Cevapsız Soruların Arasında

Cevapsız Soruların Arasında

Her şey birdenbire başladı. Göz açıp kapayıncaya kadar, Phoenix Güvenlik Güçleri’nin en sağlam dedektifi Sarah Martinez, şimdi hastane yatağında ölümle pençeleşiyordu. O sabah, hastanenin en yoğun koridorunda, yirmi beyaz önlüklü doktor bir yatağın etrafında toplanmış, her biri başını iki yana sallıyor, “Böyle bir şey görmedik,” diye mırıldanıyordu. Sarah’nın çevresinde makineler aralıksız ötüyor, monitörler beyin dalgalarını, kalp ritmini, hayatın en ince çizgisini gösteriyordu. Ama kimse, nedenini bilmiyordu.

İroni çok büyüktü. Yıllarca herkesin cevap için döndüğü kadın, şimdi hastanenin en büyük sorusuydu. Olay, sabaha karşı 3:47’de başlamıştı. Sarah’nın ortağı Rodriguez, devriye arabasının yanında onu yerde bulmuştu. Ne silah yarası, ne de belirgin bir darbe izi vardı. Sarah, sanki içten içe parçalanıyordu. Nöbetler, düzensiz kalp atışları, vücudu birer birer kapanıyor, doktorlar ailesine hiçbir şey anlatamıyordu.

Phoenix Genel Hastanesi işi ciddiye aldı. Duvarlarda isimleri altın harflerle yazılı olan her uzman çağrıldı: nörologlar, toksikologlar, enfeksiyon hastalıkları uzmanları… Her test yapıldı, her grafik incelendi. Sonuçlar ya normaldi, ya da tamamen anlamsız. Bir grup dahi doktorun çaresizliğini izlemek, havada görünmez bir panik yaratıyordu.

Polis departmanı kendi soruşturmasını başlattı. Sarah’nın altı ayda dokunduğu her dosya tekrar açıldı. Kaptan Rita Vasquez, kimsenin karşısına çıkmaya cesaret edemeyeceği bir patrondu. Ama o bile yüzlerce dosyanın sonunda bir ipucu bulamamıştı. Ne tehdit vardı, ne intikam peşindeki biri. Sadece ödüller, başarılar ve Sarah’nın adı.

Ama evrenin başka bir planı vardı. Aynı hastanenin üç kat üstünde, soğuk ve umutsuzluk kokan cezaevi koğuşunda Marcus Thompson yatıyordu. Marcus, eski bir sağlık görevlisiydi; hayatı bir yanlış adımda kaymış, şimdi silahlı soygundan yatıyordu. Ama hâlâ bir sağlıkçı gibi düşünüyordu. On yıl boyunca o kadar çok yaralıyı iyileştirmişti ki, birinin gözündeki korkudan ya da bir hemşirenin sesindeki tedirginlikten hemen bir şeylerin ters gittiğini anlardı.

O sabah, Marcus’un rutin kontrolünü yapan hemşire Patricia, gözlerinde bir endişeyle geldi. Marcus hemen anladı: “Zor bir hafta mı?” Patricia biraz gevşedi ve istemeden Sarah’dan bahsetti. “Kurtaramadığımız bir polis var,” dedi, belirtileri sıraladı. Marcus sessizce dinledi. “Çevresel faktörlere baktınız mı?” diye sordu. Patricia başını salladı, “Her şeyi test ettik,” dedi.

O gece Marcus, koğuşundaki dar yatağa uzanıp tavana baktı. İçini kemiren bir his vardı. Herkesin gözünden kaçan bir şey vardı, bundan emindi. Ertesi sabah Sarah’nın durumu daha da kötüleşti; beyin aktivitesi düşüyor, doktorlar “yaşam sonu bakım”dan söz ediyordu. Bir sağlıkçı için bu cümle, ölümün soğuk nefesi gibiydi.

Marcus, risk almaya karar verdi. Cezaevi doktoru Morrison’la görüşmek istediğini söyledi. Morrison, Marcus’un zekasını biliyordu, ama “Yirmi uzmanın çözemediği şeyi bir mahkum mu çözecek?” diye düşündü. Marcus, iki kez benzer vakalar gördüğünü anlattı: Yavaş yavaş zehirlenen insanlar, kimsenin anlamadığı bir şekilde ölüme sürüklenmişti. “Bence bu hidrojen sülfür zehirlenmesi,” dedi. “Ama bariz bir kaynak yok.” Morrison kuşkuyla baktı. “Kan testleri bunu göstermez miydi?” Marcus acı bir gülümsemeyle, “Eğer maruziyet yavaş, kronik ve testler gecikmişse, gaz hızla kaybolur ama hasar kalır,” dedi. “Ya devriye arabasıysa? Egzoz sızıntısı, koltuğun altından sızıyor. Dönüştürücü bozuksa, içerisi düşük dozda gaz odasına döner.”

Morrison’ın kafasında çarklar dönmeye başladı. Polisler saatlerini o araçlarda geçiriyordu. Camlar kapalı, klima açık… Egzoz sızarsa, içerisi ölümcül olurdu. Hemen toksikolojiye haber verdi: “Enzim bozukluklarına bakın, sadece gaz değil.” Dr. Park yorgundu ama dinledi. Birkaç saat sonra, ilk gerçek ipucu bulundu.

Aynı anda, polis Sarah’nın arabasını hastaneye getirtti. Mekanikçiler tek bakışta durumu anladı: Egzoz manifoldu çatlamış, katalitik dönüştürücü mahvolmuş, sızıntı doğrudan havalandırmaya gidiyordu. Sarah, günlerdir zehirleniyordu. Şimdi her şey anlaşılmıştı.

Doktorlar, neyle savaştıklarını bilince bütün güçleriyle saldırdılar. Yüksek akışlı oksijen, antioksidanlar, her türlü tedavi… Değişim yavaş oldu ama geldi. On iki saat içinde Sarah’nın beyin aktivitesi arttı, kalbi düzene girdi. Tamamen iyileşmemişti, ama artık bir umut vardı.

Kaptan Vasquez, tüm araç filosunun denetlenmesini emretti. On yedi devriye arabasında egzoz sorunu vardı; üçü ölümcül olabilirdi. Departman protokolü bir gecede değişti: Aylık kontroller, güvenlik eğitimleri, yeni kurallar… Bazen insanların ciddiye alması için ölümle burun buruna gelmek gerekir.

Marcus, yukarıda haberleri izledi. Kurtardığı polisin adı hiç anılmadı, ama o, içten içe gurur duydu. Hapiste kahraman olmak tehlikeliydi; bu tür şeyleri kendine saklamak gerekirdi.

Sarah günler sonra gözlerini açtı. Hâlâ zayıftı ama hayattaydı. İlk hatırladığı şey, iş stresine bağladığı o bitmeyen yorgunluktu. Doktorlar ona her şeyi anlattı: Arabanın onu yavaşça öldürdüğünü ve kimsenin anlamadığını… Sarah, anlatılanları sessizce dinledi. Gözlerinde eski ateş yeniden parladı. O, hiçbir şeyin yıkamayacağı bir kadındı.

İyileşme süreci yavaş ve sancılıydı. Fizik tedavi, hafıza egzersizleri, sıkıcı ve acı dolu günler… Ortağı Rodriguez sık sık uğradı, şakalar yaptı, ekibin ondan haber beklediğini söyledi. Hemşireler ve terapistler ona “Mucize Vaka” adını taktı. Her ilerlemesinde hastanede bir sevinç dalgası yayıldı.

Fakat bu hikâyenin kimsenin konuşmadığı bir kısmı vardı: Marcus. Dr. Morrison, kimsenin çözemediği vakaları gizlice ona danışmaya başladı. İnşaat işçileri, hemşireler, hatta diğer mahkumlar… Marcus, dosyaları okudu, doğru soruları sordu, bağlantıları kurdu. Sessizce hayatlar kurtarıldı, dışarıda herkes bunun “ekip çalışması” olduğunu sandı.

Altı hafta sonra, Sarah kendi başına hastaneden yürüyerek çıktı. Ailesi ağlıyor, hemşireler alkışlıyor, başhekim bizzat onu kapıya kadar uğurluyordu. Sarah, binaya son kez bakarken gözleri üst katlara kaydı. Hayatını borçlu olduğu adamı asla tanımayacaktı.

Bazen evren, en beklenmedik yerden bir can simidi atar. Bir polis neredeyse ölüyordu, bir mahkum onu kurtardı. Bir departman, kimsenin öngörmediği bir kaza yüzünden sonsuza dek değişti. Hastane protokolleri, bir mahkumun ısrarı sayesinde yeniden yazıldı.

Marcus, hücresine döndü. Tıbbi dergiler okuyor, arkadaşlarına yardım ediyordu. Dünyası hâlâ dört duvardan ibaretti, ama kimsenin elinden alamayacağı bir anlamı vardı artık. Sarah, aylar sonra tekrar göreve döndü. Artık daha temkinli, daha bilgeydi. Her devriye arabasına bindiğinde, ilk işi egzozu kontrol etmek oldu. Tüm yeni polisleri de aynı şekilde eğitti.

Departman onu kahraman ilan etti. Ama Sarah, artık sadece kendi hayatını değil, başkalarının hayatını da taşıyordu. Dr. Chun, genç doktorlara “Çevresel riskleri unutmayın, basit cevaba asla güvenmeyin,” diye ders vermeye başladı. Marcus’un ünü hapishanede yayıldı; gardiyanlar bile ona danışıyordu. Ona “cezaevi doktoru” diyorlardı. O ise sadece “Ben işimi yapıyorum,” diyordu.

Sarah’nın hikâyesi, görünmeyen bir zehrin eşiğinden dönen bir polisin efsanesi oldu. Bir hastane ekibi vazgeçmedi, bir mahkum kimsenin çözemediği bir gizemi çözdü. Ve geriye şu soru kaldı: Kaç cevap, gölgelerde, sadece dinlenmeyi bekliyor? Çünkü bazen adalet, iyileşme ve bilgelik, en beklenmedik yerden gelir.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News