Türk İş Adamı Afrika’da Kaçırıldı — MİT ve Bordo Bereliler 3 Ülkede İz Sürdü

Türk İş Adamı Afrika’da Kaçırıldı — MİT ve Bordo Bereliler 3 Ülkede İz Sürdü

.

Kayıp ve Kurtuluş

Nijer’in başkenti Niamey’de büyük bir inşaat çalışması vardı ve Türk şirketi 400 km uzunluğunda bir yol yapıyordu. 50 milyon dolarlık bu büyük işin yöneticisi Mehmet Kaydı’ydı. 48 yaşında deneyimli bir inşaat mühendisi olarak Türk şirketinin Nijer temsilciliğini yürütüyordu. Mayıs ayının 15. günü sabah saat 7’de otelinden çıktığında şantiyeye gitmek üzere sürücüsünü bekliyordu. Ancak her zamanki siyah araba gelmedi. Onun yerine beyaz bir kamyonet durdu ve içinden üç silahlı adam inerek Mehmet’i zorla araca bindirdi. 10 saniye içinde her şey olmuştu ve araç uzaklaştı. Mehmet kayboldu.

Otel güvenliği hemen polisi aradı ve Nijer polisi harekete geçti. Ama çok geçmişti. Çünkü kamyonet şehir dışına olağanüstü bir hızla çıkmış ve iz kaybolmuştu. Aynı gün haber Türkiye’ye ulaştı. Önce Dışişleri Bakanlığı, ardından MİT bilgilendirildi ve bir Türk vatandaşının Afrika’nın tehlikeli bölgelerinden birinde kaçırıldığı anlaşıldı. MİT Başkan Yardımcısı Eren derhal devreye girdi. 52 yaşındaki bu 30 yıllık istihbarat görevlisi yurt dışı operasyonlarında uzmandı ve yüzlerce kurtarma operasyonunu başarıyla yönetmişti.

Ankara’da kriz masası kuruldu. Bir takım oluşturuldu ve çözümleme başladı. Kim kaçırdı? Neden kaçırdı? Nereye götürdü? Para mı istenecek yoksa siyasi bir amaç mı var? Sorularına cevap arandı. İlk sonuçlar hiç iyi değildi. Çünkü kaçıranlar, Afrika’nın en tehlikeli örgütlerinden Boko Haram olarak belirlendi. Bu örgüt Nijer, Mali ve Burkina Faso’da binlerce insanı kaçırmış, fidye almış ve bazen de kurbanlarını öldürmüştü. Mehmet’in ailesi Türkiye’de korku içindeydi. Eşi, iki çocuğu, annesi ve babası tamamen yıkılmıştı. Hükümet söz verdi. Mehmet her ne pahasına olursa olsun kurtarılacaktı. MİT sahada olacaktı ve bordo bereliler göreve çıkacaktı. Ama büyük bir sorun vardı. Mehmet nerede? Hangi ülkedeydi? Kaç kişi tarafından tutuluyordu ve en önemlisi nasıl kurtarılacaktı?

Böylece 15 günlük bir kovalamaca başladı. Üç ülke boyunca yüzlerce kilometre izlendi. Tehlikeli bölgeler geçildi ama bir şey kesindi. MİT asla vazgeçmeyecekti.

Peki o 15 gün içinde neler oldu? Mehmet nereye götürüldü ve MİT onu nasıl buldu? İşte o günlerin hikayesi. Kaçırılmanın ilk saati son derece önemliydi. Çünkü otel güvenlik kamerası her şeyi kaydetmişti. Beyaz plakasız bir kamyonet ve içinden inen üç silahlı adam her şeyin planlı olduğu çok açıktı. Nijer polisi hemen uyarı verdi. Yol kontrolleri kuruldu ancak araç bulunamadı. Çünkü kaçıranlar şehir dışına olağanüstü bir hızla çıkmayı başarmışlardı.

MİT Türkiye’den yönetimi devraldı. Ankara’da bir kriz masası kuruldu. 20 kişilik bu ekipte istihbarat çözümleyicileri, bölge uzmanları ve operasyon planlamacıları vardı. İlk soru basitti. Kim kaçırdı? Cevap hızlı geldi. Yerel istihbarat kaynaklarına göre olayın arkasında Boko Haram vardı. Bu klasik bir fidye kaçırmasıydı. Çünkü Mehmet zengin bir Türk iş adamıydı ve örgüt para alabileceklerini düşünüyordu.

İkinci soru çok daha zordu. Nereye götürüldü? Cevap bu kez kolay gelmedi. Çünkü Boko Haram’ın Nijer, Mali ve Burkina Faso’da onlarca kampı vardı ve bu örgüt sınırları dilediği gibi geçiyordu. Kimse onları durduramıyordu. Kaçırılalı 3 gün olmuştu ama hala fidye isteği gelmemişti. Bu kötü bir işaretti. Boko Haram bazen fidye talebini geciktirirdi. Çünkü önce kurbanın yerini değiştirir, izini tamamen kaybettirirdi.

MİT Amerikan istihbaratından uydu görüntüleri istedi. Niamey’den çıkan tüm yollar tarandı. 6 saat sonra şehrin kuzeyinde 40 km ötede bir iz bulundu. Beyaz bir araç mali sınırına doğru gidiyordu. Nijer polisine haber verildi ama açık emir şuydu. İzleyin ancak saldırmayın. Çünkü Mehmet büyük tehlike altındaydı ve en ufak bir çatışma onu öldürebilirdi. Ancak Nijer polisi yavaş kaldı. Bürokratik işlemler, yetersiz araçlar ve zayıf eğitim her şeyi geciktiriyordu.

MİT artık farklı bir yol seçmek zorundaydı. Operasyonun planlamasını kendileri yapacak ama sahadaki görevi Türk bordo berelileri üstlenecekti. Çünkü onlar deneyimliydi, eğitimliydi ve hızlı hareket edebilen tek güçtü. İki gün içinde 5 kişilik bir tim hazırlandı. Komutan 38 yaşındaydı ve 16 yıllık bordo bereli tecrübesiyle Afrika’da daha önce Somali’de görev yapmıştı. Diğer dört asker de seçkin komandolardı. Özel eğitim almış, yabancı dil bilen ve hayatta kalma konusunda uzman kişilerdi.

Ekipmanlar hafif tutuldu. Çünkü bu operasyon gizliydi. Resmi değildi. Konum cihazları, uydu telefonları, hafif silahlar ve sivil giysiler hazırlandı. Amaç yerli halktan biri gibi görünmekti. 3. gün tim Nijer’e uçtu. Başkent Niamey’ye indi ve Türk Büyükelçiliğinde ilk toplantısını yaptı. Durum en ince ayrıntısına kadar anlatıldı. Harita açıldı ve mali sınırındaki Mopti bölgesi işaretlendi. Burası tehlikeli bir alandı. Boko Haram’ın kontrolündeydi.

Tim planı belirledi. Önce Mopti’ye gideceklerdi ama bunu resmi olarak değil gizlice yapacaklardı. Yerel halktan biri gibi davranarak hareket edeceklerdi. 4. gün Niamey’den ayrıldılar. Dikkat çekmemek için yerel plakalı iki araç kiraladılar. Sınıra doğru ilerlerken son derece temkinliydiler. Çünkü bölge dağınıktı, devlet otoritesi zayıftı ve her köşede silahlı gruplar, örgüt üyeleri ve haydutlar vardı. 5 saatlik zorlu bir yolculuğun ardından mali sınırına ulaştılar. Resmi geçiş noktası yoktu. Yerel rehberlerin yardımıyla sınır hattındaki kaçak geçiş rotalarından birini kullandılar. Zaten o bölgede herkes böyle geçiyordu.

Mopti’ye ulaştıklarında şehir hem büyük hem de tehlikeliydi. Çünkü yarı yarıya Boko Haram denetimindeydi. Tim küçük bir konuk evine yerleşti. Yerel tüccarlara benzeyerek ticaret için gelmiş gibi davrandılar. Ardından Ankara’yla temasa geçtiler. Uydu telefonu üzerinden güvenli hatla bilgi aktarıldı. Yeni istihbarat gelmişti. Mehmet Mopti’den geçmişti ama orada kalmamıştı. Doğuya Burkina Faso sınırına doğru götürülmüştü. Bu da onun sürekli yer değiştirdiğini gösteriyordu. Demek ki bir kamptan diğerine taşınıyordu. Bu durum onu bulmayı çok daha zorlaştırıyordu.

5 gün tim Mopti yerel kaynaklarla görüştü. Bilgi toplamaya başladı. Bir isim öne çıktı. Yerel bir tüccar. Boko Haram’la bağlantılıydı ve para karşılığında bilgi satıyordu. Görüşme ayarlandı. Tim tüccar gibi davranarak pazarlığa girdi. Para verildi, bilgi alındı. Tüccar söyledi. Türk adam buradan iki gün önce geçti. Doğuya, Gao şehrine, oradan da Burkina Faso’ya götürüldü. Bilgi kesin görünüyordu. Tim hemen toplandı, karar alındı. Yeni hedef Gao olacaktı ama herkes biliyordu. Gao Mopti’den daha tehlikeliydi. Daha uzak ve daha dağınıktı. İz sürmeye devam edeceklerdi.

    gün takım Mopti’den ayrıldı ve Gao’ya doğru 300 kilometrelik zorlu bir rota izlemeye başladı. Yollar kötüydü ve bölge tehlikelerle doluydu. Yol boyunca resmi olmayan denetim noktaları vardı ve silahlı gruplar geçiş ücreti istiyordu. Para verildi ve tartışılmadı. Çünkü dikkat çekmek istemiyorlardı ve yerli tüccar kimliğiyle davranmaya devam ettiler. 8 saatlik yorucu bir yolculuğun ardından çöl şehri Gao’ya ulaştılar. Burası sıcak, kurak ve fakir bir yerdi. Ekip başka bir konuk evine yerleşti. Dinlendi ve ertesi gün için araştırma planları yapıldı.
    gün pazar yerine inip bilgi toplamaya başladılar. Bir çay ocağında oturan yaşlı bir adam vardı. Bölgeyi çok iyi bilen biriydi. Onunla arkadaş oldular, çay içtiler ve sohbet ettiler. İş için orada olduklarını ve kaçırılmalar hakkında bilgi almak istediklerini söylediler. Çünkü önce kendilerini garantiye almak zorundaydılar. Adam başını salladı ve bölgeyi kan gölüne çeviren çok sayıda kaçırılma olduğunu söyledi. Boko Haram’ın para için insan aldığı, kimseyi ayrı tutmadığı anlatıldı. Kampların yerleri sorulduğunda adam etrafa baktı. Sessizce güneyi işaret etti ve Burkina Faso sınırında üç kamp olduğunu söyledi. Birinde olma ihtimali yüksekti. Teşekkür ettiler, para verdiler. Çünkü bu tür bilgiler burada hayati değer taşıyordu.

Takım hemen toplandı ve karar verildi. Güneye Burkina Faso sınırına gidilecek ve üç kamp tek denetlenecekti. Ama tehlike artıyordu. Çünkü bu kamplar Boko Haram’ın kalbindeydi. Yakalanırlarsa sonuç ölüm olabilirdi. 8 gün Gao’dan ayrıldılar ve güneye doğru sınıra yöneldiler. Yollar daha da kötüleşti. Asfalt yoktu. Sadece toprak ve taş vardı ve araçlar her an zorlanıyordu. İki saat sonra ilk kampa vardılar ve uzaktan dürbünle gözlediler. Çadırlar, nöbetçiler ve silahlı adamlar görünüyordu ama Mehmet’in izine rastlanmadı. 9. gün ikinci kamp denetlendi. Burası daha büyüktü. Daha fazla adam vardı ama yine bir iz bulunamadı. Endişe büyüdü. Belki alınan bilgi yanlış çıkmıştı ya da Mehmet çoktan başka bir yere götürülmüştü.

Ankara’ya durum raporu iletildi. İlerleme yoktu. İki kamp boş çıkmıştı ve üçüncüsü denetlenecekti. O sırada Ankara’dan yeni uydu görüntüleri geldi. 3. kampta hareketlilik tespit edilmişti. Yeni bir araç gelmiş olabilirdi ve belki Mehmet oradaydı. Umut yeniden alevlendi ve takım güçlendi. Çünkü 3. kamp son şanstı. 10. gün 3 kampa yaklaştılar. Kamp daha izoleydi ve ağaçlık bir alanda gizlenmişti. 3 kilometre öteden uzun menzilli termal kamera ve küçük bir insansız hava aracı ile dikkatle gözlem yapıldı. Fotoğraflar çekildi. Kamp büyüktü. 10 çadır, 20 silahlı adam, düzenli park edilmiş araçlar ve dikkat çekici cephane düzeni vardı. Profesyonel bir yapı izlenimi veriyordu. Dikkatle bakıldı ve bir çadırın önünde beyaz tenli bir adam görüldü. Fotoğraf derhal Ankara’ya gönderildi ve yüz tanıma çözümlemesi istendi. İki saat sonra cevap geldi. %95 eşleşme vardı. Evet buydu. Mehmet bulunmuştu.

Takımda sevinç ve derin bir rahatlama karıştı. Çünkü 10 gün sonra üç ülkeyi geçtikten ve yüzlerce kilometre yol aldıktan sonra nihayet hedefe ulaşılmıştı. Ama asıl zorluk şimdi başlıyordu. Nasıl kurtarılacaktı? Kampta 20 silahlı adam vardı ve karşılarında sadece 5 kişilik bir ekip bulunuyordu. Bu dengenin tersine çevrilmesi neredeyse imkansızdı. Plan yapıldı ve gece baskını kararlaştırıldı. Mehmet’in çadırı hedef olarak belirlendi. Oraya sessizce gidilecek, kişi alınacak ve planlı rotayla kaçılacaktı. Tehlike yüksekti çünkü tek bir ses ya da yanlış adım her şeyi bitirebilirdi.

    gün hazırlıklar başladı. Silahlar tek denetlendi. Konum noktaları kaydedildi ve kaçış rotası dikkatle çizildi. Gece yarısı harekete geçilecekti ve o gece ay yoktu. Karanlık şartlar ise operasyonun lehineydi. Ankara’dan son onay geldi. Dikkatli olun, Mehmet’i kurtarın ama kendi güvenliğinizi de sağlayın. Söz verildi. Herkes geri dönecekti. 11 gündür neredeyse hiç uyumamışlardı. Sadece operasyon saatlerinde kısa dinlenmeler yapmışlardı. Saat 23’te kampa doğru sessizce karanlığın içinde hayalet gibi hareket ettiler. Kurtarma işlemi başlamıştı.

Saat 23.30’da kampa 30 metre mesafede son denetimler yapıldı. Silahlar susturucularla hazırlandı. Telsizler sessiz moda alındı. Gece görüş gözlükleri takıldı. Son talimat verildi. Sessiz ilerleme, çadıra varış, kurtarma ve geri çekilme. Çatışma sadece son çare olacaktı ama her şey hazırdı. Beş adam karanlığa karıştı. Gece görüş gözlükleri sayesinde yeşil bir dünyada her şey açık ve net görülüyordu. 1 kilometre kala kampın ışıkları belirdi. Ateşler, jeneratör sesi ve nöbetçi fenerleri.

Adımlar yavaşladı. Daha dikkatli ilerlediler. Hiç ses çıkarılmadı. Dallar eğilmeden, taşlara bile basılmadan hareket ediliyordu. 500 metre kala kampın kenarına varıldı. Nöbetçiler göründü. Ateşin yanında kalaşnikovlarıyla uyanık iki adam. İşaret verildi. İki adam sağdan, iki adam soldan ilerledi. Komutan ortadan girdi. 20 dakikalık sessiz kuşatmadan sonra herkes yerini aldı. Hedef belliydi. Çadır kampın ortasındaydı. Diğerlerinden daha küçük ama ayrı bir noktadaydı. Ancak önünde silahlı bir nöbetçi vardı ve uyanmamıştı. Beklediler. Adamın ne zaman hareket edeceğini izlediler. 10 dakika sonra nöbetçi ayağa kalktı, gerindi ve çevrede dolaşmaya başladı. Fırsat doğmuştu. Nöbetçi çadırından 15 metre uzaktaydı. Komutan ileriye atıldı. Hiç ses çıkarmadan hızla yaklaştı. Kapıyı açtı ve içeri girdi. Mehmet orada yatıyordu. Eller bağlı, ağzı bantlıydı. Uyuyordu ve bitkindi. Komutan elini omzuna koydu. Mehmet uyandı. Şaşkınlıkla baktı. Parmak dudağa kondu. Sessiz ol. İşareti verildi. Bakışlar biz Türk askeriyiz. Kurtarmaya geldik diyordu. Mehmet’in gözleri doldu. 11 gündür korku ve çaresizlik içindeydi ve şimdi birden umut belirmişti. Bağları kesildi, ayağa kaldırıldı.

Komutan gözleriyle, “Yürüyebilir misin?” diye sordu. Mehmet zayıftı ama başını salladı. Çadırdan çıktılar. Dışarısı hala sessizdi. Nöbetçi uzaktaydı. Diğerleri uyuyordu. Tim etrafında toplandı. Mehmet ortada korunuyordu. Geri çekilme başladı. 10 metre, 20 metre, 30 metre derken birden bir ses yükseldi. Bağrış ve silah şarj sesi. Nöbetçi fark etmişti. Çadır boştu ve rehine kaybolmuştu. Alarm verildi, kamp karıştı, adamlar uyandı, fenerler yakıldı. Komutanın tek emri vardı. Koşun. Koşu başladı. Mehmet ortada iki asker koltuklarından tutarak sürüklüyordu. Arkadan silah sesleri geliyordu. Boko Haram militanları karanlığa rastgele ateş açıyordu ama hiçbiri hedefi göremiyordu. Tim yön değiştirerek ağaçların arasından, kayaların arkasından ilerledi. Gece görüş avantajı onlardaydı. Düşman kör bir panik halindeydi.

500 metre kaçtılar. 1 kilometre daha ilerlediler. Silah sesleri azaldı. Takip eden yoktu. 2 kilometre ötede gizlenmiş araç göründü. Mehmet bindirildi. Ardından tim aracına atladı. Motor çalıştı ve araç ışık yakmadan konum cihazı ile karanlıkta hızla uzaklaştı. Uydu bağlantısı zayıftı ama kısa bir mesaj geçildi. Paket alındı. Sağlıklı dönüyoruz. Ankara’da derin bir nefes alındı. Cevap geldi. Dikkatli olun, hala tehlikedeler.

Sınıra doğru gece boyunca ilerlediler. Yollar tehlikeliydi ama hiç durmadılar. Sabah olduğunda mali sınırı aşıp Nijer’e girdiler. Artık daha güvendeydiler. Mehmet ağlıyordu. Özgürdü. Kurtulmuştu. Türk askerleri onu bulmuştu ve eve dönecekti. Su verildi, yemek verildi, battaniye örtüldü. Dinlen artık güvendesin denildi. Öğleden sonra Niamey’e varıldı. Türk büyükelçiliğinde sağlık denetiminden geçti. İyiydi. Sadece yorgundu. Akşam askeri uçakla özel sefer düzenlendi. Gece Ankara’ya inildi. Havalimanında karşılandı ve ailesine teslim edildi. Eşi, çocukları, annesi, babası oradaydı. Hepsi ağlıyordu. Hepsi sarılmıştı. Operasyon başarıyla tamamlanmıştı.

Bir hafta sonra Dışişleri Bakanlığı kısa bir açıklama yaptı. Türk vatandaşının Afrika’da kurtarıldığı, MİT operasyonunun ve bordo berelilerin başarılı sonuç elde ettiği duyuruldu. Ayrıntılar verilmedi çünkü operasyon gizliydi. Hangi ülkede yapıldığı, nasıl gerçekleştirildiği ve kimlerin katıldığı açıklanmadı. Ama mesaj çok açıktı. Türkiye vatandaşını her yerde korur. Afrika’da bile olsa kurtarma gelir. Mehmet hastanede kontrol edildi. Hem fiziksel hem ruhsal destek aldı. Yaşadığı travma derindi ama zamanla iyileşecekti. Çünkü zaman her şeyi onarıyordu. Ailesiyle uzun uzun konuştu. Kaçırılmayı, karanlığı, korkuyu ve Türk askerlerinin gelişini anlattı. Kurtuluş anını yeniden doğmuş gibi hissettiğini hepsini tek tek paylaştı.

İki hafta sonra İstanbul’daki evine döndü. Normal hayatına dönmeye çalıştı ama hiçbir şey artık normal değildi. Çünkü ölümden dönmüştü. Şirketi ona 6 ay izin verdi. “Dinlen, iyileş,” dediler. Afrika’ya geri dönmeyecekti. Orayı, yaşadıklarını, o karanlık günleri unutmak istiyordu. Bu sırada kurtarma takımı ödüllendirildi ama sessizce yapıldı. Çünkü bordo bereliler tanınmak istemezdi. Onlar için önemli olan görevdi. Görünmek değil. Komutan terfi etti. Binbaşı oldu ama alçak gönüllüydü. “Bu bir ekip işiydi,” dedi. “Beş kişi birlikte yaptık.” Diğer dört asker de takdir aldı ve kayıtlarına şu not düşüldü. “Başarılı operasyon, bir hayat kurtarıldı.”

MİT memnundu. Operasyon planlama, uygulama ve sonuç açısından kusursuz yürütülmüştü. Ama her başarı gibi bu operasyon da bir ders niteliğindeydi. Toplantı yapıldı, değerlendirme başlatıldı. “Neyi doğru yaptık, neyi daha iyi yapabiliriz?” diye soruldu. Cevaplar netti. İstihbarat mükemmeldi. Yerel kaynaklarla kurulan temas, sabır ve gece operasyonu çok başarılıydı. Geliştirilecek konular ise belliydi. İletişim, araç desteği, yerel dil bilgisi ve sağlık altyapısı. Tüm notlar kaydedildi. Çünkü bir sonraki operasyon mutlaka olacaktı ve o gün geldiğinde yine hazır olacaklardı.

Türk vatandaşları dünyanın dört bir yanındaydı. İş için, eğitim için, yardım için gitmişlerdi ama bazen tehlikede onları buluyordu. Kaçırılıyor, tehdit ediliyorlardı. Fakat MİT her zaman hazırdı. Kurtarma timleri ve bordo bereliler nerede olursa olsun harekete geçmeye hazırdı. Bir ay sonra Mehmet en iyi T binasına gitti. Teşekkür etmek istiyordu. Kısa bir görüşme yapıldı. Ardından beş askere isimsiz ama içten bir mektup yazdı. Mektup sadece beş satırdı ama her kelime ağırdı. “İsimlerinizi bilmiyorum ama asla unutmayacağım. Hayatımı kurtardınız. Allah hepinizden razı olsun.” Mektup tima ulaştırıldı. Okudular. Hiçbiri konuşmadı ama hepsi derin bir sıcaklık hissetti. Çünkü bir hayat kurtarılmış, bir aile yeniden birleştirilmişti.

O gün Mehmet MİT binasından ayrıldı. Hayatına döndü ama asla unutmayacaktı. O 11 günü, o karanlığı, o korkuyu ve o kurtuluş anını hiçbir zaman unutmayacaktı. Bordo bereliler görünmezdi. İsimsizdi ama her yerdeydiler. Türk vatandaşını sessizce, alçak gönüllü ama kararlılıkla koruyorlardı. Mehmet o akşam evinde ailesiyle sofraya oturdu. Basit bir akşam yemeğiydi. Ama o masa artık bambaşka bir anlam taşıyordu. Çünkü o masa etrafında olmayabilirdi. Eğer o beş adam, o beş kahraman gelmeseydi. Afrika’da üç ülke, 11 gün ve yüzlerce kilometrelik bir mücadele sonunda Mehmet bulundu, kurtarıldı ve evine döndü. Bu Türkiye’nin gücüydü. Vatandaşını asla bırakmamak. Nerede olursa olsun, ne kadar zor olursa olsun.

Ve o gün dünyaya sessiz ama çok net bir mesaj verilmişti. Türk vatandaşına dokunma. Çünkü Türk devleti gelir ve kurtarır. Bu hikaye bize çok önemli bir şeyi hatırlatıyor. Devlet vatandaşı için vardır ve Türk vatandaşı dünyanın neresinde olursa olsun Türkiye onu korur. Mehmet Afrika’nın derinliklerinde kaybolmuştu ama asla vazgeçilmedi. MİT harekete geçti. Bordo bereliler gönderildi. Üç ülke arandı. 11 gün boyunca iş sürüldü ve sonunda Mehmet ailesine kavuştu. Çünkü Türk devleti sözünü tutar. Her vatandaş değerlidir ve her hayat önemlidir.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News