CEO’nun Felçli Oğlu Umudunu Kaybetmişti — Ta Ki Bekar Bir Anne Fısıldadı: “Ona Yardım Edeceğim”

CEO’nun Felçli Oğlu Umudunu Kaybetmişti — Ta Ki Bekar Bir Anne Fısıldadı: “Ona Yardım Edeceğim”

.
.

CEO’nun Felçli Oğlu Umudunu Kaybetmişti — Ta Ki Bekar Bir Anne Fısıldadı: “Sana Hayata Dönmene Yardım Edeceğim”

 

Hayatın her şeyi aldığı anlar vardır ve tam o zaman en beklemediğiniz kişi ortaya çıkar.

Kerem Yılmaz, on yedi yaşındaydı ve bedenini yok eden ama her şeyden önce ruhunu öldüren bir kazadan sonra belden aşağısı felçliydi. Babası Ömer Yılmaz, İstanbul’un en büyük şirketlerinden birinin genel müdürüydü. En iyi doktorlar, en son teknoloji tedaviler, en pahalı klinikler için milyonlar harcadı. Hiçbiri işe yaramadı. Tıp başarısız olduğu için değil, çocuk yaşamak istemekten vazgeçtiği için.

Konuşmayı bıraktı, denemeyi bıraktı. Tekerlekli sandalyesinde oturarak boşluğa bakıyordu. Sanki çoktan ölmüş ama bedeni henüz farkında olmayan biri gibi. Ömer, parayla ya da kararlılıkla çözemediği bir sorunla karşı karşıyaydı.

Aralık ayıydı. İstanbul’da kar yağıyordu. O akşam Ömer işten saat 8:00’de döndüğünde, karısı Ayşe‘yi mutfakta ağlarken buldu. Boston’daki nörocerrahlardan gelen e-posta, daha fazla tıbbi tedavi imkanı görmediklerini yazıyordu.

“O pes etti,” diye ağladı Ayşe. “Savaşmıyor. Eğer o istemiyorsa biz ne yapabiliriz?”

Ömer cevap vermedi. Kapının zilinin çaldığını duyduğunda koridor duvarına yaslanmış, kontrolü kaybettiğini hissediyordu.

Kapıda, ince bir paltolu, saçları at kuyruğu yapılmış bir kadın duruyordu. Adı Elif Demir‘di. O saatte orada olması gereken biri gibi görünmüyordu. “Oğlunuz hakkında sizinle konuşmam gerekiyor,” dedi.

Ömer tereddüt etti. Ama sesindeki bir şey, belki sadece kendi kalbindeki umutsuzluk, kapıyı açan düğmeye basmasını sağladı.

CEO’nun Felçli Oğlu Umudunu Kaybetmişti — Ta Ki Bekar Bir Anne Fısıldadı:  “Ona Yardım Edeceğim”

Karanlıktan Çıkışın Nedeni

 

Elif Demir, Ömer’in lüks salonunda, yorgun ve şüpheci bir şekilde oturan Ömer ve Ayşe’nin karşısında, dik durdu. Yılmaz ailesine sunacak bir şeyi varmış gibi görünmüyordu.

“Fizyoterapistim. Ama en iyi üniversitelerden sertifikalarım yok,” diye kabul etti Elif. “Ama deneyimim var. Ağır travmalar, nörolojik hastalıklar geçirmiş çocuklarla çalışıyorum.”

Ömer, “Zaten ülkedeki en iyilerle çalışıyoruz,” dedi.

“Biliyorum,” Elif başını salladı. “Ama bu teknikler ya da ekipman meselesi değil. İlişki meselesi, güven meselesi, bir insanın karanlıktan çıkmak isteme nedeni meselesi.”

Ayşe öne eğildi. “Ne demek istiyorsunuz?”

“Oğlunuz savaşmayı bıraktı. Yapamadığı için değil, anlamını görmediği için. Ve dünyadaki hiçbir rehabilitasyon, o kendisi yaşamak istemeye karar vermedikçe işe yaramayacak.” Elif onlara baktı. “Onu ayağa kaldıracağıma söz vermiyorum ama daha önemli bir şeyi geri vereceğime söz veriyorum: Umut.”

Ömer, Elif’e baktı. Çok fazla söz duy muştu. Ama Elif’in gözlerinde gördüğü, sahtelikten arınmış umuttu.

“Neden size güvenmeliyim?” diye sordu Ömer.

“Çünkü başka seçeneğiniz yok,” dedi Elif yumuşakça.

 

Duvarın Çatlağı

 

Ertesi gün, Elif, Kerem’in odasına girdi. Çocuk her zamanki gibi pencerenin yanında tekerlekli sandalyesinde oturuyordu.

“Merhaba Kerem. Benim adım Elif,” dedi. Sesi sakindi. Yanındaki bir sandalyeye oturdu. “Buraya seni egzersize zorlamak için gelmedim. Daha iyi olacağını söylemek için gelmedim. Seninle olmak için geldim. Ve istersen yardım edeceğim. Ama sadece sen istersen.”

Elif, ilk iki hafta boyunca sessizce oturdu. Bazen kendi hayatından hikayeler anlattı. Kızının kalp rahatsızlığıyla doğduğundan, doktorların altı ay ömür verdiğinden, ama bugün sekiz yıl sonra kızın nasıl koştuğundan, güldüğünden. Asla kazadan bahsetmedi. Asla nasıl hissettiğini sormadı.

Kerem, yavaşça onu tamamen görmezden gelmeyi bıraktı. Gözleri, bazen onun hareketlerini takip ediyordu.

Üçüncü haftada, Elif yanında bir gitar getirdi. Eski, biraz çizilmiş. Umut hakkında bir şarkı çaldı. Kaybolan ama sonra yeniden bulunan yollar hakkında.

Kerem dinledi ve aylardır ilk kez gözlerinde boşluktan başka bir şey belirdi: merak gibi bir şey ya da belki özlem.

Elif, Kerem’le çalışmaya başlamasından bir ay sonra, bir dönüm noktası yarattı. Yanında bir dosya getirdi. İçinde, tekerlekli sandalyelerde yatan, koltuk değnekli, felçler geçirmiş gençlerin fotoğrafları vardı. Ve yanında aynı yüzler, aylar ya da yıllar sonra ayakta yürüyen, gülümseyen.

“Bunlar benimle çalıştığım insanlar,” dedi Elif. “Hepsi %100 iyileşmedi ama hepsi denemeye devam etmelerini sağlayan bir şey buldu.”

Kerem fotoğraflara aylardır olmayan bir yoğunlukla baktı ve sonra çok sessizce, Elif’e ilk kez yönelttiği sözleri söyledi: “Ben de yapabilir miyim?”

Elif gülümsedi. “Evet Kerem, yapabilirsin ama istemen gerekiyor.”

Çocuk, doğrudan gözlerinin içine baktı ve başını salladı. Bu, duvardaki ilk çatlaktı.

 

Mucizevi Dönüşüm

 

O günden itibaren her şey değişti. Elif ince egzersizler tanıtmaya başladı. Kerem’e neyi yapamadığını hatırlatan değil, ona hala neler yapabileceğini gösteren egzersizler. Birlikte top yakaladılar, blok dizdiler, çizim yaptılar.

Kerem yavaş çekingen konuşmaya başladı. Kazayı anlattı. Bacaklarını hissetmediğini fark ettiğinde onu kaplayan korkuyu. Elif dinledi. Yargılamadan. Ve bu güvenlikte Kerem açılmaya başladı.

“Hayatın bedenle ne yapabildiğin değil ama kalple ne hissettiğinle ilgili olduğunu keşfetti.”

Elif, çocuklarla olan kendi ilişkisini de Kerem’e taşıdı. Kızı Aylin‘le geldi. Aylin, yedi yaşındaydı. Kerem’e boyama kitapları getirdi. Kerem güldü, şaka yaptı ve hatta sağ eli ağrıdığında sol eliyle çizmeyi denedi.

Ömer ve Ayşe dönüşümü gördüler. İnanamadılar. İçi boşalan bu adam şimdi yaşıyordu. Elif’e para teklif ettiler. Reddetti. “Bunu para için yapmıyorum. Ama Kerem’le yaptığım iş, daha fazlası ve para bunu mahveder.”

Elif, sadece Aylin için anonim olarak bir eğitim fonu kabul etti.

Bir yıl sonra, Kerem tekerlekli sandalyedeydi, ama artık ölmek isteyen çocuk değildi. O, uzaktan eğitimle okula devam etmeye, bir blog yazmaya, insanlarla bağlantı kurmaya başlayan bir adamdı.

Elif, Kerem’e ne verdiğini sordu. “Bacakları değil, bedeni değil. Ona bir neden verdin. Bir sonraki günü görmek istemek için.”

Kerem Yılmaz’ın hikayesi dramatik bir iyileşmeyle bitmedi. Hayat her zaman böyle sonlar yazmaz. Ama başka bir dönüşüm oldu. Farklı türde bir mucize. Ölmek isteyen çocuk yaşamak için bir neden buldu.

Belki de en büyük mucize kaybettiklerimizi geri kazanmak değildir. Ama geriye kalanları sevmeyi öğrenmektir. Bu hikaye, davetsiz gelen ve her şeyi değiştiren beş kelimeyi fısıldayan bir kadının, umudu tekrar inşa etmesinin öyküsüdür.

.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News