Küçük Kız Korumaların Almanca Konuştuğunu Duydu Ve Milyoneri Arabaya Binmemesi İçin Uyardı

Küçük Kız Korumaların Almanca Konuştuğunu Duydu Ve Milyoneri Arabaya Binmemesi İçin Uyardı

.
.

Ayşe’nin Sessiz Kahramanlığı

Ayşe Demir sekiz yaşındaydı ve kendini görünmez hissediyordu. Bu, utangaç ya da sessiz olduğu için değil; aksine, çok zekiydi. Konuşması gerektiğinde konuşur, ama genellikle susardı. Çünkü dünyada onun gibi çocuklar kolayca göz ardı edilirdi. Bit pazarından alınmış eski giysiler giyen, fakir mahallelerde yaşayan, anne babaları ortadan kaybolduğu için babaanneleri tarafından büyütülen çocuklar… Ayşe de onlardan biriydi.

Ayşe, babaannesi Fatma ile birlikte, Tarlabaşı’nda, 1970’lerden kalma eski, iki odalı bir apartmanda yaşıyordu. Asansörler nadiren çalışırdı, duvarlar grafitilerle kaplıydı ve merdivenler sigara ve nem kokardı. Daire küçüktü ama temizdi. Babaannesi 72 yaşındaydı ve artrit hastalığı nedeniyle hareketleri acı veriyordu. Ama yine de evin her şeyinin yolunda olmasını sağlardı. Zeminler süpürülür, bulaşıklar yıkanır, Ayşe’nin yatağı her zaman yapılırdı. Örtüsü eski ve yamalı olsa da, evde huzur vardı.

Ayşe’nin annesi, Ayşe üç yaşındayken ortadan kaybolmuştu. Bir gün evden çıkmış ve bir daha geri dönmemişti. Babası bir süre ilgilendi ama alkol bağımlılığı kızına olan sevgisinden daha güçlüydü. Sonunda babaannesi Fatma, Ayşe’nin yasal velayeti aldı. Ayşe, babasını sadece bira kokan, bulanık bir siluet olarak hatırlıyordu. Ama babaannesi farklıydı. Domates çorbası, kış gecelerinde sıcak battaniyeler, masallar… Bunlar onun sevgiyle dolu dünyasının parçalarıydı.

Küçük Kız Korumaların Almanca Konuştuğunu Duydu Ve Milyoneri Arabaya  Binmemesi İçin Uyardı - YouTube

Babaannesi, Ayşe’nin okuduğu ilkokulda temizlik işçisi olarak çalışıyordu. Saatlik ücreti 6 liraydı ve bu parayla zor bela kira ve faturalar ödeniyordu. Yeni kıyafetler, oyuncaklar, sinema ya da restorana gitmek ise hayaldi. Ayşe’nin sahip olduğu her şey bit pazarlarından, bağışlardan, başkalarının artıklarından oluşuyordu. Ama Ayşe asla şikayet etmezdi. Çünkü babaannesinin elinden geleni yaptığını görüyordu ve şikayet etmenin sadece acı vereceğini biliyordu.

Ayşe, 12 numaralı ilkokula gidiyordu. Sınıflar kalabalık, öğretmenler yorgundu. Ayşe iyi bir öğrenciydi. En iyisi değil ama sağlamdı. Okumayı, matematiği, dünyayı anlamayı severdi. Ama sınıfta nadiren elini kaldırırdı. Çünkü onun gibi çocukların sesi duyulmazdı. Yeni çantası olmayan, plastik torbalarda sandviç getiren, büyük ceketler ve küçük ayakkabılar giyen çocukların sözleri yok sayılırdı. Ayşe bunu erken öğrenmişti.

Fakat Ayşe’nin bir yeteneği vardı: Diller. Okulda İngilizce öğreniyordu ama evde, babaannesinin OLX’ten aldığı eski bir dizüstü bilgisayarda İtalyanca, İspanyolca, Fransızca ve özellikle Almanca çalışıyordu. Almanca onu büyülüyordu. Belki de çözebileceği gizli bir kod gibiydi. Almanca şarkılar dinler, Almanca filmleri altyazılı izler, kelimeleri tekrar ederdi. Babaannesi sık sık, “Dillere kulağın var, belki bir gün tercüman olursun, dünyayı gezersin,” derdi. Ayşe buna inanmak istiyordu. Bu küçük daireden, fakir hayattan, görünmezlikten kaçış yolunun bu olduğunu düşünüyordu.

Sonra o gün geldi. Her şeyi değiştiren gün. Ekim ayının başı, soğuk bir sonbahar günüydü. Ayşe okuldan çıktı, babaannesi iki saat daha çalışıyordu. Ayşe tek başına eve yürümeyi severdi. Tarlabaşı sokaklarında yürürken yaşlı kadınların hava ve politika hakkında sohbetlerini dinlerdi. Ama o gün bir şey farklıydı.

Ayşe, Hilton İstanbul Oteli’nin önünden geçerken siyah, parlak bir Mercedes S serisi gördü. Arabanın yanında siyah takım elbiseli, kulaklık takan iki adam duruyordu. Korumalar… Filmlerden çıkmış gibiydiler. Ardından otelden çıkan adamı gördü: Kemal Yılmaz. Türkiye’nin en zengin adamı, teknoloji imparatoru, acımasız iş adamı ama hayırsever de… Yıllık kira tutarını geçecek pahalı takım elbisesi içinde, kendinden emin yürüyordu.

Ayşe onu televizyonda, gazetelerde görmüştü ama hiç tanımamıştı. Tam o sırada korumaların Almanca konuştuğunu duydu. “Her şey hazır mı?” “Evet. Bomba sürücü koltuğunun altında. Motor çalışırsa patlayacak.” Ayşe dondu kaldı. Bomba mı? Hemen koştu, “Hayır! Arabaya binmeyin!” diye bağırdı. Kemal Yılmaz ve korumalar şaşkınlıkla ona baktılar. Kemal Yılmaz, “Sen kimsin?” diye sordu. Ayşe nefes nefese, elleri titreyerek, “Bomba var. Almanca konuştular,” dedi.

Korumalar alaycıydı, “Bu sadece bir çocuk, Almanca bile konuşamaz,” dediler. Ama Kemal Yılmaz onun gözlerine baktı, şüpheyle. Ayşe kelimeleri tekrar etti. “Ist alles bereit? Ja. Bombe ist im Fahrersitz unter dem Motor. Startet der Motor, boom boom.”

Kemal Yılmaz arabayı açtırdı, korumalar sürücü koltuğunun altını kontrol etti. Bir koruma donuk bir şekilde “Var,” dedi. Hemen polisi aradı. Bölge tahliye edildi, terörle mücadele ekibi geldi. Ayşe korkmuştu ama oradaydı. Kemal Yılmaz ona diz çöktü, “Hayatımı kurtardın,” dedi.

Polisler Ayşe’yi karakola götürdü. Babaannesi endişeyle geldi. Ayşe tüm olanları anlattı. Polisler, dedektifler sorular sordu. Ayşe dürüstçe cevapladı. Dedektif Arslan, “Bu çok büyük bir tesadüf. Seni daha fazla sorgulayacağız,” dedi. Ayşe üzgündü ama doğruyu söyledi.

Hikaye medyada yayıldı. Ayşe kahraman ilan edildi ama aynı zamanda şüpheyle de karşılandı. Bazıları onun hikayesini kabul etti, bazıları komplo teorileri uydurdu. Telefonlar, teklifler yağdı. Babaanne Fatma hepsini reddetti. Ayşe satılık değildi.

Bir gün Kemal Yılmaz, korumasız, sade bir şekilde apartmana geldi. Babaanne onu içeri aldı. Kemal Yılmaz, “Sana teşekkür etmem gerekiyor,” dedi. Ayşe’ye 500.000 liralık bir zarf verdi. “Bu senin için, geleceğin için,” dedi. Ayrıca en iyi eğitim fırsatlarını da sunacağını söyledi.

Altı ay sonra Ayşe ve babaannesi Bakırköy’de geniş, üç odalı, ışık dolu, sıcak bir daireye taşındılar. Babaannesi artık çalışmıyordu, dinleniyor, kitap okuyordu. Ayşe yeni bir okula başladı. Uluslararası, küçük sınıflı, öğretmenlerin gerçekten dinlediği bir okuldu. Almanca, İngilizce, Fransızca dersleri aldı. Öğretmenleri onun hızlı öğrenmesine hayran kaldı.

Ama Ayşe hâlâ tam mutlu değildi. Dünyanın çok hızlı hareket ettiğini, yetişemediğini hissediyordu. Yine de Kemal Yılmaz hayatının bir parçasıydı. İki haftada bir onları ziyaret eder, kitaplar getirir, işinden bahsederdi. Aralarında özel, resmi olmayan ama güçlü bir bağ oluşmuştu.

Bir gün Kemal Yılmaz sordu, “Hiç pişman oldun mu beni uyardığın için?” Ayşe düşündü. Hayır, hayatımı kurtardığım için pişman değilim. Ama bu kadar halka açık olmak, insanların beni yargılaması zorladı. Kemal, “Kahramanlığın bir bedeli var, ama sen gerçeği biliyorsun, önemli olan bu,” dedi.

Yıllar geçti. Ayşe on yaşına geldiğinde kendine güveni artmıştı. Babaanne sağlıklıydı, okul iyiydi. Ama Ayşe o anı asla unutmadı. Yabancı bir dildeki kelimeleri duyduğunda ve onların korkunç bir şeyin anahtarı olduğunu anladığında…

Bir gün Kemal Yılmaz’ın teknoloji şirketinde bir konferansa davet edildiler. Ayşe, bilgisayarlar, takım elbiseli insanlar arasında dolaşırken Rusça konuşan iki adamın planlarını duydu. Belgeler hazırdı, imzalanacak ve büyük bir dolandırıcılık gerçekleşecekti. Ayşe tereddüt etmeden Kemal’in ofisine gitti, her şeyi anlattı.

Kemal hemen hukuk departmanını aradı, imza işlemlerini durdurdu. Dolandırıcılar tespit edildi, engellendi. Kemal ona tekrar teşekkür etti, “Bunu insanları korumak için kullan,” dedi.

Ayşe artık 20 yaşındaydı. Uluslararası ajanslar için tercüman, güvenlik analisti ve görünmeyen kahramandı. Dünyanın konuştuğu onlarca dili dinleyip anlayarak tehditleri önlüyordu. Kamuda değil, sessizce ve etkili çalışıyordu.

Kemal Yılmaz onu ikinci kızı olarak görüyordu. Babaannesi Fatma huzurlu, torununun iyi biri olduğunu biliyor ve gurur duyuyordu. Ayşe ise öğrendiği en önemli şeyi hiç unutmadı: En sessiz sesler bile dünyayı değiştirebilir. Dil bilgisi bir beceri değil, bir süper güçtü. Dinlemek, anlamak ve harekete geçmek hayat kurtarırdı.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News