Yemek Servisi Yapan Kadınla Dalga Geçtiler — Ta Ki Özel Kuvvetler Eğitimini Gösterene Kadar!

Yemek Servisi Yapan Kadınla Dalga Geçtiler — Ta Ki Özel Kuvvetler Eğitimini Gösterene Kadar!

.
.

Bir sabah Ankara Çankaya’da güneş, gökdelenlerin cam cephelerine çarpıp binanın derin bodrumuna kadar iniyordu. Personel kantininin kapısını açar açmaz yükselen sıcak hava dalgası; tencerelerden gelen yemek kokuları, kahve makinesinin tıkırtılarıyla harmanlanmıştı. 45 yaşındaki Zeynep Aksoy, beyaz önlüğünün cebine doldurduğu kağıt peçeteler, poşetler ve boş tabaklarla masalar arasında süzülüyordu. Her sabah saat yedide başladığı işi, sekiz yıldır aynı disiplinle yürütüyordu. Kimse bilmezdi ki o sakin bakışların, mütevazı gülümsemenin ardında on yıl özel kuvvetlerde ter dökmüş, defalarca sınanmış bir asker yatıyordu.

O gün kantini dolduran yüzlerce beyaz yakalı çalışanın arasında üç genç adam özellikle göze çarpıyordu. Yazılım firmasının toplantısına geç kalan Murat, servisten uzun süre yemek almak için yavaş hareket eden Zeynep Hanım’a sabırsızlanıyor; meslektaşları 28 yaşındaki Serkan ile 25 yaşındaki Burak da alaycı bakışlarla aralarında şakalaşıyordu. Öğle yemeği saati yaklaşmış, kuyruk uzamıştı. Murat tepsisini aldıktan sonra arkaya dönüp ekibini göstererek, “Bu kadın hâlâ ağır tabaklar taşıyor, yazık değil mi gençliğine?” diye fısıldadı. Serkan, “Okusaydı belki bizim işlere de girebilirdi,” diye ekledi. Burak ise, “Bizim bilgisayar programlarıyla uğraşmak varken bu kadın neden hâlâ kantin çalışıyor?” deyince kahkahalar yükseldi.

Ürünlerini gençlerin küçümsemesine aldırmadan, Zeynep Hanım işini titizlikle sürdürdü. Kimsenin duymadığı kalp atışları arttı; göğsünde eski savaş anıları canlandı. On yıldır kullanmadığı kas hafızası, refleksleri kıpırdandı. Askeri kural bir: “Beklenmedik fiziksel temas her zaman tehdittir.” Murat, Burak ve Serkan üçü birden davranışlarını kimselerin görmeyeceği zayıf bir noktaymış gibi sanıyorlardı. Tabakları masaya bırakan Zeynep Hanım, derin bir nefes aldı, omuzlarını düzeltip, yavaşça doğruldu.

Küçük bir kıvılcım gibi beliren saklı güç, tenine sinmişti. Üç genç adam, nasıl bir tepki beklediklerini bilemeden birbirlerine baktı. Murat, daha da ileri giderek omzundan ittiği Zeynep’in dengesini bozdu. O anda kadın içgüdüsel olarak yaptıkları hareketi savunma sinyali olarak algıladı. Ay ışığı gibi keskin bir odaklanmayla Serkan’ın elinden tepsiyi ve tabakları tahrip edici olmayan bir hamleyle çekti. Ardından anında pivot yaptı; Burak’ın bileğini nazik ama etkili bir kilitleme tekniğiyle sabitledi. Üçü de şoktaydı, yerde diz çökmüş, elleri uyuşmuş bir halde kalakaldılar.

YouTube

Kantin aniden sessizliğe gömüldü. Çalışanlar bakışlarını masalardan kaldırıp odaya döndü. Güvenlik kamerasının uzaktan baktığı ekranda, ortasında sivil giysiler içindeki yaşlı bir kadının; etrafında genç adamları etkisizleştirdiği sahne oynanıyordu. Murat, zor bela nefes alarak, “N-na-na nasıl…?” diye kekeledi. Zeynep Hanım sakin ama güçlü bir ses tonuyla, “10 yıl özel kuvvetlerde görev yaptım. Adım Astsubay Zeynep Aksoy,” dedi. “Kendime ve tavaf ettiğim yeminime sadığım. Kimseye zarar vermek istemedim, ama saldırıyı görmezden gelemezdim.”

O anda kantine dayanarak gelen güvenlik görevlileri, şaşkınlıkla gördüklerini değerlendirmeye çalıştı. Bir müdür yardımcısı, yıllardır askerliğini yapmış, emekliliği yakın bir subay, tanıdı Zeynep’in sesindeki tonlamayı. “Zeynep Aksoy mu?” diye sordu. Kadın hafifçe eğilerek başını salladı. “Evet efendim.” Müdür yardımcısı gülümsedi; gururla, “Seni yürekten selamlıyorum.” dedi. Ortam bir anda değişti; küçümseme havayı terk etmiş, yerini saygı ve merak doldurmuştu.

Günler içinde iş merkezi yönetimine ulaşan haberle başlayan değişim, bir rüzgâr gibi eserken, üç genç adamın durumu disiplin soruşturmasıyla netleşti. Murat, Serkan ve Burak, yaşadıkları utanca rağmen Zeynep Hanım’dan özür dileyip ders çıkarmaya hazırlandılar. Kantinde biriken çalışan kalabalığı, ona saygı ve hayranlıkla yaklaşmaya başladı. Bir mühendis gizliden sordu: “Gerçekten özel kuvvetlerde miydiniz?” Zeynep Hanım’ın gözleri doldu: “On yıl vatanımı korudum. Şimdi de insanlarn içindeki cesareti, birlikte çalışma ruhunu koruyorum.” dedi.

Bir süre sonra üç genç adam bile davranışlarında köklü bir değişim yaşadı. Artık sadece kendi uzmanlık alanlarına takılmıyor; farklı mesleklerdeki insanları anlamaya, saygı göstermeye gayret ediyorlardı. Zeynep Hanım’ın masalarında sohbet eden bir grup mühendis, disiplin, hedef belirleme ve stres yönetimi konularında ondan tavsiye alıyordu. Kantin, yalnız yemek alınan bir yer olmaktan çıkmış, değer öğrenilen bir buluşma mekanı haline gelmişti.

Yerel medya, “Kantin Kadınından Askerî Disiplin Dersleri” başlıklı bir haberle durumu gündeme taşıdı. Röportaj teklifleri yağdı. Fakat Zeynep Hanım, kameraların önüne çıkmak yerine, insanlara doğrudan dokunmayı tercih etti. “Ben sadece işimi yapmak istiyorum,” dedi. Yönetim, onun engin deneyiminden yararlanmak amacıyla çalışanlara dönük aylık seminerler düzenlemesini önerdi. Seminer salonunda sivil kıyafetli bir subay görünümünde konuştuğunda, binlerce kişi ekran başında onu izledi: “Gerçek liderlik, güç gösterisi değildir. Takımınızı güçlü kılmaktır. Cesaret, kalplerimizde var olanı keşfetmektir.”

Kadın çalışanlar, ona rol model olarak baktı. “Zeynep Hanım, bize kadın olarak nelerin mümkün olduğunu gösterdiniz,” diye itiraf ettiler. O da bu yeni rolü bir başarı öyküsü olarak benimsedi: “Güç, dışarıdan gelmez. İçinizdeki inançla beslenir.” dedi. İş merkezi bir sosyal sorumluluk projesi başlattı; gaziler ve asker aileleri için danışmanlık, iş bulma programları düzenlendi. Zeynep bu projelerde aktif rol aldı. “Bizim görevimiz savaşta değil, barışta da sürüyor,” derken gözleri parlıyordu.

Kantin çalışanı artık “komutanım” diye hitap edilen bir kadındı. Murat, Serkan ve Burak ona seminerleri organize etmek, gençlere rehberlik etmek için gönüllü oldu. Bir gün yazılım departmanından gelen bir stajyer, elinde laptop’la içeri girip, “Gerçek bir kahraman mısınız?” diye sordu. Zeynep gülümsedi: “Kahraman olmak için süper güç gerekmez. Sadece doğru olanı yapmaya devam etmek yeterlidir,” dedi. O gün kantinde, hayatlarında ilk kez onlar da bu sözün anlamını çözdüler.

Yıllar geçti; Zeynep için emeklilik kapıda olsa da, “Burada mutluyum. İnsanlara dokunabiliyorum; bu benim için en büyük ödül,” diyerek başka bir görev önerisini geri çevirdi. Yönetim ona “Kıdemli Danışman” unvanı verdi. Böylece yemek servisi sayılırken aynı zamanda çalışanlara liderlik eğitimi veriyordu. Her yeni katılan personel, ilk günlerinde mutlaka tanıştırılıyordu ona. Kantin artık yemek yenen değil, ilham alınan bir mekân olmuştu.

Bir sabah masasında gözlerindeki hafif yorgunluğu saklayarak sandalyesine yaslandı; eski özel kuvvet fotoğraflarını hatırladı: Rütbeler, madalyalar, dostlarının anıları. Artık bir sonraki nesle aktardığı deneyimlerin gururunu yaşıyordu. Yanında duran üç eski genç adam, yani Murat, Serkan ve Burak, yeni stajyerlerle sohbet ederken ona gülümsüyordu. O gülümseme, hem bir komutasal disiplinin hem de insanlığa dönük şefkatin yansımasıydı.

Kentin iş merkezindeki küçük kantin, artık onun adını fazlasıyla hak ediyordu. Zeynep Hanım, sabahları kapıdan içeri adımını attığında, yüzlerdeki tebessümlerde kendini görüyordu. Geçmişin gururu, bugünün saygısıyla iç içe geçiyordu. Üç genç adamın küçümseyici sözleri bir zamanlar kabahatken, şimdi ondan öğrendikleri saygı dolu bir hikâyesi olmuştu.

O gün yine tepsisini eline aldı; masalar arasında süzülürken bir çalışan arkasından seslendi: “Komutanım, öğleden sonra seminerde görüşmek üzere!” Zeynep başını çevirip gülümsedi. “Elbette,” dedi. Eşyaları bıraktıktan sonra silah arkadaşlığına dair anılarını değil, “takım ruhu” ve “empati” kavramlarını paylaşacaktı. Çünkü gerçek zafer, kalplerde kazanılan saygı ve güvenin öyküsüdür. Ve bu zafer, asla tek bir tabanca kadar gürültülü değildir; sessiz bir nezaket, azimli bir irade ve yüreğe sıkı sıkıya tutunmuş bir onurla zaferi göğsünde taşır.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News