Bekar bir anne, oğlunun doktor olabilmesi için hayalinden vazgeçti
Küçük Safranbolu kasabasında, havada taze ekmek ve ıslak odun kokusu varken, Elif Nur adında bir kadın yaşardı. Gözlerinde yorgunlukla karışık bir şefkat vardı. Yirmili yaşlarından beri hayat, onu beklemediği kadar sert vurmuştu. Elif, tesadüfen değil, kendi kararıyla bekar bir anne olmuştu. Gençliğinde, ona gökyüzünü vaat eden bir müzisyen sevgilisi, hamilelik haberini duyunca ortadan kaybolmuştu. Elif kalmaya karar verdi. “Bir aile kurmak için bir erkeğe ihtiyacım yok,” dedi kendi kendine. Böylece bezler, çift mesailer ve ertelenmiş hayaller arasında yolculuğu başladı.
Elif, çocukken profesyonel piyanist olmayı hayal ederdi. Öyle bir tutkuyla çalardı ki köyün imamı bile gözyaşlarını tutamazdı. Ama 18 yaşında, yoksulluk provalarını elinden aldı; sonra annelik geri kalanını. Yıllarca gündüz garsonluk, gece temizlikçilik yaptı. Küçük oğlu Arda, bağışlanan kitaplarla ve uydurulmuş atıştırmalıklarla büyüdü; ama aynı zamanda sıcak sarılmalar ve umut dolu sözlerle de. Her gece, Elif şöyle derdi:
— Oğlum, ben okuyamadım, ama sen okuyacaksın. Benden çok ileri gideceksin.
Ve o, yedi yaşındaki masumiyetle cevap verirdi:
— Anne, doktor olunca sana beyaz bir piyano alacağım. Büyük tiyatrolardakiler gibi.
Bu söz, ikisinin de hayat motoru oldu. Arda, neredeyse acı verici bir disiplinle çalıştı. Oyunlara gitmedi, partilere katılmadı. Elif, oğlunun genç yaşta bu kadar ciddi olmasına üzülse de bunun tek yol olduğunu biliyordu.
Bazen, onu loş mutfak ışığında ders çalışırken izlerken düşünürdü:
“Bu çocuk farkında değil, hem benim hem de kendi hayalimi yaşıyor.”
Yıllar geçti. Arda, İstanbul Tıp Fakültesi’ne burs kazandı. Mektubu aldığında, Elif o kadar çok ağladı ki kâğıt neredeyse okunmaz hale geldi. Oğlunun kalacak yer parasını ödemek için nişan yüzüğünü sattı — onu sevgi değil, gurur için saklamıştı. “Benim için değil, onun için parlasın,” diye düşündü.
Mesafe zordu. Elif başkalarının evlerini temizlemeye devam ederken, o hayat kurtarmayı öğreniyordu. Bazen gecenin bir yarısı, “Her şey buna değdi mi?” diye sorardı kendine. Ama ne zaman Arda telefonda “Anne, bugün kalp ameliyatına girdim,” dese, tüm şüpheleri erirdi.
Yıllar geçti. Arda, onur derecesiyle mezun oldu. Tören sırasında, alkışlar ve çiçekler arasında annesini aradı. Onu, sade bir elbiseyle, gözleri sabahın ilk ışığı gibi parlayan hâliyle gördü. Sahneye çıktığında mikrofona yaklaştı ve dedi ki:
— Bu diploma sadece benim değil. Ofisleri temizleyen, piyanoyu bırakıp çamaşır makinesinin sesini dinleyen kadının. Anne, bu diploma senin adını taşıyor.
Salon ayağa kalktı, alkışlar yankılandı. Elif gözyaşlarını tutamadı. Uzun yıllardan sonra ilk kez, hayatın ondan çok şey almadığını, aslında en değerlisini geri verdiğini hissetti: tamamlanmış bir amacı.
Yıllar sonra, sakin bir gecede, Arda annesinin küçük dairesine sürpriz bir ziyaret yaptı.
— Gözlerini kapat anne — dedi gülümseyerek.
Açtığında, karşısında beyaz bir piyano vardı. Elif dondu kaldı. Parmaklarını tuşların üzerinde gezdirdi, sanki anılarına dokunuyordu. Gençliğinde çaldığı o eski melodiyi çaldı. Oğlu onu dinlerken gözyaşlarını saklamaya çalıştı.
— Söz vermiştim — dedi Arda —. Şimdi sıra sende, yeniden hayal kur.
Ve müzik odayı doldururken, Elif anladı ki hayalini kaybetmemişti; sadece oğlunun hayaline şekil vermek için ertelemişti. Beyaz piyano, bir kurtuluş ilahisi gibi yankılandı — hiçbir fedakârlığın susturamayacağı bir sevgi yankısı.