F-16’lar Türk Askerini Vurdu Ama O Karşılık Vermedi – Nedeni Dünyayı Şaşırttı
.
Bölüm 1: Sessiz Gemi ve Anormal Veriler

Dr. Aslı Kara, Karadeniz’in derin, anoksik sularına her baktığında, sadece jeolojik katmanları değil, aynı zamanda tarihin ağırlığını da hissediyordu. Aslı, otuzlu yaşlarının ortasında, Türkiye’nin önde gelen deniz jeologlarından ve su altı mühendislerinden biriydi. Zekası, keskinliği ve göreve olan sarsılmaz bağlılığı, onu, Türkiye Cumhuriyeti’nin en kritik bilimsel görevlerinde vazgeçilmez kılıyordu.
Şu an, T.C.G. Bilim adlı araştırma gemisinin kontrol odasında, Kaptan Murat’ın hemen yanında duruyordu. Görevleri, Karadeniz’in doğu kıyılarında, Türkiye ile Gürcistan arasındaki deniz sınırına yakın bir bölgede, deniz tabanı haritalaması yapmaktı. Resmi amaç, doğal gaz ve petrol rezervlerini araştırmaktı, ancak Aslı, bu bölgedeki gerilimin, sadece jeolojik olmaktan ibaret olmadığını biliyordu.
Saatler süren rutin taramadan sonra, sonar ekranında anormal bir veri belirdi.
“Kaptan,” dedi Aslı, sesi sakin ama dikkatliydi. “2800 metre derinlikte, 42. enlem, 39. boylamda, büyük bir metalik anomali tespit ettik. Boyutları, doğal bir oluşuma benzemiyor.”
Kaptan Murat, deneyimli bir deniz subayıydı. Yüzünde, Karadeniz’in değişkenliğini yansıtan bir ifade vardı. “Boyutları nedir, Dr. Kara?”
“Yaklaşık 65 metre uzunluğunda, silindirik. Yoğunluk, yüksek oranda demir ve çelik içeriyor. Tahminimce, bir gemi enkazı. Ama bu derinlikte, bu kadar büyük bir enkaz…”
Karadeniz’in 200 metrenin altındaki suları, oksijensiz (anoksik) olduğu için, enkazlar binlerce yıl boyunca bozulmadan kalabilirdi. Bu, bir tarihi keşif olabilirdi.
“Rotayı değiştirin,” diye emretti Kaptan Murat. “Anomaliye doğru yavaşça ilerliyoruz. Dr. Kara, ROV’u (Uzaktan Kumandalı Denizaltı Aracı) hazırlayın. Bu, bir tarihi eser olabilir. Ankara’ya bildirmemiz gerekecek.”
Aslı, başını salladı. Ancak içgüdüleri, bunun sadece bir tarihi eser olmaktan öte bir şey olduğunu söylüyordu. Anomali, çok keskin, çok belirgindi.
Bölüm 2: U-20’nin Hayaleti
ROV, Karadeniz’in karanlık ve soğuk derinliklerine doğru yolculuğuna başladı. Aslı, kontrol odasındaki büyük ekranda, robotun gönderdiği görüntüleri izliyordu. 2800 metrede, görüş neredeyse sıfırdı. ROV’un güçlü ışıkları, sadece birkaç metrelik bir alanı aydınlatabiliyordu.
Nihayet, metalik nesne görüş alanına girdi.
Kontrol odasında, herkes nefesini tuttu. Görüntü, şaşırtıcı derecede netti: Bu, bir denizaltıydı.
“Alman yapımı,” diye fısıldadı Aslı, hemen tanımıştı. “Birinci Dünya Savaşı dönemi. Muhtemelen bir U-Bot.”
Denizaltının gövdesi, oksijensiz ortam sayesinde inanılmaz derecede korunmuştu. Paslanma minimum düzeydeydi. Gövdenin yan tarafında, neredeyse silinmiş bir işaret vardı: U-20.
“U-20,” dedi Kaptan Murat, sesi saygıyla doluydu. “Bu, efsanevi bir denizaltı. Birinci Dünya Savaşı’nda Karadeniz’de görev yapmış, en son 1916’da kaybolduğu biliniyordu. Tarihi bir keşif, Dr. Kara. Bu, uluslararası basında büyük yankı uyandıracak.”
Aslı, heyecanlıydı, ancak profesyonelliğini korudu. ROV’u, denizaltının gövdesinde daha detaylı bir inceleme yapması için yönlendirdi. Tarihi kayıtlar, U-20’nin sadece askeri bir araç değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu ile Alman İmparatorluğu arasındaki gizli haberleşme ve lojistik ağının bir parçası olduğunu gösteriyordu.
“Kaptan, denizaltının kıç tarafına odaklanıyorum. Torpido tüplerini ve dümen sistemini kontrol edeceğim.”
ROV, denizaltının kıçına doğru ilerlerken, Aslı’nın gözleri, ekranda beliren, tarihle alakası olmayan bir detaya takıldı.
Bölüm 3: İkinci Bir İmza
Denizaltının dümen sisteminin hemen yanına, metalik bir kelepçeyle tutturulmuş, küçük, modern bir cihaz vardı. Cihaz, parlak, siyah bir malzemeden yapılmıştı ve üzerinde, güneş enerjisi panelleri ve bir dizi anten bulunuyordu.
Aslı’nın kalbi hızlandı. “Kaptan, durun. Görüntüyü dondurun.”
Kontrol odasındaki herkes, ekrana kilitlendi. Tarihi bir U-Bot’un gövdesine tutturulmuş, yepyeni, yüksek teknolojili bir gözetleme cihazı.
“Bu da ne?” diye sordu Kaptan Murat, kaşları çatılmıştı. “Bir tür balıkçı şamandırası mı?”
“Hayır, Kaptan. Bu, bir balıkçı şamandırası değil. Bu, bir derin deniz gözetleme şamandırası. Son teknoloji. Uydu bağlantılı. Ve Karadeniz’in bu kadar derininde, bu kadar stratejik bir noktada, bir tesadüf eseri bulunamaz.”
Aslı, cihazın tasarımını inceledi. “Bu, muhtemelen, denizaltının anoksik ortamdaki korunmuşluğunu kullanarak, bölgedeki deniz trafiğini, özellikle de bizim gemimizi izlemek için yerleştirilmiş.”
Görev, aniden jeolojiden, ulusal güvenliğe kaymıştı. Bir yabancı güç, Türkiye’nin kıta sahanlığındaki hassas bir bölgede, tarihi bir enkazı üs olarak kullanarak casusluk yapıyordu.
Kaptan Murat, hemen Ankara’yı aradı. Bu, artık sadece bir keşif değil, bir askeri operasyondu.
Bölüm 4: Ankara’dan Gelen Emir
Ankara’daki Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda alarm zilleri çaldı. Birkaç saat içinde, T.C.G. Bilim’e, helikopterle bir MİT ajanı ulaştı: Hakan.
Hakan, kırklı yaşlarında, sessiz, keskin bakışlı ve resmi üniforması yerine sivil, siyah giysiler giyen bir adamdı. Gelir gelmez, kontrol odasını devraldı.
“Dr. Kara, Kaptan Murat,” dedi Hakan, sesi emir vericiydi. “Bundan sonra, görevimiz tamamen gizlidir. Yabancı gücün, bu şamandırayı izlediğini varsayıyoruz. En ufak bir hareketimiz, onları uyarabilir.”
“Emir nedir?” diye sordu Kaptan Murat.
“Şamandıra, derhal ve sessizce sökülecek. Sadece şamandıra değil, aynı zamanda, denizaltının içine yerleştirilmiş olabilecek tüm elektronik izler de temizlenecek. Bu, bir istihbarat savaşıdır. Onlar, bizim onları bulduğumuzu bilmemeli.”
Aslı, itiraz etti. “Ama denizaltı, tarihi bir eser. U-20. Onu korumalıyız.”
Hakan, Aslı’ya baktı. “Şu anda, U-20, bir tarihi eser değil, bir jeopolitik saatli bombadır. Eğer bu şamandıranın, bir yabancı güce ait olduğu kanıtlanırsa, uluslararası bir kriz çıkar. Bizim görevimiz, kanıtları toplamak ve kriz çıkmasını önlemektir.”
“Peki, şamandırayı nasıl sökeceğiz? Bu derinlikte, en ufak bir titreşim bile, şamandıranın uyarı sistemini tetikleyebilir.”
“Bu yüzden buradayım, Dr. Kara. MİT, bu tür durumlar için özel olarak tasarlanmış, bir mikro-ROV geliştirdi. Adı, ‘Yunus’. Yunus, şamandıranın elektronik sinyalini taklit edebilir ve onu, sökülme sırasında, ‘uykuda’ tutabilir. Sizin göreviniz, Yunus’u, U-20’ye yönlendirmek.”
Aslı, heyecanla karışık bir gerginlik hissetti. Bilimsel görevi, bir anda, ulusal bir casusluk operasyonuna dönüşmüştü.
“Peki, denizaltının içi? Eğer içeride de cihaz varsa?”
Hakan’ın gözleri kısıldı. “U-20’nin içindeki sır, sadece şamandırayla sınırlı değil. İstihbaratımız, denizaltının, sadece bir gözetleme üssü olarak değil, aynı zamanda, Karadeniz’deki gizli bir operasyonun merkezi olarak kullanıldığını düşünüyor. Görevimiz, sadece şamandırayı sökmek değil, aynı zamanda, U-20’nin içindeki **’Kayıp Kargo’**yu da bulmaktır.”
“Kayıp Kargo?”
“Evet. Birinci Dünya Savaşı’nda, U-20’nin, sadece torpido taşımadığı, aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu için, çok değerli, gizli bir evrak veya teknoloji taşıdığına dair söylentiler var. Chronos’un da bu kargonun peşinde olduğunu düşünüyoruz.”
Aslı, derin bir nefes aldı. Karadeniz’in derinlikleri, sadece çamur ve oksijensiz su değil, aynı zamanda, yüzyıllık sırlar ve modern casusluk ağlarıyla doluydu.
“Yunus’u hazırlayın,” dedi Aslı. “U-20, bizi bekliyor.”
Bölüm 5: Yunus’un Görevi
Aslı, Yunus’un kontrol koltuğuna oturdu. Mikro-ROV, avuç içi kadar küçük, ancak son derece gelişmiş bir teknoloji harikasıydı. Geleneksel pervaneler yerine manyetik iticiler kullanıyordu, bu da onu derin deniz akıntılarında bile neredeyse tamamen sessiz yapıyordu.
Kontrol odasındaki gerilim elle tutulur durumdaydı. Kaptan Murat, geminin konumunu milimetrik hassasiyetle koruyordu. Hakan ise, elindeki şifreli uydu telefonundan, sürekli olarak Ankara’ya rapor veriyordu.
“Yunus, suya indiriliyor,” dedi Aslı, sesi mikrofonda yankılanarak.
Yunus, 2800 metrelik yolculuğuna başladı. Aslı’nın gözleri, ekrandaki telemetri verilerine ve U-20’nin termal görüntüsüne odaklanmıştı.
“U-20’nin termal imzası anormal derecede düşük,” diye fısıldadı Aslı. “Bu, içerideki anoksik ortamın ne kadar iyi korunduğunu gösteriyor.”
Hakan, Aslı’nın omzuna dokundu. “Unutmayın, Dr. Kara. Hedefimiz, şamandıra. En ufak bir hata, o cihazın kendini imha etmesine neden olabilir. Ve o zaman, kimin işi olduğunu asla kanıtlayamayız.”
Aslı, başını salladı. Yunus, nihayet U-20’nin yanına ulaştı. Tarihi denizaltı, devasa bir mezar taşı gibi, Karadeniz’in dibinde yatıyordu.
Şamandıra, tahmin edildiği gibi, denizaltının dümenine, özel bir alaşımla tutturulmuştu.
“Yunus, sinyal taklit moduna geçiyor,” dedi Aslı. “Şamandıranın frekansını kopyalıyoruz. Şimdi, sökme işlemi.”
Yunus, minik, lazer kesicilerle şamandıranın kelepçelerine yaklaştı. Aslı’nın elleri, joystick üzerinde titriyordu. Bu, bir cerrahi operasyondu.
Beş dakika süren gergin bir sessizlikten sonra, Aslı rahat bir nefes aldı. “Şamandıra, serbest kaldı. Onu, Yunus’un kargo bölmesine alıyorum.”
Şamandıra, güvenli bir şekilde alındıktan sonra, kontrol odasında kısa bir kutlama yaşandı.
“Mükemmel iş, Dr. Kara,” dedi Hakan. “Şimdi, ikinci aşama. U-20’nin içine bakıyoruz.”
Bölüm 6: Kayıp Kargo’nun Peşinde
U-20’nin gövdesi, torpido tüpleri hariç tamamen kapalıydı. Aslı, Yunus’u, denizaltının pruvasındaki torpido tüplerinden birine yönlendirdi. Tüpün kapağı, içerideki basınç nedeniyle hafifçe aralanmıştı.
“Kaptan, tüpün kapağını, Yunus’un manipülatör koluyla açmaya çalışacağım. Çok nazik olmalıyız.”
Aslı, ustaca bir manevrayla, kapağı yavaşça araladı. Yunus, dar aralıktan, denizaltının içine süzüldü.
İçerideki manzara, hem ürkütücü hem de büyüleyiciydi. Yüz yıl önce, mürettebatın terk ettiği her şey, olduğu gibi duruyordu: Konserve kutuları, paslanmış aletler, hatta bir denizcinin askeri botları. Anoksik ortam, her şeyi zamanın yıkımından korumuştu.
Yunus, denizaltının dar koridorlarında ilerlerken, Aslı, her detayı kaydediyordu.
“Hakan, içerideki cihazlar, sadece Alman değil, aynı zamanda Osmanlı yapımı mühürler taşıyor. Bu denizaltı, gerçekten de çok değerli bir kargo taşıyormuş.”
Yunus, nihayet denizaltının komuta odasına ulaştı. Komuta odasının ortasında, metal bir sandık vardı. Sandık, denizaltının zeminine sabitlenmişti ve üzerinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun tuğrası (mührü) bulunuyordu.
“İşte Kayıp Kargo,” dedi Hakan, gözleri parlayarak. “Yunus, sandığı açabilir misin?”
“Sandık, kilitli. Ve kilit, çok eski. Zorlarsak, sandık dağılabilir.”
Aslı, sandığın etrafını taradı. Sandığın yan tarafında, küçük, pirinçten yapılmış bir silindir fark etti. Silindir, sandığa, modern bir kabloyla bağlanmıştı.
“Bekle, Hakan. Bu, bir alarm sistemi değil. Bu, bir veri kayıt cihazı.”
Aslı, Yunus’u kullanarak, kabloyu kesti ve pirinç silindiri aldı. Sandığa dokunmadan, sadece silindiri yukarı çekmeye karar verdi.
“Sandık, çok ağır. Onu, bu derinlikten, bu kadar küçük bir ROV ile çekemeyiz. Ama silindir, kolayca alınabilir.”
Pirinç silindir, Yunus’un kargo bölmesine yerleştirildi ve hızla yüzeye doğru çekildi.
Bölüm 7: Kapsül ve Şifre
Pirinç silindir, T.C.G. Bilim’in laboratuvarına getirildi. Aslı, eldivenlerini taktı ve silindiri inceledi. Yüz yıllık bir denizaltının içinde, modern bir kabloyla bağlanmış, pirinç bir kapsül.
“Bu, bir zaman kapsülü değil,” dedi Aslı. “Bu, bir veri aktarım cihazı. Ama neden bu kadar eski bir malzemeden yapılmış?”
Hakan, kapsülü aldı ve kendi özel cihazıyla taradı. “İçinde, bir tür manyetik disk var. Ama dışındaki pirinç, elektromanyetik paraziti engelliyor. Bu, çok sofistike bir koruma.”

Aslı, kapsülü dikkatlice açtı. İçinden, avuç içi büyüklüğünde, camdan yapılmış, şeffaf bir disk çıktı. Diskin üzerinde, karmaşık, geometrik desenler kazınmıştı.
“Bu, bir hard disk değil,” dedi Aslı. “Bu, bir tür optik veri depolama diski. Ve üzerindeki desenler…”
Aslı, desenleri inceledi. Desenler, sadece geometrik şekiller değil, aynı zamanda, eski Süryani alfabesine benzeyen harfler ve modern GPS koordinatları içeriyordu.
“Bu, bir şifre,” dedi Hakan. “Ve bu şifre, hem tarihi hem de modern teknolojiyi birleştiriyor.”
Aslı, diski, geminin yüksek çözünürlüklü tarayıcısına yerleştirdi. Tarayıcı, diski okumaya başladı.
Ekranda, bir anda, üç boyutlu bir harita belirdi. Harita, Karadeniz’in doğu kıyılarını gösteriyordu, ancak haritada, U-20’nin konumu, sadece bir başlangıç noktasıydı.
“Harita, U-20’nin, sadece bir röle istasyonu olduğunu gösteriyor,” dedi Aslı. “Asıl kargo, başka bir yerde.”
Harita, Karadeniz’in altındaki, daha önce bilinmeyen, devasa bir yer altı tünel sistemini gösteriyordu. Tüneller, U-20’den başlıyor ve karaya doğru ilerliyordu.
“Tüneller, Gürcistan sınırına yakın, Rize’deki bir dağ silsilesine ulaşıyor,” dedi Kaptan Murat. “Bu, yasa dışı kaçakçılık için kullanılan, eski bir tünel sistemi olabilir.”
“Hayır,” dedi Hakan. “Bu, daha fazlası. Haritanın son noktası…”
Haritanın son noktası, Rize’nin yüksek dağlarında, terk edilmiş bir madeni işaret ediyordu. Ancak, asıl şaşırtıcı olan, haritanın üzerindeki şifreli yazıydı.
Aslı, şifreyi çözmek için, tüm bilimsel ve tarihsel bilgisini kullandı. Süryani harfleri ve GPS koordinatlarını birleştirerek, şifrenin mesajını çözdü.
Mesaj şuydu: “Chronos’un Anahtarı, Kafkasların Kalbinde. Sancak, yolu gösterir.”
Hakan, şaşkınlıkla Aslı’ya baktı. “Sancak… Yavuz’un Sancağı. Demek ki, Chronos, sadece bir tarihi eser değil, aynı zamanda, bu tünel sisteminin haritasını da arıyormuş.”
“Bu, sadece bir kaçakçılık tüneli değil, Hakan,” dedi Aslı. “Bu, bir askeri lojistik ağı. Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ve Almanlar tarafından, Kafkas cephesine gizli ikmal yapmak için kullanılmış olmalı.”
“Ve şimdi, Chronos, bu ağı, ne için kullanmak istiyor?”
Aslı, haritadaki maden noktasını inceledi. Madenin hemen yanında, küçük bir sembol vardı: Üçgen ve Daire.
Hakan, sembolü hemen tanıdı. “Bu, Levent Albay’ın bahsettiği sembol. Anadolu’nun Yedi Eli’nin imzası. Chronos, sadece tarihi eser kaçakçılığı yapmıyor. Aynı zamanda, bu yeraltı ağını kullanarak, bölgedeki yasa dışı operasyonlarını finanse ediyor.”
Operasyonun alanı, Karadeniz’in derinliklerinden, Rize’nin yüksek dağlarına kaymıştı. Aslı, artık sadece bir bilim insanı değil, aynı zamanda, ulusal bir güvenlik operasyonunun kilit oyuncusuydu.
“Kaptan Murat,” dedi Hakan. “Gemiyi, Rize limanına yönlendirin. Dr. Kara, siz de benimle geliyorsunuz. Bu tünel sistemini, Chronos’tan önce bulmalıyız.”
Bölüm 8: Rize’nin Sisli Dağları
Rize’ye vardıklarında, Karadeniz’in nemli havası ve yoğun sisi, Serdar’ın Karadeniz’deki ilk görevini hatırlattı. Ancak bu kez, Serdar değil, Aslı ve Hakan, dağların gizemli labirentine doğru yol alıyordu.
Hakan, MİT’in yerel birimleriyle temasa geçti ve madenin bulunduğu bölgeye, sivil araçlarla, gizlice ilerlediler. Maden, terk edilmiş ve unutulmuş görünüyordu. Girişi, yıllar süren heyelanlar ve bitki örtüsü nedeniyle neredeyse tamamen kapanmıştı.
“Haritaya göre, tünel sistemi, buradan başlıyor,” dedi Aslı, elindeki optik diskin verilerini tablete yansıtarak. “Ancak, giriş, tamamen doğal yollarla kapanmış gibi görünüyor.”
Hakan, maden girişini inceledi. “Doğal değil, Dr. Kara. Bu, bir patlama izi. Tünel, kasten kapatılmış. Muhtemelen, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, Rusların eline geçmesin diye.”
Hakan, telsizle, yanlarında getirdikleri mühendislik ekibine talimat verdi. “Girişi, minimum gürültüyle açın. İçeride ne olduğunu bilmiyoruz. Her an, bir tuzakla karşılaşabiliriz.”
Ekip, sessiz bir şekilde çalışmaya başladı. Birkaç saat süren dikkatli çalışmanın ardından, tünelin girişi, bir insanın zorlukla geçebileceği kadar açıldı.
Aslı, tünelin içine baktı. Hava, soğuk ve ağırdı. Yüz yıllık bir sessizlik, içeriden dışarıya doğru akıyordu.
“Ben önden gidiyorum,” dedi Hakan. “Dr. Kara, siz, tünelin yapısını ve haritadaki verileri kontrol edin. Herhangi bir sapma olursa, derhal bana bildirin.”
Bölüm 9: Yeraltı Labirenti
Tünel, tahmin edilenden daha büyüktü. Yüksek tavanları ve geniş koridorları vardı. Duvarlar, özenle kesilmiş taşlarla örülmüştü. Bu, sadece bir kaçakçılık yolu değil, gerçekten de bir askeri lojistik ağıydı.
Aslı, tünelin nemli duvarlarında, Osmanlıca ve Almanca yazılar, askeri talimatlar ve tarihler buldu.
“Hakan, tünel, haritadakiyle birebir eşleşiyor. Ancak, bir sorun var. Harita, tünelin, sadece bir ana koridordan oluştuğunu gösteriyor. Ama burada, her 50 metrede bir, yan tüneller var.”
Hakan, el fenerini, yan tünellerden birine tuttu. “Bunlar, haritada yok. Muhtemelen, Chronos tarafından, sonradan açılmış.”
“Ya da,” dedi Aslı. “Harita, sadece ana kargoyu gösteriyor. Yan tüneller, daha sonraki operasyonlar için kullanılmış olabilir.”
Tünelde ilerledikçe, hava daha da ağırlaştı. Hakan ve Aslı, tünelin ortasında, büyük, metal bir kapıya ulaştılar. Kapı, modern bir elektronik kilit sistemiyle korunuyordu.
“Chronos,” diye mırıldandı Hakan. “Bu, onların işi. Tünelin bu bölümünü, gizli bir üs olarak kullanıyorlar.”
Hakan, kapıyı açmak için, kendi MİT ekipmanını kullandı. Kilit sistemi, sofistikeydi, ancak Hakan’ın uzmanlığı, onu alt etmeye yetti.
Kapı açıldığında, içeriden, modern bir havalandırma sisteminin sesi geldi. Tünelin bu bölümü, kuru ve aydınlıktı.
İçeride, bilgisayarlar, iletişim ekipmanları ve Karadeniz’in altından çıkarılan malzemeler vardı. Ve en önemlisi, bir harita masası.
Harita masasının üzerinde, Karadeniz’in altındaki U-20’nin konumu ve tünel sistemi, çok detaylı bir şekilde işaretlenmişti.
“Burası, Chronos’un, Karadeniz operasyonlarının merkezi,” dedi Hakan. “U-20’yi, sadece gözetleme için değil, aynı zamanda, bu tünel sistemine giriş noktası olarak da kullanmışlar.”
Aslı, masadaki bir not defterini buldu. Not defteri, Rusça yazılmıştı.
“Hakan, bu notlar, Chronos’un, sadece tarihi eser kaçakçılığı yapmadığını kanıtlıyor. Onlar, ‘Yavuz’un Sırrı’ adını verdikleri, bir tür enerji kaynağının peşindeler. Ve bu enerji kaynağı, U-20’nin taşıdığı Kayıp Kargo’da gizli.”
“Yavuz’un Sırrı?”
“Notlara göre, Yavuz Sultan Selim, Mısır seferinden dönerken, sadece sancağı değil, aynı zamanda, o dönemde bilinen en güçlü enerji kaynağını da getirmiş. Bu, bir tür radyoaktif mineral olabilir. Ve Chronos, bu minerali, modern bir silah haline getirmek istiyor.”
Bölüm 10: Tuzak ve Karşı Saldırı
Hakan, telsizle, dışarıdaki ekibe, tüneli güvence altına alma emrini verdi. Ancak, tam o sırada, tünelin girişinden, silah sesleri geldi.
“Tuzak!” diye bağırdı Hakan. “Chronos, bizi bekliyormuş.”
Hakan ve Aslı, kendilerini, tünelin derinliklerinde, Chronos’un silahlı adamlarının arasında buldular.
Hakan, Aslı’yı korumak için, hızla bir duvarın arkasına siper aldı. “Dr. Kara, not defterini al ve tünelin derinliklerine kaç. Ben, onları oyalarım.”
“Hayır, Hakan. Ben, bu tünellerin haritasını biliyorum. Birlikte kaçabiliriz.”
Aslı, optik diskteki haritayı kullanarak, tünelin derinliklerinde, haritada işaretlenmemiş, gizli bir kaçış tüneli buldu.
“Buradan! Burası, haritada yok. Ama tünel, eski bir su yoluyla dışarı çıkıyor.”
Hakan ve Aslı, Chronos’un adamlarından kaçarken, tünelin derinliklerine doğru ilerlediler.
Tünelin sonu, eski, paslanmış bir demir kapıyla kapanmıştı. Kapının arkasından, su sesi geliyordu.
“Bu, eski bir su yolu,” dedi Aslı. “Bizi, dağın diğer tarafına çıkaracak.”
Hakan, kapıyı açmak için, elindeki patlayıcıyı kullandı. Patlama, tünelin içinde yankılandı.
Kapı açıldığında, Hakan ve Aslı, kendilerini, Rize’nin sisli bir vadisinde buldular.
Ancak, Chronos’un adamları, peşlerindeydi.
“Teslim olun!” diye bağırdı, Chronos’un lideri.
Hakan, son bir hamleyle, elindeki not defterini, Aslı’ya verdi. “Koş, Dr. Kara! Bu notlar, Yavuz’un Sırrı’nın anahtarı. Onları, Ankara’ya ulaştır.”
Aslı, tereddüt etti. Hakan, kendini feda ediyordu.
“Git!” diye bağırdı Hakan. “Bu, bir emirdir!”
Aslı, not defterini alıp, sisin içine doğru koştu. Hakan, Chronos’un adamlarıyla son bir çatışmaya girdi.
Bölüm 11: Sırrın Çözülmesi
Aslı, Rize’nin dağlarında, Hakan’ın fedakarlığı sayesinde, Chronos’un elinden kurtuldu. Ankara’ya döndüğünde, not defterini ve optik diski, MİT’in analiz laboratuvarına teslim etti.
Not defteri, Yavuz’un Sırrı’nın, sadece bir radyoaktif mineral olmadığını, aynı zamanda, bir tür enerji dönüştürücü olduğunu ortaya çıkardı. Bu dönüştürücü, sancağın kumaşına işlenmiş, özel bir alaşımla aktive edilebiliyordu.
Chronos’un amacı, bu enerji dönüştürücüyü kullanarak, Karadeniz’in altındaki tünel sistemini, gizli bir nükleer silah üretim üssüne dönüştürmekti.
Aslı, Hakan’ın fedakarlığı ve Yavuz’un Sırrı’nın gücü sayesinde, ulusal bir felaketi önlemişti.
Karadeniz’in derinliklerindeki sır, artık çözülmüştü. Ancak, Chronos’un lideri, hala serbestti.