MİLYONER HABERSİZCE EVE ERKEN GELDİ… VE GÖRDÜKLERİ KARŞISINDA PANİĞE KAPILDI
.
.
Köşkün Ardındaki Gerçek
Bölüm 1: Görkemin Ardındaki Gölgeler
İzmir’in sahile yakın, eski ve zengin semtlerinden birinde, göz alıcı bir köşk yükseliyordu. Dışarıdan bakıldığında her şey mükemmel görünüyordu: bakımlı bahçeler, mermer merdivenler, altın varaklı pencerelerden süzülen ışıklar… Köşkün ihtişamı, gücü ve zenginliği haykırıyordu. Bu köşkün sahibi ise 35 yaşındaki Mert Yılmaz’dı. Babasından devraldığı lojistik şirketini kısa sürede büyütmüş, Türkiye’nin saygın iş insanlarından biri haline gelmişti. Gazeteler, dergiler, televizyonlar sürekli onun başarı öyküsünü anlatıyordu.
Ama köşkün içinde, kimsenin bilmediği bir başka hayat akıyordu. Mert’in babası Salih Bey, 90’ına yaklaşmış yaşlı bir adamdı. Eskiden dimdik duran, hayat dolu bir tüccar olan Salih Bey, artık yatağa ve tekerlekli sandalyeye mahkumdu. Alzheimer hastalığı zihnini yavaş yavaş silip götürüyordu. Günleri sessizlik içinde geçiyor, bazen eski günleri anımsıyor, bazen ise cümleleri yarım kalıyordu. Mert babasına derin bir bağlılık duyuyordu, fakat işlerinin yoğunluğu nedeniyle evde olup bitenleri çoğu zaman göremiyordu.
Köşkün içinde bir başka figür daha vardı: Aylin. Mert’in ikinci eşi. Zarif, bakımlı, toplum içinde güleryüzlü bir kadın. Mert onunla birkaç yıl önce tanışmış, kısa sürede evlenmeye karar vermişti. Çevresindekiler Aylin’i övgüyle anlatıyor, “Genç yaşta dul kalmak kolay değil, iyi ki yanında böyle bir eş var” diyorlardı. Dışarıdan bakıldığında aile kusursuzdu. Salih Bey’in yanından hiç ayrılmıyor, ona bakan şefkatli bir gelin gibi görünüyordu. En azından Mert öyle sanıyordu.
Bölüm 2: Sessiz Fırtına
Ama Salih Bey Alzheimer’ın sisleri arasında gerçeği biliyordu. Zihni dağınık olsa da kalbi yanlışa sessiz kalamıyordu. Oğluna anlatmak istiyor, dudaklarından kopuk kopuk cümleler dökülüyordu. “Su, soğuk su, Mert…” Mert ise bu kelimeleri yaşlılık hezeyanı sanıyor, “Tamam baba, sen dinlen,” diyerek geçiştiriyordu. O bilmezdi ki bu kopuk cümleler aslında yardım çığlığıydı. Salih Bey’in gözlerinde biriken çaresizlik, köşkün kalın duvarlarının ardında sessiz bir fırtınaya dönüşüyordu.
Köşkün büyük salonunda kristal avizeler parlıyor, mermer zemine vuran ışık her şeyin kusursuz göründüğünü söylüyordu. Ama bu ihtişamlı tabloda eksik olan bir şey vardı: Şefkat.
Bir sabah Mert iş görüşmesi için erkenden evden ayrıldı. Arabası bahçe kapısından çıkarken Aylin pencerenin ardından el salladı, yüzüne tatlı bir gülümseme yerleştirdi. O gülümseme Mert’in kalbine güven veriyordu. Ama kapı kapanır kapanmaz o ifade silindi. Yüzünde donuk, sert bir bakış belirdi. Salih Bey tekerlekli sandalyesinde bahçedeki çiçeklere bakıyordu. Dudaklarından anlaşılmaz kelimeler döküldü. “Gü, gü, el, çiçek…” Aylin’in sabrı yoktu. Omuzlarını dikleştirip yanına yürüdü. “Yeter artık! Sürekli aynı şeyleri mırıldanıp duruyorsun. Çiçek mi kaldı hayatında? Sen bana yük oldun. Yük!”

Yaşlı adam irkildi. Kelimeleri toparlayıp oğluna şikayet etmek istedi ama dili dolandı. “Mert’e söylerim…” Aylin kahkaha attı. “O kahkaha mermer duvarlardan yankılandı. Hadi oradan! Senin şu halinle kim sana inanır? Zaten ne dediğin anlaşılmıyor. Mert bana güveniyor, sana değil.”
Salih Bey’in gözlerinden yaşlar süzüldü. Elleri titredi. Alzheimer acısını anlatmasına engel oluyordu.
Bölüm 3: Bir Maskenin Ardındaki Yüz
Öğle saatlerinde Aylin yemek tepsisini getirdi. Ama tabağı yaşlı adamın önüne koyarken yüzü asıktı. “Her gün senin için ayrı yemek hazırlatıyorum. Bir teşekkür bile etmiyorsun. Hadi ye şunu, yoksa kaldırırım.” Salih Bey kaşığı eline aldı ama titreyen elleriyle ağzına götüremedi. Kaşık yere düştü. Aylin’in sabrı taştı. “Beceriksiz! Senin yüzünden hizmetçiler bile iş bırakıyor. Ne kadar uğraşsam boş!”
O an bahçe kapısında postacı belirdi. Zili çaldı. Aylin hızla yüzüne kibar bir ifade yerleştirdi. Kapıyı açtığında tatlı bir sesle konuştu. “Buyurun. Evet, buradayım. Salih Bey’in sağlık raporları mı? Teşekkür ederim.” Postacı gittiğinde kapıyı kapattı. Salih Bey onun bu hızlı rol değişimini izledi. Kalbi daraldı. “Bunları Mert görmeli,” diye düşündü. Ama dudaklarından dökülen tek kelime şu oldu: “Mert…”
Aylin arkasını döndü. Onu duymamış gibi yaptı. Salih Bey gözlerini kapattı. İçinde suskun bir fırtına kopuyordu.
Güneş öğleye yaklaşırken köşkün bahçesi sessizlik içindeydi. Kuş sesleri, hafif bir rüzgarın hışırtısı… Dışarıdan bakıldığında huzurlu bir tablo vardı. Ama içeride huzurdan eser yoktu.
Bölüm 4: Gerçeğin İlk Çatlağı
Salih Bey pencerenin önünde oturuyordu. Gözleri dışarıya takılmış, belli belirsiz mırıldanıyordu. “Bahçe, bahçe, çıkmak…” Aylin sinirle baktı. “Sabahki kaprisleri yetmemiş gibi şimdi de bahçeye inmek istiyormuş,” dedi. Yüzünde yapmacık bir gülümseme belirdi. “Peki Salih Bey, bahçeye çıkalım madem. Hava çok güzel değil mi?” Ses tonu dışarıdan duyan için şefkatliydi ama gözlerindeki öfke bambaşkaydı.
Tekerlekli sandalyeyi itti. Yaşlı adamın kemikleri sarsılır gibi oldu. Bahçeye çıktıklarında Aylin hortumu eline aldı. Çiçekleri sulamaya başladı. Birden hortumun ucu Salih Bey’e döndü. Önce sanki yanlışlıkla olmuş gibi davrandı. “Ah, dikkat etmedim. Biraz su sıçradı üzerinize.” Ama kısa sürede niyetini gizlemedi. Hortumu bilerek çevirdi. Buz gibi su yaşlı adamın ince bedenine çarptı. Salih Bey ilkildi. Omuzları titredi. Dudakları titreyerek tek kelime çıkardı: “Yapma…”
Aylin’in yüzünde acımasız bir ifade belirdi. “Sen benim hayatımı zindan ettin. Günlerimi seninle geçirmek zorundayım. Bari biraz eğleneyim değil mi?” Su kesintisiz akıyordu. Yaşlı adam elleriyle korunmaya çalıştı ama gücü yoktu. Gömleği sırıl sıklam oldu. Teni buz gibi suyun altında daha da solgunlaştı.
Tam o sırada bahçe kapısından bir araba sesi duyuldu. Lastikler çakıl taşlarını ezdi. Salih Bey başını kaldırdı. Gözleri umutla parladı. Mert eve beklenenden erken dönmüştü. Elinde bir demet çiçek vardı. Yorgun ama mutlu bir şekilde kapıdan içeri girdi. Ancak karşısında gördüğü manzara karşısında dondu kaldı. Babasını tekerlekli sandalyesinde sırıl sıklam titrerken gördü. Yanında Aylin vardı. Elinde hortum, yüzünde öfke donmuştu.
Mert’in kalbi göğsünde çarptı. Gözleri büyüdü. Ağzı açık kaldı. Bir an için nefesi kesildi. Çiçekler elinden kayıp yere düştü. “Bu ne demek oluyor?” dedi boğuk bir sesle. Bahçedeki sessizlik fırtınadan önceki an gibiydi.
Aylin’in yüzü bir anda değişti. Öfkeli bakışlarını saklayıp tatlı bir şaşkınlığa dönüştürdü. Hortumu yere bıraktı. Gülümsemeye çalıştı. “Mert, sen erken gelmişsin. Çiçekleri sularken yanlışlıkla biraz babanın üstüne su sıçradı. Tam kurutacaktım…”
Mert’in bakışları babasına takılmıştı. Salih Bey’in gözlerinden süzülen yaşlar oğluna binlerce kelimenin söyleyemediğini söylüyordu. Titreyen elleriyle Mert’e uzandı. Mert’in boğazında kocaman bir düğüm oluştu. İçindeki fırtına kabarıyordu ama henüz patlamadı. Sadece sustu, sadece baktı. O an köşkün görkemli bahçesinde maskelerin ilk çatlağı atıldı.
Bölüm 5: Gerçeğin Peşinde
O gece Mert’in aklından sahne çıkmadı. Babasının titreyen elleri, Salih Bey’in gözlerindeki korku, Aylin’in sahte gülümsemesi… İçinde büyük bir çatışma vardı. Bir yanda yıllardır yanında olan eşi Aylin, diğer yanda hayatını borçlu olduğu babası.
Ertesi sabah Mert arabasını komşunun arazisine park etti, köşkün arka kapısından gizlice içeri girdi. Kimsenin görmediği bir köşeye çekildi. Bugün gerçeği öğrenecekti.
Koridorun loş ışıkları arasından salona yöneldi. Perdelerin arasından gizlice baktığında sahne donup kaldı. Aylin, kocasının evden çıktığını düşünüyordu. Yüzündeki bütün yapmacık şefkat silinmişti. Omuzları dikleşmiş, bakışları buz kesmişti. Salih Bey hala tekerlekli sandalyesinde oturuyordu. Kadının sesi çivi gibi sertti. “Sen hala buradasın öyle mi? Benim bütün hayatımı mahvettin. Eğer Mert her şeyi öğrenirse elimdeki her şey biter. Keşke çoktan ölmüş olsaydın.”
Mert’in boğazı düğümlendi. Babasının yüzünde korkuyla karışık bir çaresizlik vardı. Dudakları titreyerek mırıldandı. “Suç yok, ben oğlum…” Aylin öfkeyle eline geçen gazeteyi yaşlı adamın kucağına fırlattı. “Kes sesini! Senden bıktım artık.”
Mert yumruklarını sıktı. Kapıyı açıp içeri dalmak istedi ama kendini tuttu. Daha fazlasını görmeliydi. Daha büyük kanıtlara ihtiyacı vardı. Bir süre daha izledi. Aylin Salih Bey’in önündeki çiçeği yere devirdi. Sonra sesini alçaltarak kapıya bakıp emin olduktan sonra fısıldadı. “Mert’in gözünde hala iyi rolünü oynuyorsun ama ben seni çoktan bitirdim. Yakında o da bana muhtaç olacak. Bütün miras benim olacak.”
Mert’in kanı dondu. Babasına yapılan kötü muameleden öte açgözlü bir planın varlığını da ilk kez öğrenmişti.
Bölüm 6: Kameralar ve Kanıtlar
O gün işe gitmedi. Salonda, kütüphanede, odaların köşelerinde dolaştı. Küçük gizli kameralar almaya karar verdi. Artık gördüklerini kayıt altına almalıydı. Akşam olduğunda köşk sessizliğiyle ürpertici bir hava taşıyordu. Mert odasına kapanmış gibi yaptı ama aslında gün boyunca hazırladığı küçük bir planı vardı. Şirketten getirttiği minik kameraları evin farklı köşelerine yerleştirecekti.
Babasıyla konuştu, elini tuttu. “Biliyorum baba. Merak etme, her şeyi öğreneceğim. Biraz daha sabret.” Sonra odanın köşesine, dolabın üzerine küçük bir kamera yerleştirdi. Bir diğerini salonun büyük avizesinin gövdesine gizledi. Mutfağın girişine de minik bir mikrofon bıraktı. Her şey hazır olduğunda kendi odasına döndü. Bilgisayarını açtı. Ekranında evin üç farklı köşesi görünüyordu. Artık hiçbir şey ondan saklanamayacaktı.
Gece yarısına doğru sahne başladı. Aylin salona girdi. Elinde bir bardak şarap vardı. Yüzündeki maske tamamen inmişti. Aynadaki yansımasına bakarak kendi kendine mırıldandı. “Biraz daha sabredeceğim. Yakında bu köşk, bu servet hepsi benim olacak. Yaşlı bunak çok sürmez. Oğlu da avucumda.”
Mert izlerken kanı kaynıyordu, yumrukları titriyordu ama bekledi. Daha fazlasını görmesi gerekiyordu.
Bir süre sonra kadın babasının odasına girdi. Kamera her şeyi net kaydediyordu. “Yine mi uyanıksın? Hadi uyu artık yeter!” diye bağırdı Aylin. Salih Bey titreyerek başını iki yana salladı. Dudaklarından güç bela şu sözler döküldü. “Oğlum, söyleyeceğim her şeyi…” Kadının yüzü öfkeyle gerildi. “Sakın! Eğer ağzını açarsan seni mahvederim. Sana kimse inanmaz. Alzheimersın sen, unuttun mu?” diyerek kahkaha attı.
Salih Bey’in gözlerinden yaşlar süzüldü. Mert ekran karşısında ayağa fırladı. “Artık yeter,” diye fısıldadı. O an kayıttaki görüntüler yalnızca bir baba değil, aynı zamanda sessiz bir çığlık gibiydi.
Bölüm 7: Son Hamle
Artık emin olmuştu. Babasına yapılan bu işkenceyi gizleyemezdi. Ama tek hamleyle her şeyi ortaya çıkarmak yerine doğru zamanı bekleyecekti. Çünkü Aylin sadece zalim değil, aynı zamanda tehlikeliydi.
Ertesi sabah Mert, avukatı Levent’i aradı. Tüm kayıtları gönderdi. “Levent, babamın hayatı tehlikede. Kanıt toplamamız lazım. Bu kadın sandığından daha akıllı olabilir.”
O günden sonra Mert babasının yanında daha fazla zaman geçirmeye başladı. Aylin’in huzursuzluğu gözünden kaçmıyordu.
Bir gece, gizli kamera kayıtlarında Aylin’in mutfakta çorbanın içine küçük bir şişeden birkaç damla sıvı döktüğü net görünüyordu. Mert’in boğazı düğümlendi. “Tanrım, bu kadın sadece zalim değil, tehlikeli. Onu durdurmazsam babamı kaybedeceğim.”
Levent’le plan yaptılar. Evin farklı köşelerine birkaç kamera ve ses kaydedici daha yerleştirdiler. Artık her şey kayıt altındaydı.
Bölüm 8: Gerçeğin Ortaya Çıkışı
Bir sabah Aylin mutfakta yine aynı şişeyi çıkardı. Küçük damlaları hazırladığı kahvenin içine damlattı. Sonra Salih Bey’in odasına girdi. “Haydi Salih Bey, sabah kahveni içelim!” dedi. Tam bardağı babasının dudaklarına yaklaştırdığı sırada kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Mert içeri daldı. “Yeter artık Aylin!”
Kadın irkildi. Elindeki fincan yere düştü. Kahve halıya yayıldı. “Sen izliyordun öyle mi?” Mert’in sesi kararlıydı. “Her şeyi gördüm. Kameralarda, kayıtlarda. Senin kim olduğunu artık biliyorum.”
Aylin’in yüzündeki maske bir anda çöktü. Dudakları titredi, gözleri öfkeyle parladı. “O zaman oyun başlasın. Sen beni durdurabileceğini sanıyorsun ama çok yanılıyorsun.”
Mert gözünü kırpmadan ona baktı. “Her şey kayıtlarda var. Kameralar, sesler… Artık bitti, Aylin.”
Kadının sesi daha da sertleşti. “Hiçbir şey bitmedi. O kayıtların hiçbir yere ulaşmasına izin vermem. Sadece babanı değil, seni de sustururum.”
Salih Bey yatağın kenarında titreyerek oğluna bakıyordu. Dudakları güçlükle kıpırdadı. “Oğlum, dikkat et…”
Mert öne doğru bir adım attı. “Babama yaptıklarının hesabını vereceksin. Seni mahkemede rezil edeceğim. Yıllarca sakladığın o sahte gülümsemenin ardındaki yüzü herkes görecek.”
Aylin kahkaha attı. “Mahkeme mi? Sen hala saf bir çocuksun. Delil dediğin şeyleri yok etmek benim için çocuk oyuncağı. Sana söylüyorum Mert, seni de bitireceğim. Babanı koruyabileceğini mi sanıyorsun? Önce onu sustururum, sonra sıra sana gelir.”
Mert yumruklarını sıktı. “Yeter! Bir daha bu evde kimseye dokunamazsın.”
Bölüm 9: Adaletin Zaferi
O gece Mert tüm kayıtları Levent’e teslim etti. Sabahın ilk ışıklarıyla polisler köşke geldi. Aylin gözaltına alındı. Evde yapılan aramada küçük şişe bulundu. Mahkeme günü geldiğinde salon tıklım tıklım doluydu. Savcı sırayla delilleri sundu. Gizli kamera kayıtları, sesler, şişe, tanık ifadeleri, ekrana yansıyan görüntüler… Her şey apaçık ortadaydı.
Salih Bey mikrofonun önüne geldi. Nefesi kesik kesikti ama sözleri netti. “Ben hastayım. Bana kötülükler yaptı.”
Hakim kararını açıkladı: “Sanık Aylin Yılmaz kasten yaralamaya teşebbüs ve kötü muameleden suçlu bulunmuştur. Tutukluluk halinin devamına…”
Mert gözlerini kapattı. Omuzlarındaki yük bir anda hafiflemişti. Babası elini sıktı. Dudaklarından tek kelime döküldü: “Bitti.”
Aylin’in çığlıkları salonda yankılandı. Polisler onu sürüklerken gözleri hala nefretle Mert’e kilitlenmişti. Ama artık kimse ona inanmıyordu.
Bölüm 10: Yeniden Doğuş
Mahkemenin ardından köşk yavaş yavaş eski sessizliğine döndü. Ama bu kez sessizlik korkudan değil, huzurdandı. Aylin artık yoktu. Gölgeler dağılıyordu. Mert babasının yanında daha fazla vakit geçirmeye başladı. Sabahları güneş perdelerden içeri sızarken Salih Bey’e kahvaltısını hazırlıyor, ilaçlarını düzenli veriyordu.
Bir sabah Salih Bey pencerenin önünde otururken hafifçe gülümsedi. Elinde eski bir fotoğraf vardı. Eşiyle gençlik yıllarına ait. Dudaklarından tek kelime döküldü: “Güzel…”
Mert yanına oturdu. Sessizce omzuna dokundu. Babasının gözlerinde uzun zamandır kaybolmuş olan huzuru gördü. Levent sık sık uğruyor, mahkemenin sonuçlarını aktarıyordu. Basında çıkan haberler kısa sürede gündemden düşmüştü. Geriye kalan tek şey köşkün içinde yeniden kurulan güven duygusuydu.
Mert akşamları babasıyla eski anı defterlerini karıştırıyordu. Bazı sayfalarda Salih Bey kelimeleri bulamıyor, yalnızca fotoğraflara dokunup gözleri doluyordu. Mert ise o boşluğu kendi cümleleriyle dolduruyordu. Artık babasının geçmişini geleceğe bağlayan köprü kendisiydi.
Bahçede hortumdan süzülen su bu kez çiçekleri canlandırıyordu. O sahne eskiden bir işkencenin sembolüyken şimdi hayatın yeniden filizlenişini temsil ediyordu.
Bir akşam gökyüzüne baktı. Yıldızlar köşkün çatısında parıldıyordu. İçinden yalnızca bir cümle geçti: Gerçek sevgi ve vicdan olmadan hiçbir güç ayakta kalamaz.
Salih Bey sandalyesinde huzurla derin bir nefes aldı. Köşk, yıllar sonra ilk kez gerçek anlamda bir yuva olmuştu.
Son.