MOSSAD TUSAŞ Yöneticisini Tuzağa Düşürdü — MİT Sahte Belgeyle Operasyonu Bitirdi

MOSSAD TUSAŞ Yöneticisini Tuzağa Düşürdü — MİT Sahte Belgeyle Operasyonu Bitirdi

.
.

 Bir İhanetin Hikayesi

Ankara Kahraman Kazan’daki TUSAŞ kampüsü, Türkiye’nin gökyüzündeki gelecek hayalinin somutlaştığı yerdi. Yüksek duvarların ardında katmanlı koruma sistemleri bulunuyordu. Kimlik doğrulama noktaları, çok aşamalı güvenlik kapıları, retina tarayıcıları ve sürekli dönen kameralarla çevriliydi. Her sabah bu kontrol noktalarından geçen binlerce mühendis için tüm bu önlemler sıradan bir rutine dönüşmüştü. Ama her kimlik okutulduğunda aslında bir ülkenin bağımsızlığı korunuyordu.

Kampüsün derinlerinde iklim kontrollü dev bir hangarda Kaan savaş uçağının ilk prototipi duruyordu. Karbon fiber gövdesi altındaki geçici güç ünitesi hala test aşamasındaydı ama hedef belliydi: tamamen yerli bir motor. Her vida, her panel yılların emeğini taşıyordu. Ancak o salı sabahı genel müdür yardımcısı Mehmet Koç’un ofisinde işler hiç de parlak değildi. Kasasının üzerinde üç farklı bankadan gelen son ödeme uyarıları duruyordu. Telefonuna her sabah yeni bildirimler düşüyordu: “Kredi kartı borcunuz 487.000 liraya ulaştı. Yasal işlem başlatılabilir.” Bir diğeri ise şöyle diyordu: “Ödeme yapılmazsa durumunuz şirket yönetimine bildirilecektir.”

Mehmet 48 yaşındaydı. 15 yıldır TUSAŞ’ta kusursuz bir sicille çalışıyor, program koordinasyon biriminde görev yapıyordu. Proje özetlerine, tedarikçi verilerine ve üst seviye raporlara erişimi vardı ama gizli sistem verilerine doğrudan erişimi yoktu. Her yıl güvenlik soruşturmasından geçer, dosyası tertip kalırdı. Ama kimse bilmiyordu ki son 3 yıldır sessiz bir çöküşün içindeydi. İlk başta online poker siteleri, sonra Kıbrıs’taki kaçak platformlar, en sonunda İstanbul’un yeraltı kumarhaneleri, artık 2.850.000 liralık bir borç batağındaydı. Titreyen eller, kilo kaybı, uykusuzluk ve sık sık işten erken ayrılışlar çevresindekilerin dikkatini çekiyordu. Ama hiçbiri gerçek nedeni bilmiyordu.

O akşam Ankara Çayolundaki modern bir iş merkezinin lobisinde oturuyordu. Karşısına zarif giyimli, orta yaşlı bir yabancı geldi. Adı Adrian Kessler’di. İsviçreli bir yatırım danışmanı. Tanışmayı eski bir üniversite arkadaşı ayarlamıştı ve arkadaşı her şeyden habersizdi. Sadece küçük bir danışmanlık fırsatı olduğunu sanıyordu. Adrian kibar, sakin ve güven veren biriydi. Havacılık ve savunma sektörüne yatırım yapan BFO’nun temsilcisi olduğunu söyledi. Sadece sektör hakkında genel bilgi almak istediğini belirtti. Soruları basitti: Türkiye’nin havacılık ekosistemi, tedarik zinciri ve Kaan projesinin genel ilerleyişi

Mehmet rahatladı. Bunların çoğu zaten kamuoyuna açık bilgilerdi. Toplantı sonunda Adrian masanın altından küçük bir zarf uzattı. İçinde 35.000 lira vardı. Nazikçe konuştu. “Bu sadece küçük bir danışmanlık ücreti. Haftaya birkaç sorum daha olacak.” Mehmet zarfı alırken kalbi hızla çarpıyordu. Bu para borcunun küçük bir kısmıydı ama birkaç hafta nefes almasına yetecekti. Eve dönerken vicdanı rahatsızdı ama kendini ikna etti. Sadece genel bilgiler, kimseye zarar yok. Fakat bilmediği bir şey vardı: Adrian Kessler gerçek bir kimlik değildi. Gerçek adı EAN Şahardı. Mossad’ın Cesarya biriminde görevli bir saha ajanıydı. Gizli insan kaynakları geliştirme ve psikolojik yönlendirme konusunda uzmandı.

Türkiye’de 3 yıldır benzer profilde hedeflerle temas kuruyor, yavaş yavaş bir ağ örüyordu. Tela Aviv’de açılan yeni dosyada hedef açıkça belirtilmişti: Mehmet Koç, TUSAŞ üst yönetimi. Satırlarda şu değerlendirme yer alıyordu: “Mali zafiyet kritik, işe alınma potansiyeli yüksek.” Aynı günlerde Ankara’daki MİT teknik izleme merkezinde bir ekran yanıp sönüyordu. TUSAŞ güvenlik birimi, Mehmet’in harcama alışkanlıklarında olağan dışı bir artış fark etmişti. Bankalar masak üzerinden şüpheli işlem bildirimi göndermişti. Bu veriler Güvenlik Müdürlüğü tarafından MİT’e iletildi ve siber izleme süreci başlatıldı.

Henüz kimse farkında değildi ama Türkiye’nin en kritik savunma projelerinden birinin içinde sessiz bir casusluk oyunu başlamıştı. Şimdi gelelim hikayenin detaylarına. İlk buluşmadan bir hafta sonra Adrian yeniden aradı. Bu kez Ankara Çukurambar’daki bir otel lobisinde buluşmayı teklif etti. Otel kalabalıktı ama dikkat çekmeyecek kadar sıradandı. Mehmet tereddüt etti. Yine de gitti. Artık geri adım atamayacağını hissediyordu. Adrian her zamanki gibi sakin ve ölçülüydü. Hiçbir acelesi yokmuş gibi konuşuyor, Mehmet’in tedirginliğini yatıştırıyordu.

Soruları bu defa daha odaklıydı. Kaan projesinin zaman çizelgesi nasıl ilerliyordu? Hangi alt sistemler test aşamasındaydı? Tedarikçi firmalarla koordinasyon nasıl yürüyordu? Mehmet bir an duraksadı. Bu bilgiler tam teknik belgeler değildi. Üst düzey koordinasyon toplantılarında kullanılan genel sunumlar ve konsept slaytlarıydı. Yine de hassas kategorideydi ama yine de yanıtladı. Adrian başını salladı, kısa notlar aldı. Toplantı sonunda küçük bir zarf uzattı. İçinde 100.000 lira vardı. Bu defa açıklaması netti. “Bu hafta verdiğin bilgiler çok değerliydi.” Mehmet zarfı alırken kalbi sıkıştı. Borç tahsildarlarının tehditleri hala zihninde yankılanıyordu.

Bir hafta daha diye düşündü. Sonra bitiririm ama o bir hafta hiç bitmedi. Her salı yeni bir buluşma, yeni bir zarf, yeni bir suç. Adrian’ın soruları her defasında biraz daha derinleşiyordu. 3. hafta radar sistemlerini hangi firmaların ürettiğini sordu. 4. hafta test uçuşlarının lokasyonlarını ve güvenlik protokollerini. 5. hafta yazılım entegrasyon planlarını ve modül geçişlerini. Artık her görüşmede Mehmet ofisteki ekranlardan özet bilgileri gizlice not ediyor, bazen belgeleri evine götürüp telefonuyla fotoğraflıyordu. Evde bu fotoğrafları düzenliyor, geçici bulut klasörlerine yüklüyor, Adrian’a şifreli bağlantılar gönderiyordu. Paralar büyüyordu: 150.000, 200.000, 250.000 ama Mehmet’in borcu azalmadı. Kumar alışkanlığı hala devam ediyordu. Aldığı paraların çoğu borçlara ve faizlere gidiyor, geri kalanını kayboluyordu.

Kurtulmak isterken bataklık onu daha da çekiyordu. Bazen ödemeler nakit değildi. Adrian sahte danışmanlık faturaları düzenliyor, Mehmet’in hesabına havacılık sektörü danışmanlık ücreti açıklamasıyla transfer yapıyordu. Bazen de kripto cüzdanlar kullanılıyordu. Bir defasında Ankara’daki bir parkta ölü nokta buluşması yapıldı. Adrian zarfı çöp kutusuna bıraktı. Mehmet 10 dakika sonra aldı. 8. haftada Adrian’ın talebi değişti. Bu kez daha somut ve tehlikeli bir şey istedi: Kaan’ın tedarik zincirindeki zayıflıklar, kritik alt bileşenleri sağlayan firmaların isimleri, tek tedarikçi olan parçalar, tedarikçi kontakları ve lojistik aksaklık bilgileri. Bu bilgi doğrudan tedarik zincirine müdahale etmeyi, parça tedarikini geciktirmeyi veya alternatif tedarikçiler üzerinden baskı kurmayı mümkün kılabilirdi.

Mehmet’in elleri terledi. Bunlar doğrudan hassas bilgiler diyebildi. Sadece Adrian soğukkanlıydı. “Bu son görüşmemiz olacak,” dedi. “300.000 lira kriptoyla iz bırakmayacağız.” Mehmet uzun süre sustu. Kendi kendine defalarca söz verdiği bu son cümlesi artık hiçbir anlam taşımıyordu. O gece eve dönerken ter içindeydi. Artık geri dönülmez bir noktadaydı ama bilmediği bir şey vardı. TUSAŞ güvenlik sistemi onun terminalinde olağan dışı veri erişimleri tespit etmişti. Veri kaybı önleme sistemi, ekran görüntüsü yakalamalarını, dosya açma sürelerini ve kopyalama girişimlerini kaydetmişti. A trafiğinde fark edilen yüksek şifreleme yoğunluğu MİT’in siber izleme birimi tarafından analiz ediliyordu. Fiziksel takipler de başlamıştı. Mehmet’in her salı farklı yerlerde biriyle buluştuğu görüntülendi. Adrian’ın fotoğrafları çekildi. Otel kayıtları incelendi. Araç plakaları tespit edildi. MİT’in yüz tanıma sistemi kısa sürede sahte kimliği çözdü. Adrian Kessler diye biri yoktu. Gerçek adı EAN Şahardı. Mossad’ın Sezaria biriminden saha ajanı. 3 yıldır Türkiye’deydi ve başka hedeflerle de temas kurduğu belirlendi. Operasyonun kod adı verildi: Sahte Gölge. İkinci perde başlamıştı.

    Salı akşamı Ankara’daki küçük bir kafede Mehmet tek başına oturuyordu. Elinde gizli bir kalem kamera vardı. İçinde son görüşmede çektiği tedarik zinciri belgelerinin, tedarikçi firma listelerinin ve lojistik akış şemalarının fotoğrafları bulunuyordu. Ama o bilmiyordu ki iki gün önce TUSAŞ güvenlik birimi ona sahte bir sunum vermişti. Belgelerdeki tedarikçi isimleri, adresler ve üretim kapasiteleri MİT tarafından özel olarak hazırlanmıştı. Hepsi yanlış bilgilerle doldurulmuş, iz sürülebilir tuzak verilerdi.

Adrian geldi. Her zamanki gibi sakin ve ölçülüydü. Hiçbir acelesi yokmuş gibiydi. Masaya oturdu, kalemi aldı, fotoğraflara göz attı. Başını onaylarcasına salladı ve kripto transferini gerçekleştirdiğini söyledi. “Bu son görüşmemiz olacak,” dedi. Mehmet derin bir nefes aldı. Rahatlama ve korku arasında sıkışmış bir sessizlik kapladı içini. Ama kafeden sadece birkaç metre ötede üç araç park halinde bekliyordu. İçlerinde MİT’in özel operasyon ekipleri sessizce pozisyon almıştı. Adrian dışarı çıktı. Arabasına doğru yürüdü. Anahtarı eline aldığı anda iki sivil görevli yaklaştı. Kimliklerini gösterip sessiz kalmasını işaret ettiler. EAN Şahar o an her şeyi anladı. Kaçmadı; profesyoneldi. Soğukkanlılıkla ellerini kaldırdı ve kelepçelendi.

Aynı gece MİT’in Ankara’daki teknik izleme merkezinde sorgu başladı. EAN ilk iki gün tek kelime etmedi ama 3. gün deliller masaya konduğunda sessizliği bozuldu. 8 haftalık buluşmaların fotoğrafları, para transferleri, kripto cüzdan kayıtları, park güvenlik görüntüleri ve sahte pasaportlar hepsi önünde sıralanmıştı. Artık saklayacak bir şey kalmamıştı. Adını söyledi: EAN Şahar. Mossad’ın Sezarya biriminde görevli saha ajanıydı. 3 yıldır Türkiye’deydi. Görevi açıktı: Mali zafiyeti olan personele yaklaşmak, savunma sanayi ağındaki tedarik zinciri ve alt bileşen akışlarını çözmek, elde ettiği bilgileri Tel Aviv’e aktarmak.

MİT sorgu ekibi dikkatle dinledi. EAN, Mehmet dışında iki hedef daha olduğunu itiraf etti. Biri Aselsan, diğeri Roketsan çalışanıydı. Henüz bilgi paylaşımı başlamamıştı ama finansal temas kurulmuştu. Aynı gece iki operasyon daha düzenlendi. Ekipler belirlenen adreslere sessizce girdi. Biri suçunu itiraf etti, diğeri reddetti ama deliller yeterliydi. A çözülüyordu.

Mehmet’in sorgusu daha zordu. Gözyaşları içinde anlattı. 8 hafta boyunca toplam 14 belge seti aktarmış, karşılığında 850.000 lira almıştı. Borcu 2.850.000 liraydı. Aldığı paranın çoğu tefecilere ve bankalara gitmiş, geri kalanını kumarda kaybetmişti. Borç yükü azalmıyor; sadece alacaklılar değişiyordu. MİT analiz ekibi EAN’dan alınan verileri ve Mehmet’in ifadelerini karşılaştırdı. İyi haber şuydu: Son buluşmada verilen belgeler tamamen sahteydi. MİT tarafından hazırlanmıştı. Kötü haber ise önceki yedi buluşmada paylaşılan dokümanların çoğu gerçekti ve Tel Aviv’e ulaşmıştı.

TUSAŞ, MİT ve Savunma Sanayi Başkanlığı ortak kriz masası kurdu. İlk 48 saat içinde kapsamlı analiz yapıldı. Tedarik zinciri listeleri güncellendi. Test uçuş takvimleri değiştirildi. Radar yazılımlarına acil güvenlik yamaları yüklendi. Kritik firmalarla yeni güvenlik protokolleri imzalandı. Veri kaybının etkisi sınırlandırıldı.

ETA’nın Orandaki kiralık dairesinde yapılan aramada geniş çaplı istihbarat ekipmanları bulundu. Şifreli modemler, gizli kameralar, sahte pasaportlar, para kasaları ve bir dizüstü bilgisayar. Bilgisayarda Mehmet’ten alınan fotoğraflar, diğer hedeflerin isimleri ve Tel Aviv’le yapılan şifreli yazışmalar ele geçirildi. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte dosya ağırlaştı ama hala kapanmamıştı. Artık mesele sadece bir ajanının yakalanması değil, sistemdeki zafiyetlerin onarılmasıydı.

O gece MİT karargahında nöbet tutan bir analist ekranına bakarken sessizce mırıldandı. “Bir zafiyet giderildi ama kaç tane daha var?” Cümle odada yankılanmadı ama herkes aynı şeyi düşünüyordu. İstihbarat savaşı bitmemişti. Sadece yeni bir perde açılıyordu. Ankara Adliyesi 4 ay sonra. Mehmet Koç’un davası başladı. Suçlamalar ağırdı: Casusluk, devlet sırlarını ifşa etme ve güvenlik protokolünü ihlal. Savcılık ağırlaştırılmış müebbete hapis cezası talep etti. Mahkeme salonu sessizdi. Basın dışarıda bekliyordu. İçeride sadece birkaç gözlemci vardı: TUSAŞ temsilcileri, güvenlik görevlileri ve Mehmet’in avukatı. Salonda yalnızca nefes sesleri duyuluyordu.

Avukat savunmasına başladı. Mehmet’in mali baskı altında manipüle edildiğini, kumar bağımlılığının bir hastalık olduğunu ve yabancı istihbaratın bu zaafı acımasızca kullandığını söyledi. “Bu bir ihanetten çok, sistemin gözden kaçırdığı bir çöküştür,” dedi. Pişmanlık, işbirliği, itiraf hepsini dile getirdi. Savcı ayağa kalktı. Sesi sertti, cümleleri keskin. “Bu ülkenin 10 yıllık emeğini, milyarlarca liralık yatırımını tehlikeye attı. Binlerce mühendisin terini, gecesini, emeğini sattı. Bu manipülasyon değil, bilinçli ihanettir.” Mehmet son sözü aldı. Gözleri kan çanağı gibiydi. Sesi titriyordu. “Ben ihanet etmek istemedim,” dedi. “Borçlar büyüdü, çıkamadım. Her seferinde son kez dedim ama bitmedi. Keşke zaman geri dönse, her şeyi kaybettim.”

Salonda kısa bir sessizlik oldu. Hakim dosyayı kapattı. 6 ay sonra karar açıklandı: 18 yıl hapis. Tam işbirliği nedeniyle ceza 14 yıla indirildi. Mehmet başını eğdi, kelepçeler takıldı, dışarı çıkarıldı. Hayatı o an bitti. EAN Şahar’ın kaderi farklıydı. Yakalanmasından 3 ay sonra Türk ve İsrail diplomatik kanalları devreye girdi. Henüz yargılanmamıştı. Kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerde iki Türk istihbarat personelinin serbest bırakılması karşılığında sessiz bir takas planlandı. EAN sabaha karşı Esenboğa’dan çıkarıldı. Askeri bir uçakla İsviçre aktarmalı olarak Tel Aviv’e döndü. Ama dönüşü bir zafer değil, sondur. Mossad onu görevden aldı. Operasyon başarısız sayıldı. Ağ ifşa olmuştu. Yıllarca kurulan yapı çökmüştü. Tel Aviv’in istihbarat çevrelerinde artık adı “yanlış ajan” olarak anılıyordu. Bir daha hiçbir saha görevine çıkamayacaktı.

TUSAŞ’ta köklü değişiklikler yapıldı. Güvenlik protokolleri sıfırdan düzenlendi. Artık üst düzey personelin mali durumu periyodik olarak denetleniyordu. Masa ile doğrudan koordinasyon hattı kuruldu. Şüpheli işlem tespit edilirse sistem otomatik uyarı veriyordu. Her yönetici yılda bir kez yaşam tarzı analizi ve mali stres testinden geçiyordu. Kumar, borç, ani harcama artışı kırmızı bayrak olarak işaretleniyordu. Çalışanlara ücretsiz psikolojik destek ve mali danışmanlık programı başlatıldı. Mehmet’in verdiği belgelerin tamamı NATO ile paylaşıldı. Güvenlik altyapısı yeniden yapılandırıldı. Mehmet’in ofisi boşaltıldı. Masasında sadece bir fotoğraf çerçevesi, eski bir kalem ve yıllık hizmet plaketi kaldı. Adı artık koridorlarda sessiz bir uyarıydı. Sistemin unutmaması gereken bir ders.

MİT arşivlerinde dosya kapatıldı. Kayıtlara şöyle geçti: Operasyonun kod adı “Sahte Gölge” olarak kaydedildi. Hedef mali zafiyet gösteren bir TUSAŞ yöneticisiydi. Uygulanan yöntem bağımlılık üzerinden gerçekleştirilen sistematik manipülasyondu. Operasyon 8 hafta sürdü. Elde edilen sonuç bir yabancı ajan yakalandı ve iki yerli hedef tespit edildi. Raporun tavsiyesi açıktı: Mali ve psikolojik denetimlerin kalıcı hale getirilmesi.

O gece MİT kıdemli analisti Cem, EAN Şahar’ın dosyasını kapatırken uzun süre düşündü. Masanın üzerindeki dosyaların hepsi benzer hikayelerdi: İhanet, korku, zafiyet. Ama bu dosyada fark vardı. Bu yalnızca bir ihanet değil, bir uyarıydı. Cem dosyayı dolaba koyarken içinden geçirdi: “İhanet ideolojiyle başlamaz. Bir zaafla başlar. Bir borç, bir alışkanlık, bir çaresizlik. Bir kişi sadece bir bilgi satar, sonra bir tane daha ve sonunda bir ülkenin geleceği masaya konur.”

Işığı kapattı. Yeni dosyalar gelmeye devam edecekti. Çünkü istihbarat savaşı asla bitmezdi. Bu hikaye, bir ülkenin savunma sanayisine sızmaya çalışan yabancı bir istihbaratın bir insanın zayıf noktasını nasıl silaha çevirdiğini gösteriyor. Mehmet kötü bir insan değildi. Başarılıydı, çalışkandı, inançlıydı ama kumar bağımlılığı onun iradesini yavaşça kemirdi ve yabancı istihbarat o çöküş anını bekliyordu. Bu tür olaylar yalnızca filmlerde yaşanmıyor. Gerçek dünyada her gün istihbarat örgütleri rakip ülkelerin savunma altyapılarına sızmak için mali sıkıntı yaşayan, psikolojik baskı altındaki ya da bağımlılıkla mücadele eden kişileri hedef alıyor. Amaçları sadece bilgi çalmak değil, sistemin zayıf halkasını bulmak.

Türkiye’nin savunma sanayi her geçen yıl daha güçlü hale geliyor. Kaan, Aselsan, Roketsan, TUSAŞ. Bu kurumlar yalnızca teknoloji üretmiyor, bir ülkenin bağımsızlığını koruyor ve bu yüzden gölgelerde her zaman birileri izliyor. Unutma, bir ülkenin güvenliği sadece sınırlarla değil, karakterle korunur. Zaafların başladığı yerde istihbarat savaşları başlar. Bir insanın sessiz çöküşü bir devletin en zayıf anına dönüşebilir. Bu hikaye, gerçek istihbarat dünyasının karanlık yüzünden yalnızca bir kesit. Gölgelerde olanlar her zaman bu kadar görünür değildir. Bu tür gerçek olaylara dayanan hikayeleri takip etmek istersen abone ol ve bildirimleri aç. Çünkü burada sessizlikte yaşananları anlatıyoruz ve bazı gerçekler sadece sessizlikte duyulur. Var olsun MİT. Var olsun TUSAŞ ve tüm savunma sanayi çalışanları. Var olsun Türkiye Cumhuriyeti. Dinlediğin için teşekkür ederim. Yeni hikayelerde görüşmek üzere.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News