran sesi duyuluyordu.

Zeynep, tahtadaki son satıra baktı. “Elbette efendim,” dedi alçak sesle. “Deniz çok zeki bir çocuk. Sadece doğru yönlendirmeyi bekliyor.” Recep başını salladı. “Devam et,” dedi. “Anlatmaya devam et. Ben sadece izlemek istiyorum.”

Zeynep’in elleri hafif titredi ama tahtaya döndü ve anlatmaya başladı. Sayıların hikayesini, formüllerin içindeki şiiri. Recep bir koltuğa oturdu. Oğluna baktı. Deniz’in gözleri parlıyordu. O gülümsemeyi yıllardır görmemişti.

Yeniden Doğuş

Gece İstanbul’un üzerine çökerken, boğazın öte yakasından süzülen ışıklar Deniz’in yüzeyinde kırık bir tablo gibi titreşiyordu. Yalının salonu karanlıktı. Sadece şöminenin içindeki cılız alev duvarlarda dans ediyordu. Recep koltuğa oturdu. Başını geriye yasladı, gözlerini kapadı. Ama gözlerinin önünde sürekli aynı sahne dönüyordu. Zeynep tahtanın önünde oğluna bir formül anlatıyordu. Deniz’in o parlayan gözleri, Zeynep’in sakin, güven veren sesi. Bir hizmetçi değil, bir öğretmendi o. Ama neden burada? Neden o bilgi, o zeka, o sabır bu evin mutfağında kaybolmuştu?

Kafasındaki sesler susmuyordu. Yıllardır başarıyı sayılarla, kar oranlarıyla, hisselerle ölçmüştü. Ama şimdi tahtadaki bir denklemin yanında o kadar küçük görünüyordu ki. Kendi oğluna bile bir şey öğretemediğini fark ettiğinde içi burkuldu. Deniz doğduğunda, “Eşi Nermin hep onunla zaman geçir,” derdi. Ama o zaman para kazanmak, şirket büyütmek, ihaleler almak hep daha acil görünmüştü. “Bir gün oynarız,” demişti defalarca. Ama o bir gün hiç gelmemişti.

Kayıp ve Buluntu

Gözleri yanmaya başladı. Elini saçına götürdü. Parmaklarını bastırdı. Bir anda yerinden kalktı. Masadaki dizüstü bilgisayarı açtı. Klavye tıkırtıları sessizliği böldü. Google’a yazdı: “Zeynep Kaya Mühendislik Mezunu İstanbul” bir şeyler bulmak istiyordu. Geçmişini, nereden geldiğini, neden bu kadar farklı olduğunu anlamak.

Sayfalar dolusu isim çıktı ama biri dikkatini çekti. “Zeynep Kaya, Elektrik Elektronik Mühendisliği, Sakarya Üniversitesi, 2016 dönemi.” Tıkladı. Bir öğrenci proje fotoğrafı; Zeynep, beyaz önlüğüyle elinde devre tahtası tutuyordu. Gözlerinde o aynı ışıltı altında yazıyordu: “Bir gün köy okullarına ücretsiz laboratuvar kuracağım.”

Recep’in boğazı düğümlendi. O cümle, Zeynep’in kim olduğunu özetliyordu. Bir rüya görmüş ama hayat o rüyayı yarıda kesmişti. Bilgisayarı kapatamadı. Sadece ekrana bakmaya devam etti. “Bir gün köy okullarına ücretsiz laboratuvar kuracağım.” Bu cümle, sanki duvardaki her yankıyı yutuyordu.

Yeni Bir Başlangıç

Telefonuna gelen bir bildirimle irkildi. Mesaj Deniz’dendi. “Kapatmadan önce bir şey göstermek istiyorum baba.” Recep merdivenleri yavaşça çıktı. Deniz’in odasının kapısı açıktı. Küçük masa lambasının altında Deniz, defterine bir şeyler çiziyordu. “Uyumadın mı hala?” “Birazdan,” dedi Deniz. “Zeynep abla bugün bana bir şey öğretti. Baba biliyor musun, hata yapmak kötü bir şey değilmiş. Çünkü hatalar öğrenmenin bir parçasıymış.”

Recep dondu. Bu basit cümle, belki de hayatında ilk defa oğlunun ağzından duyduğu bir dersti. “Öyle mi?” demiş. “Evet. Dedi ki, ‘Her hata, doğruya atılan bir adımdır.’ Peki sen ne düşündün?” Deniz gülümsedi. “Ben de dedim ki, ‘O zaman sen işte ben bol hata yapacağım.'”

Recep güldü. Uzun zamandır kalbinde hissetmediği bir sıcaklıkla. O an fark etti. Oğlunun gülüşü bile değişmişti. Sanki içinde umut vardı. Odayı sessizce terk ettiğinde, koridorun duvarlarında kendi adımlarının yankısını dinledi. Her adım, bir pişmanlığın sesi gibiydi. Odadan çıkmadan önce dönüp baktı. Deniz’in yatağının kenarında Zeynep’in defterlerinden biri duruyordu. Sayfaların kenarında küçük notlar vardı: “Hayatta en büyük formül: Sabır artı sevgi eşittir başarı.”

Recep sayfayı kapattı. İçinden bir fısıltı koptu. “Belki de en baştan başlamalıyım.”

Huzur ve Yeniden Doğuş

Sabahın ilk ışıkları boğazın sularına dokunduğunda, yalıya sessiz bir huzur çökmüştü. Martı sesleri uzaklardan yankılanıyor. Kahvaltı masasındaki taze ekmek kokusu mutfağa yayılıyordu. Ama Recep’in iştahı yoktu. O gece doğru dürüst uyuyamamıştı. Sabahın erken saatinde Zeynep’in mutfakta çalıştığını duymuştu. Bir karar vermişti. Bugün onunla konuşacaktı. Gerçekleri öğrenecekti.

Mutfak kapısına geldiğinde Zeynep’i gördü. Üzerinde sade, temiz ama yorgun görünen kıyafetleri vardı. Saçları başörtüsünün altına toplanmış, elleri sabunlu suda tabak yıkıyordu. Gözlerinin altındaki hafif morluk, uykusuzluğun sessiz bir kanıtıydı. Recep boğazını temizledi. Zeynep irkildi. “Ellerini kurulayıp arkasına döndü. ‘Efendim, kahvaltınızı getireyim mi?'” “Hayır. Sağ ol. Zeynep, bir şey konuşmamız gerekiyor.”

Kadının yüzü ciddileşti. Sessizce önlüğünü çıkardı. Masanın kenarına oturdu. Recep bir süre sustu. Sanki kelimeleri tartıyordu. “Dün gece seninle ilgili bir şey öğrendim,” dedi. Zeynep’in kaşları hafifçe çatıldı. “Nedir efendim?” “Sakarya Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği. O fotoğrafta sendin değil mi?” Zeynep’in parmakları masanın üzerinde dondu. Bir an nefes bile almadı. Sonra gözleri doldu ama ağlamadı. Sadece başını hafifçe eğdi. “Evet bendim.”

Recep bir adım yaklaştı. “Neden bıraktın? Bu kadar zeki, bu kadar donanımlı bir kadının burada hizmetçilik yapması nasıl mümkün?” Zeynep, ellerini birbirine kenetledi. Bir süre konuşamadı. Sonra dudaklarından yavaş yavaş döküldü kelimeler: “Hayat bazen plan yapmana izin vermez efendim. Babam kalp krizi geçirdiğinde son sınıftaydım. Evde iki kardeşim vardı. Biri lise, biri ortaokul. Annem zaten hastaydı. Bir anda her şey üzerime kaldı. Kredi, kira, ilaç derken okumak hayal oldu. İstanbul’a geldim. Bir iki yıl çalışır, sonra devam ederim dedim. Ama o bir iki yıl hiç bitmedi.”

Recep gözlerini kaçırdı. Sanki boğazında bir taş vardı. Bu kadının her kelimesi kendi geçmişini tokat gibi vuruyordu. Kendisi her fırsatta başarıyı anlatırken, Zeynep hayatta kalmayı öğrenmişti. “Yine de oğluma ders vermen…” Zeynep araya girdi. “Deniz çok zeki bir çocuk efendim ama daha çok eksik sevilmiş. Sayılarla ilgilenmesinin sebebi o. Çünkü sayılar değişmiyor, yalan söylemiyor. Ben de sadece ona bunu göstermek istedim.”

Recep bir adım geri çekildi. O cümle içini paramparça etmişti. Eksik sevilmiş oğlu kendi yüzünden sandalyeye oturdu. Alnını eline dayadı. Bir süre sessizlik oldu. Sonra kısık bir sesle sordu: “Sence geç mi kaldım?” Zeynep başını kaldırdı. “Bir baba için asla geç değildir. Çocuklar geciken sevgiyi bile affeder.”

Yeni Bir Yolculuk

Bu cümleyle zaman durdu sanki. Recep ilk kez bir hizmetçiden değil, bir öğretmenden değil, bir insandan nasihat alıyordu. Ve bu onu küçültmüyor, aksine büyütüyordu. “Zeynep,” dedi sonunda, “Eğer izin verirsen, Deniz’in eğitiminde senin yanında olmak istiyorum. Onunla birlikte öğrenmek, yeniden baba olmayı öğrenmek istiyorum.” Zeynep’in yüzünde şaşkın ama içten bir tebessüm belirdi. “Memnun olurum efendim. Deniz babasının yanında olursa daha hızlı ilerler.”

Recep gülümsedi. Belki de uzun zamandır ilk kez içten bir gülümsemeydi bu. “O zaman bugün akşam ilk derse ben de katılacağım.” Zeynep başını eğdi. “Peki efendim.” Ama Recep odadan çıkarken, Zeynep’in gözlerinden bir damla yaş sessizce süzüldü. Yıllar sonra ilk kez biri ona, “Yeniden başlayabiliriz,” demişti. Ve o an fark etti. Bazı yaralar merhametle iyileşir.

Zamanın Geçişi

Bir hafta geçmişti. Zeynep her akşam Deniz’le ders yapıyor, Recep ise bir köşede sessizce onları izliyordu. Başta sadece gözlemciydi ama birkaç gün sonra o da kalem alıp masaya oturmaya başlamıştı. Deniz’in yüzündeki sevinç her gün biraz daha artıyordu. Artık o evde yalnızlık yoktu. Beyaz tahta sadece bir öğrenme aracı değil, yeni bir hayatın sembolü olmuştu.

Fakat dışarıdaki dünya bu huzuru uzun süre fark etmeden bırakmadı. Bir sabah Recep ofise girdiğinde, çalışanlarının bakışlarında bir gariplik hissetti. Sekreteri elinde telefonla fısıldaşıyordu. Genel müdür yardımcısı ise hemen önüne bakıp selam vermeden uzaklaştı. Bir şeylerin döndüğü belliydi.

Öğle arasında toplantıya girdiğinde ortağı Murat lafa girdi. “Recep, sana bir şey sormam lazım. Evdeki kadın kim?” Recep kaşlarını kaldırdı. “Ne demek istiyorsun?” “Şirket grubundaki herkes konuşuyor. Hizmetçi kadınınla oğluna ders yaptığını görmüşler. Birisi videoya çekmiş, sosyal medyada yayılıyor.”

Recep’in yüzü gerildi. “Ne saçmalıyorsun Murat? Bak, ben de istemezdim ama konu büyüyor. Gazeteciler ‘Milyonerin hizmetçi öğretmeni’ başlığıyla haber yapmış. İtibar meselesi bu. Hemen o kadını işten çıkar. Konuyu kapat.” O cümle, Recep’in beyninde yankılandı. “O kadını işten çıkar.”

Ama bu kez sessiz kalmadı. Sandalyeden kalktı. Sesi sertti ama soğukkanlıydı. “Murat, o kadın oğluma ders vermiyor. O kadın oğluma hayatı öğretiyor ve ben ona minnettarım.” Odanın havası değişti. Bir anlık sessizlik. Murat şaşkınlıkla baktı. “Recep, sen delirdin mi? Bir hizmetçiyi savunuyorsun.”

İtibar ve Onur

“Yarın gazete manşetleri, ‘Aksoy Holding’in varisi hizmetçiden eğitim alıyor’ diye çıkacak.” Recep gülümsedi ama bu gülümseme artık korkudan değil, karardan doğmuştu. “O manşet çıksın. Benim için utanç değil, gurur olur.” Toplantı dağıldı ama fısıltılar büyüyerek yayıldı. Sosyal medyada, dedikodu hesaplarında hatta televizyon programlarında bile konuşulmaya başlanmıştı. “Milyonerin hizmetçisiyle özel bağ mı? Aksoy ailesinde skandal mı?”

O gece Recep eve geldiğinde Zeynep’in yüzünde tedirginlik vardı. Eline telefonunu alıp haberleri açtı. Kendisiyle ilgili haberleri görmüştü. Zeynep başını eğdi. “Efendim? İsterseniz ben gideyim. Bu kadar olay çıkacağını tahmin etmedim. Sizin adınızı lekelemek istemem.”

Recep derin bir nefes aldı. Pencereden dışarı baktı. Boğazın suları gece lambalarının altında parlıyordu. Sonra yavaşça döndü. “Zeynep, sen hiçbir şey yanlış yapmadın. Bu ülkede bir kadın zekiyse kimliğinden dolayı aşağılanmamalı. Ben susarsam oğluma ne öğretmiş olurum?”

Zeynep’in gözleri doldu ama “İnsanlar anlamıyor efendim. İnsanlar hep konuşur ama doğru olanı susturamazlar.” Deniz odasından çıktı, elinde defteriyle, “Baba, bugün Zeynep abla bana hata yapmanın neden güzel bir şey olduğunu anlattı.” Recep eğildi. Oğlunun göz hizasına indi. “O zaman oğlum, dünyadaki en güzel hatayı biz yapıyoruz. Birbirimizi anlamaya çalışıyoruz.”

Zeynep başını öne eğdi. Gözyaşlarını saklamaya çalıştı. Recep masaya geçti. Kalemini aldı. “Bugün hangi konudayız?” Deniz gülümsedi. “Geometri!” Tahtanın başında üçü birlikte durdular. Dışarıda rüzgar uğul duyuyordu ama içeride sıcak bir ışık vardı. Ve Recep o an fark etti. Gerçek güç, insanların seni alkışladığında değil, sen kimsenin alkışına ihtiyaç duymadığında başlıyordu.

Sonuç ve Yeniden Başlangıç

Ertesi sabah gazeteler yine doluydu ama bu kez manşet farklıydı. “Recep Aksoy hizmetçi değil, öğretmen.” Altında küçük bir açıklama: “Aksoy Holding Yönetim Kurulu Başkanı Recep Aksoy, oğluna ders veren çalışanına sahip çıktı.” Şirket içinde bazıları hala mırıldanıyordu ama birçoğu ilk kez ona saygıyla baktı ve o gün Recep’in kalbinde sessiz bir huzur vardı. Zeynep’le yollarının kesişmesi, sadece oğlunun değil, onun da yeniden insan olma hikayesiydi.

Günler geçmişti. Skandallar yavaş yavaş unutulmuştu. Aksoy yalısında yeniden sessizlik hüküm sürmüştü. Ama o sessizlik bu kez huzurun sessizliğiydi. Deniz her sabah erkenden uyanıyor, beyaz tahtanın başına geçmek için sabırsızlanıyordu. Zeynep artık sadece bir çalışan değil, evin bir parçası olmuştu. Recep iş toplantılarını bile erkene alıyor, akşamları derse yetişmek için çabalıyordu. Her şey nihayet yoluna girmiş gibiydi. Ta ki o geceye kadar.

Duygusal Veda

Salonun ışıkları sönmüş, dışarıda yağmur başlamıştı. Zeynep mutfakta sessizce oturuyordu. Önünde bir mektup, elleri titriyordu. Gözlerinden yaşlar sessizce süzülüyordu. Recep merdivenden indiğinde onu öyle buldu. “Zeynep, bir sorun mu var?” Kadın hemen gözyaşlarını silmeye çalıştı. “Hayır efendim, özür dilerim. Ben ama sesi boğazında düğümlendi.”

Recep yavaşça yaklaştı. Elini masanın üzerine koydu. “Bir şey olmuş belli. Söyle, ne var?” Zeynep derin bir nefes aldı. “Annem,” dedi. Sesi titriyordu. “Annem çok hasta. Köyden mektup geldi. Doktor yok, ilaç yok. Gitmem gerekiyor efendim.”

Recep bir an sustu. Cümleyi duymuştu ama kalbi kabul etmek istemedi. “Ne zaman?” “Yarın sabah ilk otobüsle.” Zeynep başını eğdi. Parmakları birbirine kenetlendi. “Biliyorum. Gitmem doğru değil. Denizin dersleri yarım kalacak ama annem, belki onu son kez göreceğim.”

Recep’in içinden bir şey koptu. Yavaşça sandalyeye oturdu. O ana kadar parayı, gücü, statüyü kontrol etmeyi bilmişti ama bir veda karşısında ne yapacağını bilmiyordu. Denizin sesini duydular. “Zeynep abla, ağlıyor musun?” Küçük çocuk merdivenlerden inmiş, pijamalarıyla kapının eşiğinde durmuştu. Zeynep hemen ayağa kalktı, gülümsedi. “Hayır canım, sadece biraz yorgunum.”

“Baba, ders yapmayacak mıyız?” “Bu akşamlık ara verelim, olur mu?” Deniz başını salladı ama yüzündeki hüzün belli oluyordu. Odadan çıkarken fısıldadı. “Bizi bırakma Zeynep abla.” Recep ayağa kalktı. Kadının gözlerinin içine baktı. “Ne gerekiyorsa yapalım. Anneni en iyi hastaneye götürelim. İstersen özel doktor gönderelim. İlaçlar, tedavi hepsini ben karşılarım.”

Zeynep hemen başını iki yana salladı. “Hayır efendim. Lütfen. Zaten bana fazlasıyla iyilik yaptınız. Ben yardım istemiyorum. Sadece gitmem gerekiyor.” Recep yaklaştı. Sesi alçaldı. “Bu yardım değil Zeynep. Bu minnettarlık. Sen oğluma benim öğretemediğim sevgiyi öğrettin. Bana babalığı, bana sabrı öğrettin. Bu yaptıkların öylece karşılıksız kalamaz.”

Zeynep’in gözyaşları bu kez durmadı. “Beni ağlatmayın efendim. Ben sadece görevimi yaptım.” “Hayır,” dedi Recep. Sesi kararlıydı. “Sen bizim kaderimizi değiştirdin.” O gece uzun uzun konuştular. Zeynep annesinin köyünden, çocukluğundan, babasının ölümünden, bir zamanlar kurduğu köy okulu hayalinden bahsetti. Recep sessizce dinledi. Bazen bir kelimeyle sarsıldı. Bazen bir cümlede gözleri doldu.

Yeni Bir Başlangıç

Sabah olduğunda hava açıktı ama içlerinde fırtına vardı. Recep Zeynep’i uğurlamak için havaalanına kadar gitti. Elinde küçük bir valiz, yüzünde yorgun ama gururlu bir ifade vardı. Deniz elinde çizdiği bir resimle koştu. “Bu sensin Zeynep abla. Bak burada ben varım. Babam var. Bir de beyaz tahta.” Zeynep diz çöktü. Resmi aldı. Çocuğu sıkıca sarıldı. “Sakın çalışmayı bırakma Deniz. Çünkü bir gün senin öğreteceklerin benimkilerden çok daha büyük olacak.”

Recep arkada yutkunarak söyledi. “Uçağa binmeden önce bir şey bilmeni istiyorum. Senin hikayeni bitirmeyeceğim. Ne gerekiyorsa annen için, köyün için, hayalin için ben yanındayım.” Zeynep gülümsedi. “Teşekkür ederim efendim. Ama ben dönmem belki.” “Dönmezsen de olur,” dedi Recep. “Gözleri dolu. Çünkü bıraktığın her şey burada yaşayacak.”

Ve Zeynep o sabah gitti. Gökyüzü mavi, boğaz parlaktı ama Recep’in içi boşalmıştı. Evin içinde yankılanan sessizlik artık bambaşka bir yalnızlıktı. Bir kez daha birini uğurlamıştı. Ama bu kez içi pişmanlık değil, minnetle doluydu. Köyün girişinde tozlu bir yol uzanıyordu. Çocuklar yalınayak koşuyor, keçiler otların arasında kayboluyordu. Zeynep valizini çekerek ilerliyordu. Annesinin evi, yokuşun sonunda sararmış duvarlarıyla onu bekliyordu.

Annesinin Kollarında

Annesi zayıflamış ama yüzündeki sevgi aynıydı. Zeynep kapıyı açar açmaz boynuna sarıldı. İkisinin de gözlerinden yaşlar süzüldü. “Kızım, geleceğini sanmamıştım,” dedi yaşlı kadın. “Ben de gelemem sanmıştım.” “Anne,” Zeynep birkaç gün boyunca köyde kaldı. Doktorlar geldi, ilaçlar verildi. Hepsi Recep’in gizlice organize ettiği yardımlardı. Ama Zeynep bunu fark ettiğinde sadece içten bir dua etti. Çünkü o adamın yaptığı hiçbir şey gösteriş için değildi.

Her sabah erkenden kalkıyor, köy okuluna gidiyordu. Orada eski defterler, kırık sıralar, tahtası bile olmayan bir sınıf vardı. Ama çocukların gözleri pırıl pırıldı. Bir sabah köyün çocuklarından biri elinde taşlarla geldi. “Zeynep abla, bunlarla sayı öğretebilir misin?” Zeynep gülümsedi. “Taşlarla değil, hayallerle öğreteceğiz.”

O anda uzaklardan bir cip yaklaştı. Köylüler şaşkınlıkla baktı. Aracın kapısı açıldı. İçinden Recep indi. Elinde dosyalar, gözlerinde kararlı bir ifade. Zeynep onu görünce şaşırdı. “Efendim, siz burada ne arıyorsunuz?” Recep yaklaştı. Etrafına baktı. Tahta kırık, duvarlar çatlamış. Ama içeride umut vardı. “Söz vermiştim,” dedi. “Senin hikayeni bitirmeyeceğim. Burayı yeniden inşa edeceğiz.”

Yeniden İnşa

Zeynep anlamadı. Recep dosyayı açtı. Belgeleri gösterdi. “Eğitim Köprüsü Vakfı, kurucu Başkan Recep Aksoy, eğitim direktörü Zeynep Kaya.” Zeynep nefesini tuttu. “Efendim, ben bunu kabul edemem. Ben sadece bir…” Recep araya girdi. “Gülümseyerek, ‘Bir hizmetçi mi?’ ‘Hayır Zeynep. Sen bu ülkenin en iyi öğretmenlerinden birisin ve bu vakıf senin fikrinle doğdu. Köy okullarına ücretsiz laboratuvarlar kuracağız. Tıpkı senin yıllar önce hayal ettiğin gibi.”

Zeynep’in gözleri doldu. Elleriyle ağzını kapattı. Bir an konuşamadı. Sonra sadece fısıldayabildi. “Gerçekten yapacak mısınız?” “Yapacağız,” dedi Recep. Sesi kararlı ve sen başında olacaksın. Köy meydanındaki çocuklar onları merakla izliyordu. Recep diz çöküp çocuklardan birine sordu. “Burada en çok neye ihtiyacınız var?” Küçük bir kız utangaçça yanıtladı. “Kalem.”

Recep o anda gülümsedi. “O zaman kalemden başlayacağız.” O gün ilk kazma vuruldu. Köyde küçük bir sınıf yeniden boyandı. Tahtalar onarıldı. Elektrik döşendi. Zeynep, gün boyu çocuklara rehberlik ederken Recep işçilere yardım ediyordu. Bazen çamura batıyor, bazen çocuklarla şakalaşıyordu.

Birlikte Öğrenmek

Akşam güneş batarken köyün üstü turuncuya büründü. Zeynep, elleri boyayla kaplı şekilde yaklaştı. “Şimdi gerçekten neye benzediğimi görseniz tanımazdınız.” Recep gülümsedi. “Ben seni ilk kez o beyaz tahtanın önünde tanıdım. O halin her halinden daha güzeldi.” Zeynep başını eğdi. Hafifçe gülümsedi. O anda köy çocukları çevrelerini sardı. “Zeynep abla, ne zaman ders yapacağız?” diye bağırıyorlardı. Zeynep onlara döndü. “Yarın sabah. Ama bu kez yalnız değilim.” Recep’e baktı. “Değil mi hocam?”

Recep kahkaha attı. Elini kalbine koydu. “Evet hocam.” O an iki insanın kader çizgisi birleşti. Biri hayallerini kaybetmişti, diğeri kalbini. Ama aynı tahtanın başında ikisi de yeniden bulmuştu.

Eğitim Köprüsü Vakfı

Bir ay sonra Eğitim Köprüsü Vakfı resmen kuruldu. Haber kanalları bu kez farklı manşetlerle çıktı. “Milyonerden anlamlı yatırım, köy okullarına teknoloji laboratuvarları.” Zeynep artık bir hizmetçi değil, bir öncüydü. Recep ise ilk kez servetini değil, insanlığını büyütüyordu. Her hafta başka bir köyde yeni bir sınıf açıldı. Her duvarda aynı cümle yazılıydı: “Bilgi paylaştıkça çoğalır, sevgi öğrettikçe yayılır.”

Bir gün Zeynep İstanbul’a döndü. Kapıdan girer girmez Deniz koşarak boynuna atladı. “Zeynep abla, artık ben de öğretmen olmak istiyorum.” Zeynep gözyaşlarını tutamadı. “O zaman ilk derse hemen başlayalım.” Recep arkada durdu. Gülümsüyordu. O an kalbinden bir ses geçti. “Belki de zenginlik sadece bir çocuğun gözlerindeki ışıktır.”

Zamanın Geçişi

Aradan yıllar geçmişti. İstanbul’un sabah ışıkları artık daha sıcak görünüyordu. Boğaz köprüsünden geçen araçların uğultusu, şehrin yeni bir güne başladığını müjdeliyordu. Recep Aksoy artık eskisi kadar hızlı yürümüyordu. Saçlarına aklar düşmüş, yüzündeki çizgiler derinleşmişti. Ama gözlerinde, yıllar önce o beyaz tahtanın önünde gördüğü ışık hala parlıyordu.

O sabah özel arabasıyla şehrin dışına doğru yola çıktı. Varış noktası belliydi. Eğitim Köprüsü Vakfının yeni açılan kampüsü. Kampüsün girişinde büyük bir tabela asılıydı: “Zeynep Kaya Bilim ve Teknoloji Merkezi.” Recep arabadan indiğinde bahçede bir kalabalık vardı. Gazeteciler, öğrenciler, öğretmenler ve ortalarında Zeynep; artık sade bir hizmetçi değil, saygı duyulan bir eğitim öncüsüydü.

Zeynep onu görünce gülümsedi. “Hoş geldiniz efendim.” Recep başını salladı. “Sen hala bana efendim diyorsun.” Zeynep güldü. “Alışkanlık işte.” Yanlarında artık genç bir delikanlı olan Deniz belirdi. Üzerinde gömlek, omzunda küçük bir sırt çantası. “Baba, bugünkü seminerimi sunmaya hazırım.” Recep gururla oğluna baktı. “Seninle gurur duyuyorum oğlum.”

Deniz kürsüye çıktı. Yüzlerce öğrenciye bakarak konuşmaya başladı. “Ben bir zamanlar matematiği sadece rakam sanırdım ama bir kadın bana, ‘Matematik hayatın dilidir,’ dedi. Ve bir adam bana, ‘Gerçek zenginlik paylaştıkça artar,’ dedi. Ben bugün bu iki insanın öğrettiği bir şeyi yapmaya geldim. Bilgiyi paylaşmaya.” Kalabalıktan alkışlar yükseldi. Recep’in gözleri doldu. Yavaşça Zeynep’e döndü. “Bak, senin beyaz tahtandaki çocuk şimdi kendi tahtasının önünde.”

Birlikte Yükselmek

Zeynep sessizce gülümsedi. Gün batarken vakıf binasının camları turuncuya boyandı. Recep avluda oturdu. Elinde eski bir defter vardı. Zeynep’in yıllar önce Deniz’e yazdığı küçük not defteri. Sayfalar sararmış ama bir cümle hala oradaydı: “Sabır artı sevgi eşittir başarı.” Recep defteri kapattı. Sessizce fısıldadı: “Hayattaki en karlı yatırım bir insana inanmakmış.”

Bir gazeteci yaklaştı. Mikrofonu uzattı. “Bay Aksoy, bugüne kadar birçok şirket kurdunuz. Büyük yatırımlar yaptınız. Ama sizce en değerlisi hangisiydi?” Recep hafifçe gülümsedi. Gözleri Zeynep ve Deniz’e kaydı. Sonra yanıtladı: “Benim en büyük yatırımım bir kadının inancına, bir çocuğun hayaline ve bir tahtanın önündeki mucizeye oldu.”

Akşam olduğunda vakfın bahçesinde çocuklar ellerinde mumlarla yürüdü. Hepsi o ilk cümlenin yazılı olduğu panonun önünde durdu: “Bilgi paylaştıkça çoğalır, sevgi öğrettikçe yayılır.” Zeynep ve Recep yan yana durdu. Rüzgar saçlarını hafifçe savurdu. Yıldızlar sessizce parladı. İkisinin de yüzünde aynı ifade vardı: Minnet.

Ve o gece İstanbul’un gökyüzünde sessiz bir dua yükseldi. “Bazı insanlar zengin doğar. Bazılarıysa kalbini zenginleştirir.” Eğer bu hikaye kalbinize dokunduysa, beğenmeyi, yorum yapmayı ve abone olmayı unutmayın. Dinlediğiniz için teşekkürler. Bir sonraki hikayede görüşmek dileğiyle.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News