Milyoner Kadın Otobüste Fakir Bir Tamircinin Omzunda Uyudu — Uyandığında Şok Oldu
12 Dakika
Zeynep Hanım, Maslak’ta, Boğaz manzaralı lüks bir gökdelenin 23. katında, cam ve çelikten oluşan modern ofisinde oturuyordu. Her adımı mermer zemin üzerinde yankılanıyor, her bakışı pencereden dışarıdaki İstanbul siluetine takılıyordu. Şoförü vardı, ısıtmalı koltuklara sahip siyah Audi A’sıyla her sabah aynı saatte işe geliyordu. Torpido gözünde her zaman bekleyen bir şişe maden suyu vardı. Hayatı dışarıdan mükemmel görünüyordu; 140 metrekarelik, iç mimar tarafından tasarlanmış, boşluklarla dolu dairesi, prestijli toplantıları ve saygı duyulan bir CEO kimliği.
Ancak o gece, 4 Şubat, saat 23:40’ta her şey değişti. Yılmaz İnşaat Holding’in yönetim kurulu toplantısı tam 5 saat sürdü. 24. kattaki konferans salonunda, camların ardında Boğaz, gümüş bir çizgi gibi uzanıyordu. Masif meşe masanın etrafında, babası Kemal Yılmaz ve diğer yönetim kurulu üyeleri oturuyordu. Kemal Bey, soğuk ve sert bakışlarıyla kızına “Hazır değilsin Zeynep,” dedi. Bu cümle, Zeynep’in 10 yıldır üzerinde çalıştığı her şeyi yıkan beş kelimeydi.
Zeynep, o anı düşündükçe boğazında bir düğüm hissediyordu. Projesini, tüm analizlerini, büyüme planlarını anlatmıştı ama babasının sözleri adeta buz gibi bir duvar örmüştü önüne. “Piyasa istikrarsız, krediler pahalı, alıcılar yok,” diyordu Kemal Bey. Zeynep, “Ama analizler…” dediğinde babası onu susturmuştu. “Ben insanları görürüm. Bizimle ters giden bir şey olduğunda suçlayacaklar bizi. Hazır değilsin.”
Toplantıdan sonra koridorlarda yürürken, floresan ışıkların soğukluğu, kalbindeki boşluğu daha da büyütüyordu. Asistanı Ayşe’ye bile bakmadan geçti, asansöre bindi ve aşağı indi. Dışarısı soğuktu, -8 derece. Kar yoktu ama kaldırımlar buzla kaplıydı. Zeynep, lüks paltosuna rağmen titriyordu. Telefonunu açtı, şoförünü aradı; cevap yoktu. Mesajlar arasında bir tane vardı: “Özür dilerim, eşim hastanede, gelemiyorum.” Zeynep, yalnızlığını bir kez daha hissetti.
Metro kapanmıştı, taksi uygulaması çalışmıyordu. O an, Beyoğlu’na giden gece otobüsünü gördü. Kapıları açık, sarı ışıklar içinde sıcacık görünüyordu. Zeynep, düşünmeden otobüse bindi. İçerisi ıslak kumaş, kağıt bardaklarda kahve, ter ve yorgunluk kokuyordu. Burada, şoförü olmayan, kendi ayakları üzerinde duran insanlar vardı. Zeynep, hiç bilet almamıştı ama makine bozuktu. Yaşlı şoför ona işaret etti, “Otur.”
Pencereye yaslanıp dışarıya baktı. İstanbul’un neon ışıkları, boş sokaklar, gri apartmanlar… Gözleri kapanmaya başladı. 36 saattir uyumuyordu. O an, omzuna bir dokunuş oldu. Başını kaldırdığında, yanında oturan adamın omzuna yaslandı. Panikledi, çekildi ama adam umursamadı. Sessizce, yorgun ve sakin gözlerle ona baktı.
Adam Murat’tı. Kartal’daki bir petrol istasyonunda çalışıyordu. Ellerinde motor yağı, lastik ve metal kokusu vardı. Yanık izleri, çatlak elleri, yorgun bir yüz… Murat, kardeşinin kanser tedavisi için mücadele ediyordu. Emre, 28 yaşında lösemi hastasıydı ve pahalı ilaçlara ihtiyaçları vardı. Murat, 15 yıldır gece gündüz çalışıyor, kardeşine destek olmaya çalışıyordu.
Zeynep, Murat’ın hayatını öğrendikçe kendi dünyasındaki boşluk daha da büyüyordu. O, milyonluk işlerin, büyük projelerin içinde kaybolmuşken, Murat kardeşi için her şeyi feda ediyordu. Bir gece Murat’ın elinde kanlı bir bez gördü. Yanık olmuştu ama Murat “Önemli değil,” dedi. Zeynep, ona merhem alması gerektiğini söyledi. Murat, “Merhemler öncelik değil,” dedi hüzünle. Emre enfeksiyon kaptığı için yeni tedavi gerekiyordu ve bu tedavi ayda 8.000 liraya mal oluyordu.
Zeynep, Murat’a parasını uzattı ama Murat kabul etmedi. “Seni tanımıyorum,” dedi. Zeynep ısrar etti: “Bu senin için değil, Emre için.” Murat sonunda parayı aldı ve ağladı. O an Zeynep, gerçek anlamda yalnız olmadığını hissetti.
Geceleri otobüste buluşmaya devam ettiler. Konuşmadıkları anlarda bile birbirlerinin varlığı yetiyordu. Zeynep, Murat’ın ellerine iş eldivenleri aldı, Murat ona kahve getiriyordu. Küçük anların, sevginin en büyük jestler olduğunu öğrendiler.
Aylar sonra Emre tedaviye cevap verdi. Murat ve Zeynep, hastanede Emre’nin yanında oturuyorlardı. Küçük Emre, “Sen Zeynep misin?” diye sordu. “Evet,” dedi Zeynep, “Murat senin hakkında çok konuşuyor.” Emre gülümsedi: “Sen bir meleksin.” Zeynep ise, “Ben sadece çok yalnız bir kadındım,” dedi.
Zeynep, işini bırakmadı ama artık iki dünyada yaşıyordu. Gündüzleri CEO, geceleri otobüsteki kadın. Ve bu ona yetiyordu. Çünkü aşk, mükemmel uyum değil, 12 dakikalık gerçeklikti. Bir yıl sonra Emre remisyondan çıktı, Murat hala petrol istasyonunda çalışıyordu ama artık umut vardı.
Zeynep ve Murat, her gece N32 hattı otobüsünde buluşmaya devam etti. Bazen konuşup bazen sessizce, omuz omuza. Ve Zeynep, yıllardır ilk kez yalnız olmadığını hissetti