Kısırlık yüzünden KOCASI tarafından SATILDI, ama kimsenin BEKLEMEDİĞİ anda ODUNCU kadını SAHİPLENDİ
.
.
Anadolu’nun sert rüzgarlarıyla savrulan, yazın kavurucu sıcakları ve kışın dondurucu soğuklarıyla sınanan küçük bir köy vardı. Bu köyün adı, dilden dile farklı şekillerde anılırdı; kimi ona Yukarı Oba der, kimi Camlı Köy. Ancak bu köyün asıl kaderi, taş evlerinin sağlam duvarlarında değil, orada yaşayan insanların birbirlerine biçtikleri değerlerde gizliydi. O yıllarda, bir kadının kıymeti çoğunlukla karnında taşıdığı evlatla ölçülür, doğuramadığında ise hayatı damgalanmış bir gölgeye dönüşürdü. İşte Selin’in hikayesi, böyle bir köyde başladı.
Selin, köyün en güzel kızlarından biriydi. Uzun örgülü saçları, buğday teni ve kara gözleriyle herkes onun gelecekte köyün en talihli kızı olacağını söylerdi. Çocukluğunda dere kenarında oynarken, köylüler onun gelecekte büyük bir mutluluğa kavuşacağını hayal ederdi. Ancak talih bazen insanın yüzüne gülüyor gibi görünür, ama ardında acımasız oyunlar saklar. Selin’in talihi de böyle acımasız bir oyunun içinde saklıydı.
On sekiz yaşına geldiğinde ailesi, onu zengin sayılabilecek bir ailenin oğlu Halil’e verdi. Halil iri yarı, sert mizaçlı bir adamdı ve babası köyde söz sahibi kişilerden biriydi. Selin başta kaderine razı olmuş, yuvasını kurmak için çabalamıştı. Fakat evliliklerinin üzerinden üç yıl geçtiğinde, köyde yayılan bir söylenti her şeyi değiştirdi: Selin’in rahmi kurumuş, çocuk veremiyor. O zamanlar tıp bilgisi sınırlıydı; kısırlığın kadın mı, erkekten mi kaynaklandığını kimse bilemiyordu. Ama köy halkı Halil’e bakmazdı; çocuk yoksa suç kadındaydı, erkek asla kusurlu olamazdı çünkü toplum böyle inanıyordu.

Selin ne kadar dua etse, ne kadar çare arasa da aylar yılları kovaladı, kucağına hiç bebek alamadı. Başta kaynanası onu teselli eder gibi yapıyordu: “Sabret kızım, Rabbim nasip ederse olur.” derdi. Ama zaman geçtikçe, sabrı yerini zehire bıraktı. Kaynanası, “Sen ne işe yararsın Selin? Oğluma soy veremeyen gelin, gelin midir? Evimin bereketi kaçtı seninle!” diyordu. Halil başlarda sessiz kalırdı ama köydeki diğer erkeklerin alaycı bakışları ve çocuksuz olduğu için söylenen sözler gururunu yaralıyordu. Erkeklik gururu, masaya yumruğunu vurup suçu Selin’e yüklemesine sebep olmuştu.
Bir bahar sabahı, Selin tandırın başında ekmek yaparken Halil içeri girdi. Yüzü asık, gözleri öfkeyle kıvılcımlanıyordu. “Yeter artık Selin!” diye bağırdı. “Üç yıldır bekledim, sen bana ne verdin? Soyum devam etmeyecek mi? İnsan içine nasıl çıkacağım?” Selin başını eğdi, elleri hamurun içinde titriyordu. “Elimden geleni yaptım, hekimlere de gittik belki.” Sözü bitmeden Halil’in tokadı yanağına indi. O tokat sadece yüzünü acıtmamış, kalbinin en derin yerini de yaralamıştı. Gözlerinden yaşlar süzüldü ama ses etmedi. Çünkü kadın o köyde ağlasa bile kimse onun gözyaşını görmezdi.
O günden sonra Selin için hayat bir zindana dönüştü. Kaynanası her gün laf dokundurur, komşu kadınlar arkasından fısıldaşırdı. Çarşıya çıktığında pazar yerindeki kadınların bakışları beline kayar, sanki gözleriyle rahmini delip onun eksikliğini hatırlatırlardı. Bir gün köy meydanında yaşlı bir kadın yanındakine yüksek sesle söyledi: “Yazık Halil’in boyu devam etmeyecek. O kız var ya, kurumuş ağaç gibi.” Selin duymamış gibi yürüdü ama kalbi bin parçaya ayrılmıştı. Eve döndüğünde duvara yaslandı, gözlerini kapadı. İçinde bir ses fısıldıyordu: “Benim suçum mu bu? Ben de isterdim anne olmayı.” Ama cevapsız sorularla yaşamayı öğrenmek zorundaydı.
Aylar geçti, Halil’in ailesi sabrını tamamen yitirmişti. Bir akşam büyük odada toplandılar. Sobanın alevleri kıvılcımlar saçarken kaynana söze girdi: “Oğlum artık bu böyle olmayacak. Selin’i daha fazla evimizde tutamayız. Kısır karıdan bize hayır gelmez. Hem köyün dedikodusu da bitti artık, el alem diline dolandı. Bizim soyumuzun devamı için başka yol var.” Halil başını salladı. Sessizlik çöktü. Sonra babası ağır bir sesle konuştu: “Komşu köyde Hüseyin A. var. Hayvan tüccarı, zengin adam. Karısı öldü, çocukları yok. Yeni bir kadın istiyor. İllaki taze olsun, genç olsun diyor. Selin’i ona verelim. Hem başımızdan kurtuluruz hem de üç beş kuruş kazanırız.”
Bu sözler ağır bir kaya gibi odaya düştü. Selin kapının arkasında tesadüfen bu konuşmaları duyuyordu. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Onlar onu insan değil, satılacak bir mal gibi görüyorlardı. O gece sabaha kadar uyuyamadı. Yorganın altında gözyaşlarına boğuldu. Ellerini açıp Rabbine yalvardı: “Allah’ım ben ne yaptım da bu cezayı çekiyorum? Benim tek suçum çocuğumun olmaması mı? Bana merhamet et.”
Sabah olduğunda karar çoktan alınmıştı. Halil sert bir sesle Selin’e haber verdi: “Toparlan, seni Hüseyin A.’ya verdik. Yarın gideceksin. Direnirsen de faydasız. Bu evde artık yerin yok.” Selin’in dünyası başına yıkılmıştı. Çaresizlik içinde bavulunu toplarken annesinin yıllar önce verdiği küçük bir secdeye eline geçti. Ona sarıldı, gözyaşlarını silip kalbine bastı. Belki de tek sığınağı oydu.
Ertesi gün köy meydanında bir at arabası hazırlandı. Selin’i bir çuval gibi arabaya bindirdiler. Köylüler merakla izliyordu; kimi alaycı, kimi acıyan bakışlarla. Ama kimse çıkıp da bu haksızlığa karşı sesini yükseltmedi. Çünkü herkes susmayı öğrenmişti. Araba köy yolunda sallanarak ilerlerken Selin pencereden uzaklara baktı. Ağaçların dalları rüzgarla savruluyor, kuşlar özgürce uçuyordu. O ise zincirli bir kuş gibiydi.
İşte tam o sırada yol kenarında odun yüklü bir eşekle ilerleyen bir adam dikkatini çekti. Adamın kolları güçlüydü, sırtında baltası vardı. Saçları dağınık, yüzü güneşten yanmıştı. Ama gözlerinde derin bir merhamet parlıyordu. Bu adam köyün oduncusu Adem’di. Adem arabayı görünce durdu. Selin’in gözleriyle buluştu. O an Selin’in kalbinde bir şey kıpırdadı. Gözlerindeki çaresizlik Adem’in içine işledi. Arabanın üzerindeki genç kadının mal gibi satılıp götürüldüğünü anlamak zor değildi.
Adem her zaman sessizdi ama haksızlığa göz yumacak biri değildi. İçinden bir ses ona şöyle dedi: “Bu kadının kaderi burada bitmemeli.” Ve Adem elindeki baltayı yere bırakarak arabaya doğru yürümeye başladı. Araba köy yolunda gıcırdayarak ilerlerken Selin’in gözleri oduncu Adem’e takılmıştı. Yüklenmiş odunların arasından doğrulmuş, geniş omuzları ve güneşten yanmış yüzüyle arabayı süzen bu adam sanki bambaşka bir dünyanın kapısını aralıyordu.
Adem’in gözlerinde öyle bir bakış vardı ki; şefkatle sertliği, merhametle gücü aynı anda taşıyordu. Adem yıllardır köyün eteklerindeki ormanda yaşayan kendi halinde bir adamdı. Babadan kalma küçük bir kulübede oturur, kışları köylüye odun taşır, yazları balta sallayarak geçimini sağlardı. Ne karısı vardı ne de çocuğu. Çocukken yetim kalmış, kimsesizliğe alışmıştı. Belki de bu yüzden köylüler ona biraz mesafeli, biraz daha merakla bakarlardı. Kimisi garip derdi, kimisi deli. Ama Adem kimseye zararı olmayan, vicdanıyla yaşayan biriydi.
O gün arabada ağlamaklı gözlerle oturan genç kadını görünce kalbinin derinlerinde yıllardır uyuyan bir sızı kıpırdamıştı. Adem arabayı durdurmak için öne çıktı, elini kaldırdı. Atları süren Halil öfkeyle bağırdı: “Çekil yolumdan oduncu, işimiz acele!” Adem’in gözleri Halil’in gözlerine dikildi. Sesini yükseltmeden kararlı bir tonda konuştu: “Bu kadın nereye götürülüyor Halil?” Halil hırladı: “Sana ne? Bizim işimiz, bizim namusumuz. Çekil git!”
Adem yavaş adımlarla arabaya yaklaştı. Selin korkuyla Adem’in yüzüne baktı. O an ne olacağını bilmiyordu. Adem arabaya yaslanarak Selin’e seslendi: “Bacım, nereye gidiyorsun?” Selin cevap vermedi, gözleri doldu, dudakları titredi. Halil araya girdi: “Bu kadın artık benim karım değil. Onu Hüseyin A.’ya götürüyorum, satacağım.” Bu söz yol kenarında rüzgarla savrulan yapraklar kadar hafif söylenmişti ama Adem’in kulaklarında bir çığlık gibi yankılandı. Kadın satılacak mıydı? Bu cümle onun vicdanında bıçak gibi saplandı.
“Kadın mal değildir Halil,” dedi Adem. “Bu yaptığın zulümdür.” Halil öfkeyle kamçısını kaldırdı: “Haddini bil oduncu! Yolumdan çekilmezsen seni de ezer geçerim!” O anda köyden birkaç kişi koşarak geldi. Meydanda olanları görüp toplanmaya başlamışlardı. Herkes merakla bakıyordu. Kimse ses etmiyordu ama gözler merakla Adem ve Halil’in arasına çevrilmişti.
Adem bir adım geri çekildi ama gözlerini Halil’den ayırmadı. Sonra herkesin ortasında yüksek sesle konuştu: “Ben bu kadını bırakmam. Zulmünüze göz yummam.” Herkesin şaşkın bakışları arasında Adem arabaya yöneldi, Selin’in kolunu tutup onu indirmeye çalıştı. Selin şaşkınlıktan dona kalmıştı. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Adem’in eli sıcaktı, güçlüydü. O an ilk defa biri onun için ayağa kalkmıştı.
Halil öfkeyle Adem’in üstüne atıldı. İkisi boğuşmaya başladı. Kalabalık anlık bir şokla yerinden kıpırdamadı. Halil iri yapılıydı ama Adem ormanın sertliğinde yoğrulmuş bir bedene sahipti. Baltayla odun kesmekten kasları çelik gibi olmuştu. Birkaç hamlede Halil’i yere serdi. Herkes nefesini tutmuştu. Adem Halil’in yakasına yapıştı: “Bir daha bu kadına el sürmeyeceksin. Anladın mı?” Halil nefes nefese yerde debelenirken hırladı: “Sen kimsin ki benim karıma sahip çıkıyorsun?”
Adem ayağa kalktı. Kalabalığa dönerek gür bir sesle söyledi: “Kadın kısır diye satılmaz. İnsan mal değildir. Bu zulme kim ortak olur?” Kalabalık başını öne eğdi. Kimse cevap veremedi. Çünkü Adem’in sözleri herkesin yüreğini delmişti. Ama kimse Halil’in ailesine karşı çıkacak cesareti bulamadı. Adem Selin’in elinden tutarak onu arabadan indirdi. Selin’in ayakları toprağa değdiğinde dizleri titriyordu. Sanki yıllardır zincirlenmişti de ilk defa özgürlüğe adım atıyordu.
“Gel bacım,” dedi Adem yumuşak bir sesle. “Artık yalnız değilsin.” Selin gözyaşlarını tutamadı. Adem’in yüzüne baktı. O bakışta güven vardı. Belki ilk defa hayatında gerçek bir merhamet görüyordu. Adem Selin’i köyün kenarındaki kulübesine götürdü. Küçük mütevazı bir evdi. İçeride basit eşyalar vardı. Bir ocak, eski bir masa, iki tahta iskemle ve köşede kilim. Ama o evin havasında huzur vardı. Orman kokusu, çam reçinesinin ferahlığı, dışarıdan gelen kuş cıvıltıları.
Selin kapıdan içeri girerken utangaçtı. Kendi kendine düşündü: “Ben yabancı bir erkeğin evine geldim. Ya bana zarar verirse?” Ama Adem’in tavırlarında tek bir kötülük emaresi yoktu. Gözleri ondan uzak duruyor, hareketleri ölçülüydü. “Korkma,” dedi Adem. “Bu evde sana kimse el sürmez. Misafirim olacaksın.” Selin’in gözleri doldu, sessizce başını salladı.
O gece Selin kulübenin köşesinde serilen yatakta uyumaya çalıştı. Ama gözleri tavana kilitlenmişti. İçinde korku, umut, belirsizlik vardı. Bir yandan “Köy ne der? Halil peşime düşer mi?” diye düşünüyordu. Diğer yandan Adem’in cesareti aklından çıkmıyordu. Adem ise ocak başında oturmuş ateşe bakıyordu. İçinden “Ben ne yaptım? Bütün köyü karşıma aldım. Halil benden intikam alacak” diye geçiriyordu. Ama sonra Selin’in gözlerindeki çaresizliği hatırladı. “Yine olsa yine yapardım” dedi kendi kendine.
Ertesi gün köyde fırtına koptu. Dedikodular kulaktan kulağa yayıldı: “Oduncu Adem, Halil’in karısını kaçırmış, kısır karıya sahip çıkmış. Aklını mı yitirdi? Yarın öbür gün Adem’in başına iş açılır.” Köy kahvesinde Halil köpürüyordu. Yumruğunu masaya vuruyor, dişlerini gıcırdatıyordu. “O oduncu bana günyüzü göstermeyecek. Namusumu çiğnedi. Onu paramparça edeceğim.” Ama içten içe biliyordu ki Adem’in karşısında kolay kolay galip gelemezdi. Çünkü Adem’in cesareti dillere destandı. Ormanda kurtlarla boğuştuğu söylenirdi.
Selin günler geçtikçe Adem’in evinde kendini daha huzurlu hissetmeye başladı. Adem ona yük olmadı, işlerinde yardım etti. Ormandan odun getirirken Selin evde yemek yaptı. İlk defa biri onu işe yarar hissettirmişti. Bir gün Adem akşam ocağın başında otururken Selin cesaretini toplayıp konuştu: “Neden yaptın bunu Adem? Neden benim için herkesin karşısına çıktın?” Adem sessizce ateşe baktı, sonra derin bir nefes aldı. “Çünkü ben de acı çektim. Benim de kaybettiklerim var ve bir daha kimsenin acısına göz yummak istemiyorum.” Selin gözlerini Adem’in gözlerine dikti. O an onun sessizliğinin ardında yatan tüm hikayeyi hissetti. Sadece kelimelerle anlatılamayan bir sadakat ve sevgi vardı.
Ancak mutluluk kısa sürdü. Köyde Halil’in planları ilerliyordu. Birkaç köylü Adem’in evine gizlice bakıyor, Halil’in geri döneceğini söylüyordu. Adem Selin’in güvenliği için ormanın derinliklerine gitmeyi düşündü. Ama biliyordu ki Halil’in planları daha sinsi ve tehlikeliydi.
Selin o gün kulübedeki köşesinde otururken Adem’in yüzüne bakıyordu. İçinde bir korku ve heyecan karışımı vardı. “Bu adamı kaybetmek istemiyorum,” diye düşündü. Ama bilinçaltında yaklaşan fırtınanın izlerini hissediyordu.
Adem ve Selin’in birbirine iyice yakınlaştığı, güven ve merhametin filizlendiği bir noktada hikaye devam ederken, ufukta Halil’in karanlık planları ve köydeki dedikoduların yarattığı baskı, ilerleyen bölümlerde büyük bir kriz yaratacağının sinyalini veriyordu. Selin ve Adem’in kulübesinde geçen günler bir yandan birbirlerine alışmalarını sağlarken, diğer yandan köyde Halil’in öfkesinin büyümesini de engelleyemiyordu.
Halil geceleri uykusuz oturuyor, köyün sessiz sokaklarında gizlice planlar yapıyordu. Her adımını hesaplıyor, Adem’in zayıf noktalarını bulmaya çalışıyordu. Onun amacı sadece Selin’i geri almak değil, aynı zamanda Adem’i köyden silmek ve herkesin gözünde itibarsız hale getirmekti.
Halil’in aklındaki ilk hamle kulübeye gizlice yaklaşmaktı. Bir gece karanlık çökmüş, rüzgar ağaçların dallarında uğuldayarak dolaşıyordu. Halil sessizce kulübeye yaklaştı. Orada yalnızca bir fenerin ışığı yanıyordu. Adem odunları düzeltirken, Selin içeride yemek hazırlıyordu. Halil yavaşça kapıya yaklaştı. Ama Adem’in gözü her zamanki gibi keskin ve uyanıktı. Adem, fener ışığından Halil’in gölgesini gördü, hızla kapıya yöneldi. Baltasını eline aldı ve sessizce Halil’in üzerine yürüdü.
“Halil!” diye bağırdı Adem. “Tek bir yanlış adım ve buradan sağa çıkamazsın.” Halil gülümsedi ama gözlerinde ölümcül bir kin vardı. “Kadını bana vermezsen seni parçalayacağım.” Adem’in kasları gergindi. Bir yandan Halil’i durdurmaya çalışıyor, diğer yandan Selin’i korumak istiyordu. Selin kapının arkasından izliyordu. Kalbi deli gibi atıyor, nefesi kesiliyordu.
Adem’in sert bakışları ve Halil’in öfkesi arasında bir uçurum vardı. Selin ne yapacağını bilemez haldeydi. Adem Halil’i kapının dışına doğru itti. Ardından hızlı bir hamleyle Halil’in dengesini bozdu. Halil toprağa düştü ama hemen geri kalktı. Karanlıkta sessiz bir gülüş duyuldu. Bu, Halil’in oyunlarının daha yeni başladığını gösteriyordu.
“Beni alt edemezsin,” dedi Halil. “Ama bir yolunu bulacağım.” Adem Selin’in yanına dönüp onu sarstı: “Artık buradayız. Güvendesin ama dikkatli olmalıyız.” Selin titreyerek başını salladı. İçinde hem korku hem de güven vardı. Adem’in yanında kendini ilk defa güçlü hissediyordu.
Ertesi gün köyde dedikodular fırtına gibi yayıldı. Halil’in gizli planları köyün diğer sakinleri tarafından fark edilmişti. Bazıları Halil’in yanında yer aldı: “Kadın bizim hakkımız,” diyerek Adem’e laf attı. Bazıları ise Adem’i destekledi: “Bu adam doğru yapıyor, kötülüğü önlüyor,” dediler.
Köydeki bu ikili bakış, Adem ve Selin için hem bir tehdit hem de bir güven kaynağıydı. Adem köyün durumunu gözlemliyor, Selin’i mümkün olduğunca görünmez kılıyordu. Selin bir gün odada otururken Adem sessizce yanına geldi: “Bacım,” dedi Adem, “Bugün biraz konuşmalıyız.” Selin başını kaldırdı: “Ne hakkında?” Adem, “Halil planlarını gizli yapıyor. Yakın zamanda bir hamle yapacak. Bunu önceden bilmeliyiz.” Selin korku ve endişe ile titredi: “Ne yapacağız?” Adem derin bir nefes aldı: “Önce hazırlık yapacağız. Gücümüzü ve zekamızı birleştirmeliyiz. Bu köyde kimseye göz yummayacağız.”
Adem Selin’i güvenli bir köşeye yerleştirirken kendisi ormanda tuzaklar kurmaya başladı. Odunların arasına gizli yollar açıyor, Halil’in yaklaşabileceği rotaları tahmin ediyordu. Selin’in güvenliği onun için her şeyden önemliydi. O gece Halil tekrar gizlice kulübeye yaklaştı. Ama Adem’in hazırlıkları sayesinde her adımı boşa çıktı. Tuzağa düşmüş, dar bir çukurun kenarında duraklamıştı. Adem sessizce arkasına yaklaştı ve sert bir şekilde uyardı: “Bu son uyarı Halil. Bir adım daha atarsan geri dönüşün olmayacak.”
Halil gözlerinde öfkeyle geri çekildi. Ama içten içe biliyordu ki Adem’in zekası ve gücü onu alt etmek için tek başına yeterli değildi. Yeni planlar yapmak zorundaydı. Selin kulübenin köşesinde otururken Adem’in bu cesaretini izliyordu. Ona güveni her geçen gün artıyordu. Adem’in sadece fiziksel gücü değil, zekası ve kararlılığı da onu büyülüyordu. İçinde ilk defa hissettiği duygular vardı: güven, minnettarlık ve aşkın kıpırtısı.
Adem Selin’in gözlerine bakarak sessizce düşündü: “Onu korumak için her şeyi yapacağım. Ama daha büyük bir tehlike kapıda.” Köyde Halil’in planları yavaş yavaş şekilleniyordu. Bir grup köylüyle işbirliği yapacak, Adem’i köyden uzaklaştıracak ve Selin’i tekrar zorla yanına getirecekti. Ancak Adem tüm bunların farkındaydı. Herkesin gözünde sessiz bir kahraman gibi görünüyordu. Halil’in saldırısına hazırlıklıydı.
Selin geceleri dua ederek Adem’in yanında uyumaya çalışıyordu. İçinde hem huzur hem korku vardı. Ama biliyordu ki Adem onun hayatını değiştirmişti. Artık yalnız değildi.
Sabahın ilk ışıkları köyün üzerinde sessizce yükseliyordu. Kuşlar hala uyuyor, rüzgar hafifçe ağaç dallarını sallıyordu. Ama Adem kulübesinin kapısında dururken sessizliği duymaz olmuştu. Gözleri uzaklarda Halil’in planlarını ve yaklaşan tehlikeyi tarıyordu. Yıllardır ormanda tek başına yaşamıştı. Ama bugün Selin’i korumak için yalnızlığın ötesinde bir mücadeleye girecekti.
Selin mutfakta yemek hazırlarken arkasındaki sessizliği hissetti. İçgüdüleri Adem’in ciddi bir duruma hazırlandığını söylüyordu. “Ne oluyor Adem?” diye sordu Selin, sesi hafif titreyerek. Adem dönüp ona baktı. Gözlerinde hem kararlılık hem de yumuşaklık vardı. “Bugün Halil’in son hamlesi olacak ama merak etme, seni koruyacağım.” Selin’in kalbi sıkıştı. Yıllardır özgürlüğünü çalan, hayatını karartan bir adamın karşısına çıkmak zorunda kalmak. Ama yanında Adem vardı, ona güveniyordu.
Köy meydanında Halil kendi tarafındaki birkaç köylüyle buluşmuştu. Plan basitti: kulübeye gizlice saldıracak, Adem’i etkisiz hale getirecek ve Selin’i tekrar yanına alacaktı. Halil’in gözlerinde öfke ve kin yanıyordu. Onun için Selin sadece bir eş değildi; onun gururuydu, onun kontrolüydü. Ama Adem karşısında duruyordu ve Halil’in yıllardır alıştığı güç oyunları Adem’in cesareti karşısında boşa düşüyordu.
Halil’in grubu sessizce kulübeye yaklaştı. Ama Adem Halil’in niyetlerini önceden tahmin etmiş, tuzaklarını hazırlamıştı. Kulübenin etrafına sessiz ama etkili bir plan kurmuştu. Odun yığınlarının arasına gizlenmiş, Halil’in adımlarını yönlendirecek engeller yerleştirmişti. Selin dedi Adem, “İçerideki sessizliği bozmadan hazır mısın?” Selin başını salladı. İçinde korku vardı ama Adem’e olan güveni korkuyu bastırıyordu.
Gecenin karanlığında Halil’in grubu tuzaklara doğru yürüdü. Birkaç adım ileride ani bir düşüş ve bağırış sesleri yükseldi. Halil şaşkınlıkla durdu. Düşen arkadaşlarının sesleri onu sarsmıştı. Adem’in planları işliyordu. “Geliyorum Halil!” diye bağırdı Adem. “Bu kadın için son sözüm.” Halil öfkeyle bağırdı: “Seni parçalayacağım.” Ama Adem yıllarca ormanda geliştirdiği çevikliği ve gücüyle Halil’in üzerine yürüdü. Sessiz bir savaş başladı. Baltalar, taşlar, darbeler ve savunmalar. Adem’in gözünde sadece Selin vardı. Halil’in öfkesi onun zekasıyla birleşemiyordu.
Birkaç dakika süren mücadeleden sonra Halil yere yığıldı. Adem onu sadece fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da alt etmişti. “Bir daha asla Selin’e yaklaşmayacaksın,” dedi Adem nefes nefese. “Eğer bunu yaparsan, bu köyde kimse sana yardım etmeyecek.” Halil titreyerek geri çekildi. Artık sadece öfkeyle bakıyor fakat karşısında direnen bir adamın gücünü kabul etmek zorunda kalıyordu.
Selin bu mücadeleyi kulübede izledi. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Ama Adem’in yanında olduğunu bilmek ona güven veriyordu. Adem yanına geldi ve elini tutarak, “Her şey bitti,” dedi. “Artık güvendesin.” Selin gözyaşlarını tutamadı. “Teşekkür ederim,” dedi. “Bana hayatımı geri verdin.” Adem Selin’in gözlerine bakarak sessizce, “Hayatını geri almak mı? Hayır, sen zaten değerlisin. Ben sadece bunu hatırlatmaya yardımcı oldum.”
O andan itibaren Selin’in kalbinde Adem’e karşı farklı bir duygu filizlendi: sadece güven değil, minnettarlık, saygı ve yavaşça büyüyen bir sevgi. Ertesi gün köyde Halil’in yenilgisi dedikoduları konu olmuştu. Bazı köylüler Adem’i alkışlıyor, onun cesaretine hayran kalıyordu. Diğerleri ise Halil’in yanında duruyor, sessizce onun öfkesini paylaşıyordu. Ama artık Halil’in planları başarısız olmuştu.
Köy halkı Adem’i sadece garip oduncu değil, koruyucu ve cesur bir adam olarak görmeye başlamıştı. Selin ve Adem artık kulübesinde birbirlerine daha sıkı sarılıyor, hayatın getirdiği zorluklara birlikte göğüs geriyordu. Selin, Adem’in yanında var olmanın verdiği güçle kendi hayatına sahip çıkmayı öğrenmişti. Adem ise Selin’in güveniyle kalbindeki boşluğu doldurmuştu.
Bir akşam kulübenin önünde ateşin başında otururken Selin Adem’e baktı: “Biliyor musun?” dedi. “Sen olmasaydın, ben hâlâ Halil’in kölesi olurdum.” Adem başını eğdi, sessizce gülümsedi: “Ama artık özgürsün Selin ve her zaman senin yanında olacağım.”
Gökyüzünde yıldızlar parlıyordu. Orman sessizdi. Sadece uzaklardan gelen kuş cıvıltıları duyuluyordu. Selin ve Adem yıllardır aradıkları huzuru birbirlerinin yanında bulmuştu. Artık korku yoktu, sadece sevgi ve güven vardı.
Hikayenin sonunda Halil köyden uzaklaştı. Artık ne Selin’i tehdit edebilir ne de Adem’in huzurunu bozabilirdi. Köy Adem’in cesaretine tanık olmuş, Selin ise kendi değerini bulmasına şahit olmuştu. Adem ve Selin kulübelerinde yeni bir hayat kurdular. Geçmişin acıları geride kaldı. Önlerinde sadece birlikte inşa edecekleri bir gelecek vardı.
Selin bir gün kulübenin penceresinden dışarı bakarken Adem’in yanına yaklaştı: “Bugün sana bakınca hayatımın en doğru kararı seninle olmak olduğunu anlıyorum,” dedi. Adem sessizce Selin’in elini tuttu. Gözlerinde sevgi ve kararlılık vardı. Ve dedi ki: “Selin, hayatımın her anını seninle geçirmek istiyorum.”
İkisi kulübenin önünde birbirine sarıldı. Dışarıdaki dünya hâlâ karmaşık ve bazen acımasızdı. Ama onlar artık birlikteydi, korkusuz ve umut doluydular.
Ve böylece, kısırlık yüzünden satılmak istenen Selin, beklemediği anda Adem’in hayatına girmesiyle özgürlüğünü ve mutluluğunu bulmuş oldu. Orman, yıldızlar ve sessizlik onların yeni hayatının tanıklarıydı. Geçmişin gölgeleri artık geride kalmıştı.