Mit Bir PKK Komutanını Kalabalık Bir Düğünde Nasıl Sessizce Etkisiz Hale Getirdi

Mit Bir PKK Komutanını Kalabalık Bir Düğünde Nasıl Sessizce Etkisiz Hale Getirdi

Sessiz Düğün

(Bir İstihbarat Operasyonunun Görünmeyen Hikâyesi)

1. Bölüm – Düğün Gibi, Ölüm Gibi

Erbil, Irak Kürdistan Bölgesi.
18 Ağustos 2018, Cumartesi. Akşam.

Grand Hilal Hotel’in kristal avizeleri, balo salonunun tavanında küçük güneşler gibi parlıyordu. 300 kişilik salon, renk renk elbiseler, ağır takım elbiseler, yüksek kahkahalar, telefon flaşları, saz ve darbukanın iç içe geçtiği gürültüyle doluydu.

Kimse, o salonda iki şeyin aynı anda yaşandığını fark etmeyecekti: Bir kızın düğünü ve bir adamın infazı.

Sahnede, yerel bir müzik grubu halay havasını çalarken, insanlar zincir gibi birbirine kenetlenmiş, eller havada, ritme vuruyordu. Bazı erkekler, artık neredeyse gelenek haline gelmiş şekilde, havaya birkaç el ateş ediyor; mermiler tavana yakın bir yerde kaybolurken, alkışlar ve çığlıklar havada karışıyordu.

Salonun tam ortasındaki uzun masanın başında, beyaz sakallı, ağır adımlı bir adam dolaşıyordu. Davetlilerin bazıları ayağa kalkıyor, onunla tokalaşıyor, kimileri elini öpüyor, kimileri sadece uzaktan başıyla selam veriyordu.

Resmî olarak, o adam gelinin babasıydı.
Gayri resmî olarak, çok daha fazlası.

Teşkilat arşivlerinde adı başka türlü yazılıydı: Kod Adı: Kartal.
Gerçek adı: Mehmet Tarık Kandal.

On dört yıldır kırmızı dosyalarda bekleyen bir hedef. Türkiye’nin büyük şehirlerinde gerçekleşen seri bombalı saldırıların planlayıcısı. Resmî kayıtlara göre 120 sivil, 9 güvenlik görevlisinin ölümünden dolaylı veya doğrudan sorumlu bir örgüt yöneticisi.

Bu akşam, kızının düğününde, hayatının son saatlerini yaşıyordu.

Bunu bilmeyenler vardı.
Bir de bilenler.

Salonun arka köşesinde, gümüş tepsilerle masa masa dolaşan genç bir garson, elindeki bardakları dikkatle taşıyor, yüzüne yorgun ama nazik bir ifade yerleştiriyordu. Üzerinde otelin krem rengi üniforması, saçları sıkıca toplanmış, kulaklarında küçük inci küpeler vardı.

Adı, otelin bordrosunda Rojin Hesen olarak geçiyordu.
Gerçekte ise Kod Adı: Leyla’ydı. Türkiye’den gelen özel bir ekibin en genç saha operatörü.

Bu operasyon, teşkilatın sınır ötesi tarihinde, “en sessiz” dosyalardan biri olarak anılacaktı.
Eğer başarılırsa.

2. Bölüm – Aranan Adamın Sessiz Yılları

Mehmet Tarık Kandal, 1964 yılında, Türkiye sınırına yakın, yoksul bir kasabada doğmuştu. İstihbarat dosyalarında, onun hakkında onlarca sayfa bilgi vardı: Ailesi, öğrenciliği, 1980’lerde illegal yapılara katılması, kamplarda aldığı eğitimler…

Onu farklı kılan, silaha olan mesafesiydi.

Kandal, gençlik yıllarında sahada aktif bir militan olarak değil, örgütün “beyin takımı”nda yer alarak yükselmişti. Silahlı eylemlere katılmıyor, tetik çekmiyor, patlayıcı taşımıyordu. İlk başta bu, onu örgüt içinde zayıf gösterir gibi olmuştu. Ama zamanla yeteneği, doğru yerde karşılığını buldu.

Planlama, para ve lojistik.

1990’ların başında, Avrupa’ya gönderildi. Almanya, Hollanda, Belçika arasında adeta mekik dokudu. Oradaki diasporadan para toplamak, bu parayı görünür iz bırakmadan Ortadoğu’ya aktarmak, sahte şirketler kurmak, bağış organizasyonlarını yönetmek… Bunların hepsini yıllar içinde bir “sanat” haline getirdi.

Hesaplara göre, yalnızca 10 yıl içinde kurduğu finans ağı, örgütün toplam gelirinin üçte birini sağlamıştı.

Teşkilat, onu 2002’de fark etti.
Önce banka hareketleri, sonra sivil toplum görünümlü dernekler, ardından sahte hayır kampanyaları…

Ama manzaranın merkezinde duran kişi, hiçbir zaman ortada görünmüyordu.
Telefon kullanmıyor, mail atmıyor, tek bir sosyal medya hesabı bile kullanmıyordu. Görüşmelerini hep “üçüncü mekân”larda gerçekleştiriyor, sabit rotalar oluşturmaktan kaçınıyordu.

Beş yıl boyunca, teşkilatın elinde sadece silik fotoğraflar, dolaylı istihbarat notları, bir de “Mehmet Tarık K.” diye geçen birkaç banka notu vardı. Somut delil yoktu.

Sonra, 2005 yılında, Kandal bir anda ortadan kayboldu.
Avrupa’daki bağlantıları sustu, adresleri boş çıktı, hesaplar kapandı.

Çoğu analist, “tasfiye edildi” diye düşündü. Dosya rafa kaldırıldı.
Bu, yıllar sonra resmi raporlara “stratejik hata” olarak geçecekti.

Çünkü Kandal ölmemişti.
Suriye’ye geçmişti.

3. Bölüm – Kaosun Mimarları

2011’de Suriye iç savaşı başladığında, bölge haritası sadece siyasi sınırlar açısından değil, istihbarat açısından da yeniden çizildi. Her devlet, her örgüt, her silahlı grup bu kaostan pay kapmaya çalışırken, bazı isimler bu karmaşanın içinde sessizce yükseldi.

Mehmet Tarık Kandal, onlardan biriydi.

Savaşın ilk yıllarında, Suriye’nin kuzeydoğusunda bir bölgeyi fiilen kontrol eden örgüt, sınır ticaretinden vergi almaya başlamış, zamanla petrol kaçakçılığı, sigara, ilaç, hatta insan ticareti üzerinden ciddi bir finansal altyapı kurmuştu. Bu karmaşık ağın üzerinde, görünmez bir mimar vardı.

Bu mimarın adı, teşkilatın yeni raporlarında artık açık şekilde yazılıydı: Mehmet Tarık Kandal.

2014 sonrası Türkiye’de yaşanan bazı büyük ölçekli saldırıların lojistik planlamasında, aynı imza görünmeye başlamıştı. İmza, Kandal’ın zihninin ürünü olan üç temel ilkeden oluşuyordu:

Düşük maliyet, yüksek etki
Zincirleme lojistik (her bir halkayı birbirinden habersiz kılma)
Geriye iz bırakmama

Kandal sahaya inmiyor, sınırı geçmiyordu. Fakat bombaların nerede, ne zaman, kimin eliyle patlayacağına dair hesap, çoğu zaman onun masasında son şeklini buluyordu.

Teşkilat, 2016 yılında ilk net doğrulamayı aldı.
Sinyal istihbaratı üzerinden yakalanan bir ses kaydı, eski Avrupa dönemindeki kayıtlarla kıyaslandı. Yapay zekâ destekli ses analiz sistemi, %96 oranında eşleşme verdi.

“Hedef hayatta.”

Dosya, bu kez kalın kırmızı bir klasörle yeniden açıldı. Kapak kısmına kalın harflerle iki kelime yazıldı:
Zaman Aşımı: Yok.

4. Bölüm – Tilki’nin Yakalanışı

Kandal’a doğrudan ulaşmak, sahadaki hiçbir operatörün “mantıklı” bulmadığı bir görevdi. Suriye’nin kuzeyi, farklı grupların kontrol ettiği dar koridorlarla örülüydü. Her yanlış adım, diplomatik kriz, rehine, hatta savaş sebebi olabilirdi.

Bu yüzden Ankara’daki analiz birimi, tersine bir mantık kurdu:

“Onu bulamayız ama, o paraya mecbur. Parayı yöneten düğümleri bulursak, onun soluduğu havayı kontrol edebiliriz.”

Daha önce tespit edilen para transfer ağı yeniden masaya yatırıldı.
İsviçre’den Körfez’e, Dubai’den Erbil’e, oradan da Suriye’nin kuzeyine uzanan zincirde, bazı düğüm noktaları, diğerlerinden daha kritik görünüyordu.

Erbil’deki “Hilal İthalat-İhracat” şirketi bunlardan biriydi.

Resmi kayıtlara göre halı, tekstil ve inşaat malzemeleri ticareti yapan orta ölçekli bir firmaydı. Gerçekte, Körfez’den gelen kayıt dışı fonların bir kısmını “temizleyip” Suriye’ye aktaran bir aracıydı.

Şirketin yöneticisi, otuzlu yaşlarının sonunda, ince bıyıklı, gözlerinde sürekli hesap yapan bir parıltı olan bir adamdı. Teşkilat dosyasında kod adı: Tilki.

Tilki’nin nasıl ele geçirildiği, bugün bile raporların en karanlık sayfalarında kalıyor. Bazı kaynaklar, Erbil çıkışında yapılan gizli bir operasyonu, bazıları ise ailesine yönelik bir “sığınma” teklifini işaret ediyor. Resmî kayıtlara geçen sadece şu cümle:

“2017 Mart’ında, Tilki kod adlı hedef kontrollü olarak devşirildi. Çift ajan olarak kullanılmasına karar verildi.”

Tilki’ye yapılan teklif netti:
Ya cezaevinde kaybolup gidecekti.
Ya da teşkilat için çalışacak, karşılığında hem kendi hayatını, hem de ailesinin güvenliğini kazanacaktı.

Tilki, fazla düşünmedi.
Bu, hayatta kalmayı her şeyin üstünde tutan insanlar için içgüdüsel bir karardı.

İlk aylarda, aktardığı bilgiler sınırlıydı. Kandal’ın paranoyası hâlâ en büyük duvar olarak karşılarında duruyordu. Kandal, kimseye konumunu söylemiyor, bütün görüşme yerlerini kendisi seçiyor, son anda değiştiriyor, kimsenin yanında telefon taşımasına izin vermiyordu.

Ama insan, şartlar ne olursa olsun, bazı zayıflıklar taşır.
Tilki, bu zayıflıkları sabırla aradı.

5. Bölüm – Bir Babanın Açığı

Tilki’nin üçüncü ay raporunda, önemli görünen küçük bir not vardı:

“Hedef, aile konusunda görece daha duygusal. Özellikle kızı Sarya’dan bahsederken sesi değişiyor. Onun düğününü görememe korkusundan söz etti.”

Bu satır, Ankara’daki bir analistin dikkatini çekti. Yanına kocaman bir yıldız çizdi.
Sonraki raporlarda, Evlat –özellikle de kız çocuk– teması yeniden ve yeniden ortaya çıkmaya başladı.

Tilki, bir görüşme sırasında, sanki rastgele bir sohbet açmış gibi sordu:

“Sen hiç düğün yaptın mı, Heval Tarık? Kendi düğününü diyorum.”

Mehmet Tarık Kandal, hafifçe gülmüştü.

“Bizim zamanımızda düğün müğün yoktu Tilko,” demişti. “Dağ düğünü. Bir çadır, iki silah, o kadar. Karım için üzülürüm ama en çok kızım için. Ona böyle, ışıklı salonlarda, misafirli, halaylı bir düğün yapacağıma söz verdim.”

Tilki, cümleleri aklının bir köşesine kazıdı.
Aylar sonra, Şubat 2018’de, rapora şu cümle eklendi:

“Hedefin kızının düğünü Ağustos ayında Erbil’de yapılacak. Katılmayı planlıyor.”

Ankara’da tüm planlar bir anda hızlandı.
On dört yıldır masa başında bekleyen dosya, ilk kez gerçek bir tarih içerecekti.

6. Bölüm – Masadaki Tartı

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Ankara’daki karargâhında, pencereleri kalın perdelerle kapatılmış bir toplantı odasında, on kişi kare masanın etrafına oturmuştu. Odanın ortasında Erbil’in uydu görüntüleri, oteller, ana caddeler, konsolosluk binaları gösteren büyük bir ekran vardı.

“Düğün kesin mi?” diye sordu, dairesel gözlüklerinin üzerinden ekrana bakan müsteşar yardımcısı.

“Kesin,” dedi analiz biriminin başındaki kadın. “Tilki üç farklı kanaldan doğrulattı. Salon rezervasyonu yapılmış. Kız tarafının hazırlıkları başlamış. Düğün, Grand Hilal Hotel’de olacak.”

“Bu, fırsat,” dedi bir diğeri.

“Bu, mayın tarlası,” diye karşılık verdi karşısındaki. “Burası Erbil. Yabancı toprak. Açık bir operasyonun bedeli ağır olur. Bir kurşun fazla gider, yanlış masaya sıçrayacak bir panik… Diplomatik kriz, belki daha fazlası.”

Masada bir süre sessizlik oldu. Herkes aynı anda aynı denklemi çözmeye çalışıyordu:
Bir yanda 14 yıldır aranan bir isim, diğer yanda, sivil bir düğün salonu, karmaşık bölgesel dengeler.

Son sözü, istihbarat başkanı aldı.

“Tek bir kurşun bile atılmayacak,” dedi. Sesi sakindi ama kesin. “Ne patlama, ne çatışma. Hedef, doğal görünümlü bir ölümle etkisiz hale getirilecek. Hiçbir davetlinin burnu kanamayacak. Irak tarafı, otel yönetimi, hatta kendi ailesi bile bir operasyondan şüphelenmeyecek. Başaramıyorsak, hiç başlamayalım.”

O an, masadakilerin çoğu bu cümlede gizli bir meydan okuma olduğunu anladı.
Bu, yalnızca bir intikam operasyonu değil, aynı zamanda teşkilatın kendine koyduğu bir sınavdı.

“Kim yapacak?” diye soruldu.

Dört isim masanın üzerine bırakıldı. Kod adlarıyla:

Bozkurt – saha lideri
Şahin – teknik ve kimyasal uzman
Tilki – saha içi çift ajan
Leyla – yakın temas operatörü

Bir de yazılı olmayan bir isim vardı:
Zaman.

7. Bölüm – Kimlikler, Rol ve Hazırlık

Grand Hilal Hotel, Erbil’in merkezine yakın, alt katında lobi ve restoran, üst katlarında odalar, en üst katında kentin panoramasını gösteren bir teras bulunan modern bir yapıydı. Balo salonu, zemine yakın geniş bir alanda, yan tarafında mutfak, arkasında personel koridorları ve servis çıkışları ile çevriliydi.

Teşkilat, yerel bir aracı üzerinden otelin mimari planlarını temin etti. Her giriş, her merdiven, her kamera açısı işaretlendi.
Şahin, planları dijital ortama taşıyarak, olası kaçış rotalarını, kör noktaları, sıkışma riskini taşıyan dar alanları tek tek işaretledi.

Kimlik oluşturma aşaması en zahmetli olanıydı.

Bozkurt, İstanbul merkezli bir inşaat ve enerji şirketinin bölge temsilcisi olarak sahaya sürülecekti. Şirket, gerçekten vardı ve gerçekten bölgede projeler yürütüyordu. Bu şirketin Erbil’deki ofisine, üç ay önce “Hakan Demirer” adlı deneyimli bir yönetici atanmıştı. Hakan Demirer’in pasaportu, bankadaki hesapları, sosyal medya profilleri, hatta üniversite yıllarına ait birkaç eski fotoğrafı bile vardı.

Gerçekte, Hakan Demirer diye biri hiç yaşamamıştı.
Bozkurt vardı.

Leyla için daha uzun vadeli bir çalışma yürütüldü. Erbil’deki büyük catering şirketlerinden birine, 6 ay önce “Rojin Hesen” olarak iş başvurusu yapıldı. Referansları, Diyarbakır’da bir otelde çalıştığını söylüyordu. Telefon açanlar, gerçekten Diyarbakır’da bir oteli arıyor, gerçekten orada “Rojin” isimli bir eski çalışanla ilgili olumlu referans alıyordu.

Teşkilat, geriye dönük hayat kurma konusunda ustaydı.

Rojin, yani Leyla, o 6 ay boyunca sahiden garsonluk yaptı. Düğünlerde tepsi taşıdı, nişanlarda pasta kesti, konferanslarda kahve servis etti. Otel personeli onu seviyor, çalışkan buluyor, “helal olsun bu kıza” diyordu.

Düğün günü geldiğinde, Leyla salona sadece bir “istihbarat operatörü” olarak değil, personelin gözünde “işini iyi yapan deneyimli garson” olarak girecekti. Asıl kamuflaj buydu.

Şahin, otelin teknik personeli arasında yer almak için kısa dönemli bir kontratla “elektrik-elektronik sorumlusu” olarak işe sokuldu. Kamera sistemleri, jeneratörler, ses düzeni… Hepsi onun gözetimindeydi.

Tilki zaten sahadaydı. Hem gerçek, hem sahte kimliğiyle.
Kandal’ın ona güvenmesi, operasyona girilen en kıymetli sermayeydi.

8. Bölüm – Saat

Geriye tek bir soru kalmıştı:

“Maddenin vücuda nasıl bulaştırılacağı.”

Silah yok, iğne yok, yiyeceğe karışan görünür bir madde yok…
Herhangi bir ani çöküş, en ufak bir panikte doktor çağrılacak, insanlar etrafı saracak, müdahale edilmek istenecek, belki tatbik edilen her şey süreci bozacaktı.

Şahin, laboratuvar raporlarını getirdi. Uzun yıllar boyunca başka dosyalarda sadece teorik düzeyde çalışılmış bir yöntem vardı.
Cilt yoluyla emilen, belirli koşullar altında kalp krizi tetikleyebilen kimyasal bir kombinasyon.

Maddenin avantajı şuydu:
Vücuda girdikten sonra, etkisi 10 ila 18 saat arasında, metabolizma hızına göre değişen bir süre içinde yavaş yavaş artıyordu. Nihai sonuç, akut miyokard enfarktüsünü taklit ediyordu.
En büyük dezavantajı ise şuydu:
Hedefe doğrudan temas etmesi gerekiyordu.

“Kandal, tanımadığı kimseyle tokalaşmıyor,” dedi analizci. “Yemek, içecek hesabı bizde olmaz. Korumaları var, tadımcıları var.”

Tilki’nin önceki raporlarından bir cümle masaya yeniden geldi:

“Hedef, kendi kanından olanlara güvenir. Kızına, oğlu Diyar’a, kız kardeşi Avin’e… Onlardan gelen hiçbir hediyeyi reddetmez. Onları kucaklar, öper, tokalaşır.”

Bu cümle, planın merkezine yerleştirildi.

Tilki, düğünden iki hafta önce, Kandal’la yaptığı bir görüşmede, sanki büyük bir sürprizden söz eder gibi konuştu.

“Duydum ki Sarya evleniyormuş heval,” dedi. “Baba olmak böyle bir şey işte. Bizim de sana bir hediyemiz olsun dedik. Bir dostumuzdan…”

Masaya, zarif bir kutu bıraktı. Kandal’ın bakışları, içgüdüsel bir şüpheyle Tilki’den kutuya, sonra tekrar Tilki’ye kaydı.

“Ne bu?” diye sordu.

“İsviçre işi bir saat,” dedi Tilki. “Altın kaplama. Kızının düğününde bileğinde dursun. Yakışır sana.”

Kandal, saati çıkardı.
Kutunun içindeki metal, ışığı kırarken gözlerini aldı. Kayış kısmına parmaklarını gezdirdi. Arkasındaki gravürü okudu:

M.T.K.

İlk anda “fazla dikkat çekici” diye düşündü. Ama sonra, kızının düğününde, kendisine yakışır bir şey takmanın kibri hoşuna gitti.

“Saati bana düğün sabahı hatırlat,” dedi Tilki’ye. “Unuturum ben.”

Tilki, o anda sadece “tabii” demekle yetindi. Ama Ankara’da bu cümle, büyük bir derin nefes olarak karşılandı.

Saat, birkaç gün önce, Ankara’daki bir laboratuvarda açılmış, kayış kısmının iç yüzeyine, çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük mikrokapsüller yerleştirilmişti. Bu kapsüllerin içindeki madde, ter ve vücut sıcaklığıyla birlikte saatler içinde çözünüp cilde yayılacaktı.

Kandal’ın kaderi, artık bir kol saatine bağlanmıştı.

9. Bölüm – Düğün Günü

Erbil’in gökyüzü, Ağustos sıcağıyla titriyordu. Termometre öğle saatlerinde 42 dereceyi gösteriyordu.
Şehrin ana caddelerinde trafik sıkışıyor, düğün konvoyları, siyah camlı lüks araçlar, renkli çiçeklerle süslü gelin arabaları birbirine karışıyordu.

Grand Hilal Hotel’in önünde, öğleden sonra itibarıyla ciddi bir hareketlilik başlamıştı.
Dıyarî Ailesi’nin kızının düğünü, sadece bir aile etkinliği değil, aynı zamanda bölgedeki bazı siyasi ve örgütsel figürlerin de katılacağı bir “gösteri”ye dönüşmüştü.

Bozkurt, yani “Hakan Demirer”, öğlen 2 gibi otele giriş yaptı. Lobideki resepsiyon görevlisi onu tanıyordu; son iki ay içinde birkaç kez “iş görüşmesi” için gelip gitmişti. Elinde bir çanta, yüzünde ciddi ama dostane bir ifade vardı.

Leyla, sabah altıda kalkmış, üniformasını giyip mutfağa inmişti. Chef de Service, “Bugün önemli düğün, hata istemiyorum,” diye açıklama yaparken, “Rojin” gözleriyle sağı solu süzüyor, hangi masaya kaç kişi oturacağını, kimlerin protokol masasında bulunacağını aklına kazıyordu.

Şahin, teknik odada güvenlik kameralarının yayınına bağlanmıştı. Otelin kamera sistemi, lobi, koridorlar, salonun büyük bir kısmı, giriş çıkışları, merdiven boşluklarını izliyordu. Kör noktalar, önceden tespit edildiği gibi hâlâ kördü.

Saat 9:00 sularında, Tilki’den kısa bir mesaj geldi:

“Hedef Erbil’e giriş yaptı. Dört araçlık konvoy. Yanında dört yakın koruma.”

Şahin, “aldım” diye karşılık verdi. Aynı bilgi, Ankara’daki merkezi sisteme de düştü.
Artık geri sayım, sadece saatin içindeki kapsüller için değil, ekipteki herkes için başlamıştı.

Kandal, öğleden sonra otele giriş yaptığında, lobinin büyük kısmı boşaltılmış, güvenlik ekibi kontrolü devralmıştı. Kayıtlara geçmeyecek küçük bir güvenlik ağı örülmüştü; çoğu, sivil kıyafetli, sıradan misafir gibi görünen ama aslında Kandal’ın örgütten getirdiği kişilerdi.

İlk saatler, hazırlık, prova ve aile içi buluşmalarla geçti. Kandal, kızını gördüğünde, yüzünde yıllardır görülmemiş bir ifade belirdi: Gurur.

Tilki, uygun bir an yakalayıp yanına sokuldu.

“Saati taktın mı?” diye sordu.

“Az daha unutuyordum,” dedi Kandal hafif gülerek. “Getir.”

Saat, öğleden sonra 19:00 civarı bileğine takıldı. O an kimse fark etmedi, ama geri sayımın teknik kısmı, artık başlatılmıştı.

10. Bölüm – Son Tur

Saat 20:00’de davetliler salonu doldurmaya başladı.
İçeri giren her misafir, şık ışıklandırılmış salonu, süslenmiş masaları, ortadaki dans pistini, sahneyi, orkestrayı gördü. Kimse, tavandaki kristallerin arkasında gizli kameraların, duvarlardaki panellerin arkasında kulaklıklarla oturan bir teknik ekibin, salonun köşelerinde “rastgele” dolaşan iki yabancı misafirin farkında değildi.

Bozkurt, protokol masalarına yakın bir yerde oturuyor, ancak sık sık “diğer iş adamlarıyla tanışmak” bahanesiyle masalar arasında dolaşıyordu. Gözleriyle sadece Kandal’ı değil, onun korumalarının yer değişimlerini, kapılara olan mesafesini, salonun genel hareketini takip ediyordu.

Leyla, elinde içecek dolu tepsiyle, mutfak ve salon arasında sürekli gidip geliyordu. Birkaç kez Kandal’ın masasına yaklaştı, ama plan gereği doğrudan temas kurmadı. Onun rolü, sadece “yedek plan” içindi: Saat sistemi işlemezse devreye girecek son ihtimal.

Saat 22:30 civarında, Şahin, teknik odadan bir rapor geçti:

“Hedef, son 15 dakikadır daha sık mendil kullanıyor. Alnını siliyor. Kol düğmesini gevşetti. Kalp atım hızını ölçemiyoruz ama terleme artmış görünüyor.”

Bozkurt, bunu kendi gözleriyle de doğruladı.
Kandal, masasında otururken, sık sık göğüs kafesinin üst kısmını hafifçe ovalıyor, su bardaklarına daha fazla uzanıyordu.

Saat 23:15’te, salonun ışıkları hafifçe kısılıp dans pistinde ilk dans anons edildi. Gelin ve damat, hafif bir melodi eşliğinde pistte dönerken, misafirler masalarından onları izliyor, telefonlara sarılıyor, alkış tutuyordu.

Kandal, kızı ve damadın ortasına gelip, onlara sarılmak için ayağa kalktı.
O an, Leyla tepsisini elinde tutarak, salonun uzağındaki masalardan birine su bırakıyordu. Yine de gözünün ucuyla Kandal’ın kalkışını yakaladı.

Kandal, pistin yarısına kadar geldi.
Bir an durdu.
Sol elini göğsüne götürdü.

Şahin’in sesi kulaklıktan Bozkurt’a ulaştı.

“Kalın. Bir şey oluyor.”

Kandal’ın yüzü, birkaç saniye içinde soldu. Nefesini toparlamaya çalışır gibi, ağzı hafifçe aralandı. Dizlerinin bağı çözülecekmiş gibi oldu. İki koruması, anında refleks gösterip ona doğru koştu.

Sanki bir anda salonun sesi çekilmiş gibi oldu. Müzik bile birkaç saniyeliğine boğuklaştı. Sonra karışıklık büyüdü.

“Baba!” diye bağırdı gelin Sarya, topuklarını zorlayarak babasına doğru koşarken.
Damadın yüzündeki o mutlu ifade, yerini dehşete bıraktı.

Kandal, pistin ortasında dizlerinin üzerine çöktü.
Sağ eliyle kalbini tutuyor, nefes almaya çalışıyor, kelimeler boğazına takılıyordu.

Bozkurt, masasında oturmaya devam etti. Ne koştu, ne panik yaptı.
Bir misafir gibi uzaktan izledi.
İyi bir operatör, bazen hiçbir şey yapmayarak da görevini yerine getirmiş olurdu.

Otelin sağlık görevlisi, çok geçmeden olay yerine geldi. Kandal, aceleyle arka taraftaki bir odaya taşındı.
Kalp masajı yapıldı. Oksijen verildi. Defibrilatör takıldı.

Şahin, teknik odadan, “Odaya müdahale edilmesin, karışmayın,” talimatını Bozkurt’a iletti.
Artık her şey doğal akışa bırakılmalıydı.

Gece yarısı sularında, otelin doktoru ve birkaç sağlık çalışanı, odadan çıktılar.
Kandal’ın kızı, koridorda hıçkırıklara boğulmuş, duvara tutunarak ayakta duruyordu.

“Başınız sağ olsun,” dedi doktor. “Kalp krizi. Elimizden geleni yaptık.”

Bu cümleyi duyan herkesin zihninde aynı kelimeler yankılandı:
“Kalp krizi.”

Ne kimyasal, ne ajan, ne operasyon…
Sadece, “kızının düğününde kalbi dayanmayan bir adam.”

11. Bölüm – Çekilme

Bozkurt, panik tam zirvedeyken, kimseye görünmez bir şekilde salonun köşesinden çıktı.
Lobide, önceden ayarlanmış bir araç hazır bekliyordu. Arka koltuğa binip kapıyı kapattığında, şoföre sadece tek kelime söyledi:

“Çık.”

Leyla, mutfakta bardak yıkıyormuş gibi yaparken, şefin ani talimatı ile birlikte o geceki görevini tamamlamış sayıldı. Mesai bitiminde diğer personelle birlikte çıkış yaptı. Kimse, onun kulaklarında küçük bir telsiz kulaklık taşıdığını fark etmemişti.

Şahin, sabaha karşı, diğer teknik personelle birlikte vardiya değişimi yapıp otelden ayrıldı. O da tıpkı Bozkurt gibi, arkasında tek bir iz bile bırakmadan çekildi.

Tilki…
Tilki, cenazede ağlayanlar arasındaydı.
İyi bir oyuncuydu. Öyle olmak zorundaydı.
Çünkü o, hâlâ iki tarafta birden hayatta kalmak zorundaydı.

12. Bölüm – Dalgaların Yayılışı

Ertesi gün, Erbil’deki bazı yerel haber sitelerinde küçük bir haber çıktı:

“Bölgenin tanınmış iş insanlarından M.T.K., dün kızının düğünü sırasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Ailesine sabır diliyoruz.”

Türkiye’de ana akım medya bu haberi görmedi.
Görmesi gerekmiyordu.

İstihbarat arşivindeki bir dosyanın sağ üst köşesine, kırmızı kalemle tek bir not düşüldü:

“Hedef: ETKİSİZ.”

Asıl etkiler, haftalar ve aylar içinde ortaya çıktı.
Kandal’ın ölümünden iki hafta sonra, Avrupa’daki bazı şüpheli hesapların ani şekilde dondurulduğu rapor edildi. Hollanda’da, Belçika’da, Almanya’da bazı dernekler hakkında soruşturmalar açıldı. Körfez’den gelen bazı transferler, ara noktada “kayboldu”.

Çünkü kimse, Kandal’ın kafasının içindekileri bilmiyordu.
O, sistemi kurmuştu. Kodlar, parolalar, güven zincirleri, yalnızca onun ezberindeydi. O gittiğinde, onunla birlikte sistemin ince ayarları da toprağın altına gitmişti.

Örgüt, kısa sürede onun yerini doldurmaya çalıştı. Bazı isimler, masaya oturdu. Fakat hiçbirinin hem mali hem lojistik hem de stratejik yeteneği aynı anda taşımadığı görüldü.

Teşkilat, bütün bunları uzaktan, soğukkanlı raporlarla izledi.
Resmî açıklama yapılmadı.
Operasyon, hiçbir bültende yer almadı.

Ama istihbarat dünyasında, bazı fısıltılar dolaşmaya başladı:

“Erbil’deki o düğün, aslında bir sahneymiş…”

Detaylar, çoğu zaman yanlış, çoğu zaman abartılı yayıldı.
Fakat şu ortak kanaat netleşti: Türkiye, hedeflerine sınır tanımadan ulaşabilecek kapasiteye sahip olduğunu göstermişti.

13. Bölüm – Sonraki Yıllar

Bozkurt, operasyondan bir süre sonra emekliye ayrıldı.
Hakan Demirer ismi, birkaç ay içinde ticaret sicilinden silindi. Bozkurt ise, Ankara’da sakin bir mahallede küçük bir apartman dairesine yerleşti. Bazen sabah yürüyüşlerinde, kaldırım kenarındaki çiçeklere bakarken, Erbil’deki kristal avizeleri hatırladı.

Şahin, başka dosyalara atandı. Kimyasal ve teknik uzmanlığını kullanacağı yeni operasyonlar vardı.
Onun için, Erbil sadece “başarılı vaka notu #17”nin bir parçasıydı.

Leyla, yani Rojin, teşkilatın yükselen yıldızlarından biri haline geldi.
Erbil’de altı ay boyunca tepsi taşıyarak öğrendiği “görünmezlik sanatı”, onu başka sınır ötesi dosyalarda da aranan bir isim yaptı. Bir istihbarat eğitimi sırasında, genç adaylara hitap ederken, “İyi kamuflaj, bazen hiç rol yapmamaktır,” demeyi alışkanlık haline getirdi.

Tilki’nin akıbeti, resmi raporlarda “gizli” ibaresiyle geçti.
Bazı söylentilere göre Türkiye’ye getirilmiş, yeni kimlikle yeni bir hayat verilmişti. Diğer söylentiler, onun hâlâ sahada, başka bir kod adla çalıştığını iddia ediyordu.

Grand Hilal Hotel ise, hiçbir şey olmamış gibi, her hafta sonu düğünler, nişanlar, şirket yemekleri ağırlamaya devam etti.
Yeni gelinler, aynı pistte ilk danslarını yaptı.
Yeni damatlar, aynı masada kadeh kaldırdı.
Garsonlar, günün sonunda yorgun ama memnun bir şekilde eve döndü.

Hiçbiri, o salonda bir zamanlar bir adamın son nefesini verdiğini, o gece bir düğün hediyesi olarak takılan saatin aslında bir ölüm aracı olduğunu bilmiyordu.

Ve belki de bilmemeleri gerekiyordu.
Çünkü bu, operasyonun başarısının parçasıydı.

14. Bölüm – Sessizlik: En Yüksek Seviye

Modern istihbarat operasyonları, eski filmlerdeki patlamalı kovalamacalara pek benzemiyordu artık.
En etkili operasyonlar, en az ses çıkaranlardı.

Ne kadar az kişi ne olduğunu anlarsa, o kadar başarılı sayılıyordu.

Erbil’deki düğün, bu ilkenin kitaplık örneği olarak eğitim programlarına girdi. Genç operatörler, vaka çalışması olarak bu dosyanın üzerinden geçtiğinde, dört kavramın altı çiziliyordu:

Sabır:
Hedef 14 yıl boyunca farklı şekillerde takip edilmiş, onlarca çıkmaz sokak görülmüş, “fırsat yok” raporlarına rağmen dosya kapatılmamıştı.
İnsan Kaynağı (HUMINT):
Tilki’nin devşirilmesi ve uzun vadeli kullanımı olmadan, ne düğünden haberdar olunabilir, ne de saate uzanan plan kurulabilirdi.
Yaratıcılık:
Kalabalık bir sivil ortamda, silah ve patlayıcı olmadan, kimyasal yolla, doğal görünümlü bir ölüm kurgulamak, klasik suikast kalıplarının dışına çıkmayı gerektiriyordu.
Koordinasyon:
Kimyagerler, saha operatörleri, analizciler, psikologlar, saha içi çift ajanlar, hepsi aynı hedef için senkronize olmuştu.

Dosyanın sonunda yazan cümle, güncel tehdit değerlendirmesinde sık sık hatırlatılıyordu:

“Coğrafya, güvenlik sağlamaz.
Zaman, unutulma anlamına gelmez.
Dosyalar sadece bekler.”

15. Bölüm – Görünmeyen Mesaj

Mehmet Tarık Kandal’ın son anlarında ne düşündüğünü kimse bilmiyor.
Belki kızının gelinliğini.
Belki kendi gençliğini.
Belki hiçbir şey.

Kalp krizi, çoğu zaman insana uzun uzun düşünme fırsatı vermez.

Ama onun yıllar önce masada aldığı kararlar, patlayan bombalar, yıkılan evler, kaybedilen hayatlar… Tüm bunlar için devletin hafızasında tek cümlelik bir yer vardı:

“Adalet gecikebilir, ama belki bir gün, senin en güvende olduğunu sandığın yerde karşına çıkar.”

O gece, Erbil’deki düğün salonunun kristal avizelerinin altında, bir adamın kalbi durdu.
Kimse, bunun bir operasyon olduğunu kanıtlayamayacak.
Belki yıllar sonra bile bu hikâye, sadece fısıltılar arasında dolaşacak.

Ama şurası kesin:

Bir devlet, kendi arşivindeki kırmızı dosyaları tek tek kapatmak için, gerekirse bir düğün salonunu bile operasyon sahasına çevirebileceğini göstermişti.

Sessizce.
İz bırakmadan.
Kalemle yazılmış bir hüküm gibi.

Ve bazı geceler, müzik yükselirken, silah değil, saat çalışır.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News