CIA Türkiye’yi Dinliyordu — MİT 48 Saat İçinde Tüm Ağı Çökertti

CIA Türkiye’yi Dinliyordu — MİT 48 Saat İçinde Tüm Ağı Çökertti

Siber Savaşın Gölgesinde: Kartal 7 Operasyonu

Ankara’nın kalbinde, Milli İstihbarat Teşkilatı’na (MİT) ait, özel bir bölümün en derininde, kimsenin varlığını bilmediği bir oda vardı. Bu odanın ışıkları hiçbir zaman yanmaz, girişi ise karmaşık bir kod kilidiyle korunurdu. Dışarıdan bakıldığında, yalnızca tozlu dosyalarla dolu sıradan bir arşiv odası izlenimi verirdi. Oysa içeride sadece üç kişi çalışıyor ve Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini kökten değiştirebilecek bir keşfin eşiğinde duruyorlardı.

Tarih 24 Ekim’di. Sabahın beşi. Güvenlik biriminin rutin tarama yazılımı çalışıyordu. Bu, her gün defalarca tekrarlanan, sonuçları her zaman temiz çıkan sıradan bir kontrolden ibaretti. Ancak o sabah, sonuçlar farklıydı. Sistemde, saniyenin binde biri kadar kısa süren, sıradan bir kullanıcının asla fark edemeyeceği küçük bir anomali tespit edilmişti.

Bilgisayar başındaki analist, genç bir mühendis olan Can, aniden durdu. Ekrana yaklaştı, kodu tekrar çalıştırdı. Sonuç değişmedi. Gecikme aynıydı: 0.001 saniye. Bir veri paketi, görünmez bir dijital hatta, yanlış bir yöne doğru akıyordu. Türkiye’nin resmi sunucularından çıkan kritik bilgiler, başka bir adrese gizlice kopyalanıyordu.

Can, derhal ekip şefi Ahmet Bey’i aradı. Dakikalar içinde odaya üç uzman daha girdi. Yüzlerindeki ciddiyet, durumun vahametini gösteriyordu. Ekranlar incelendi, kod satırları analiz edildi ve sonuç netleşti: Biri Türkiye’yi dinliyordu. Bu, amatör bir saldırı değil, profesyonel, sistemli ve aylardır süren bir sızma operasyonuydu. Bugüne kadar kimse fark etmemişti. O andan itibaren, siber sınırları savunmak için 48 saatlik bir yarış başladı.

Dijital Labirent

Siber güvenlik ekibi hemen harekete geçti. İlk soru basitti: Veri nereye gidiyordu? Takip başladı. Paketler izleniyor, dijital yol haritası çıkarılıyordu. İlk analizlere göre veri, izleri kaybettirmek amacıyla kasıtlı olarak kurulmuş bir labirentten geçiyordu. Önce Almanya’ya, oradan Amerika Birleşik Devletleri’ne, sonra yeniden Avrupa’ya dönüyordu. MİT ekibi sabırlıydı. İlk altı saat boyunca hiçbir müdahale yapılmadı, sadece izleme yapıldı. Erken bir hamle, düşmanı uyarabilirdi.

Ekip şefi Ahmet Bey, 45 yaşındaydı ve 15 yıldır MİT’te görev yapıyordu. Siber savaşın ilk kuşağındandı; Rus hacker gruplarıyla mücadele etmiş, Çin kaynaklı siber saldırıları durdurmuştu. Şimdi ise bambaşka, sofistike bir düşmanla karşı karşıyaydı. Soğumuş kahvesi umurunda değildi. Gözleri ekrandaki akışa kilitlenmişti. Saniyede yüzlerce paket geçiyordu: Askeri raporlar, ekonomik veriler, gizli toplantı notları.

Ahmet Bey, ekranlara bakarak konuştu: “Bu altyapı profesyonel. Katmanlı proxy sistemi, VPN zincirleri… Amatör bir iş değil. Bunun arkasında devlet bütçesi var.”

Genç analist Can başını kaldırdı: “Hangi devlet olabilir?”

Ahmet Bey cevap vermedi, ancak zihninde yıllardır edindiği tecrübe konuşuyordu. Rus operasyonları hızlı ve agresifti. Çin operasyonları sabırlı ve sessizdi. Amerika’nın operasyonları ise profesyonel, katmanlı ve sistematikti. Tıpkı bu saldırı gibi.

Saat 12 olduğunda, ilk büyük bulgu ortaya çıktı. Veri akışı, ülkenin dört bir yanındaki beş farklı noktadan geliyordu: Ankara’dan iki, İstanbul’dan iki ve İzmir’den bir bağlantı. Ahmet Bey haritayı açtı. Noktalardan biri, Ankara’da Maliye Bakanlığı’ndan geliyordu. Diğeri Ankara Üniversitesi kampüsündeydi. İstanbul’dakiler Maslak’taki finans merkezinden, İzmir’deki nokta ise NATO üssüne çok yakın bir konumdan çıkıyordu.

“Stratejik noktalar,” dedi Ahmet Bey. “Tesadüf değil. Ekonomi, savunma, finans, eğitim… Her sektörden bilgi çekiyorlar.”

Başka bir analist, bir detayı daha paylaştı: “Komutanım, veri akışı sadece mesai saatlerinde değil, gece ve hafta sonları bile devam ediyor. Sistemde otomatik bir yazılım var.”

Ahmet Bey başını salladı: “Doğru. Ama o yazılımı kim yükledi? Sistemlerimiz şifreli. Güvenlik duvarlarımız var. Dışarıdan biri giremez.”

Odayı ağır bir sessizlik kapladı. Can yavaşça yanıtladı: “İçeriden biri yardım etmiş olmalı.” Bu, sızma olduğu anlamına geliyordu. İhanet.

İlk Hedef: Murat Yılmaz

Ahmet Bey masaya sertçe vurdu: “Hemen personel taramasına başlayın. Son altı ayda sisteme erişen herkesi listeleyin. Her giriş kaydı, her dosya indirme, her erişim talebi…”

İki saat sonra ilk isim bulundu: Murat Yılmaz. 32 yaşında, Maliye Bakanlığı’nda bilgi işlem teknisyeni. Son altı ayda 12 kez anormal aktivite göstermişti: Gece 02.00’de giriş, erişim izni olmayan klasörlere sızma ve dosya indirme. Murat’ın özgeçmişi temizdi; evli, iki çocuklu, sıradan bir devlet memuruydu.

Ancak bir detay vardı: Üç ay önce, Murat’ın banka hesabına tek seferde 50.000 dolar yatırılmıştı. Para, Amerika Birleşik Devletleri’nin vergi cennetlerinden biri olan Delaware eyaletinde kayıtlı, “Global Tech Solutions LLC” adlı bir paravan şirketten gelmişti.

Ahmet Bey derin bir nefes aldı: “Delaware, CIA’nın sık kullandığı bir paravan sistem. Bu adam ilk hedefimiz. Ama acele etmeyeceğiz. Önce her şeyi öğreneceğiz.”

O gece, Ankara’nın sessiz bir mahallesinde, Murat Yılmaz ailesiyle yemek yerken, sokağın karşısında park edilmiş siyah bir araç bekliyordu. İçinde iki MİT ajanı oturuyordu. Artık Murat’ın her hareketi izleniyordu. Av resmen başlamıştı.

Ertesi sabah MİT merkezinde acil bir toplantı yapıldı. Operasyon Müdürü Selim Bey (58 yaşında, Soğuk Savaş döneminden beri sahada) başkanlık ediyordu.

Ahmet Bey, sunuma başladı: “Murat Yılmaz sistemimize sızdı. 50.000 dolar karşılığında altı aydır veri gönderiyor. Ancak tek başına değil. Beş farklı noktadan veri akışı tespit ettik. Demek ki en az dört kişi daha var.”

Selim Bey’in yüzünde sert bir ifade belirdi. “Peki bu verileri kim alıyor?”

“Takip ettik. Birkaç katman var ve sonunda Amerika’ya varıyor. Virginia’da, Langley yakınlarında duruyor.”

Odada bir hışırtı oldu. Langley, CIA’nın merkeziydi.

Selim Bey, uzun bir sessizlikten sonra konuştu: “Amerika bizi dinliyor. Müttefikiz, NATO ortağıyız ama bizi dinliyor.” Diplomatik kanal açma veya medyaya sızma önerilerini reddetti. “İkisini de yapmayacağız. Önce tüm ağı tespit edeceğiz. Sonra 48 saat içinde hepsini aynı anda alacağız. Ardından CIA istasyon şefini çağıracağız. Ona kanıtları göstereceğiz ve ‘Ya operasyonu bitirin ya da açıklarız’ diyeceğiz.”

Kartal 7

Plan onaylandı. O gün öğleden sonra, Murat bir arama yaptı. Numara yurt dışındaydı, Amerika hattıydı. Ses kaydı analiz edildi: “Paket hazır. Yarın göndereceğim.” Karşıdaki Amerikalı ses, profesyonelce yanıtladı: “İyi, bekliyoruz. Bir sorun var mı?” Murat: “Hayır. Her şey normal. Tamam, dikkatli ol.”

Ahmet Bey, kaydı tekrar dinledi. Karşıdaki ses, CIA operasyonlarında çalışmış bir ajan izlenimi veriyordu. Kod adı: Kartal 7.

Aynı saatlerde Virginia’da, CIA Türkiye masasında 10 yıldır görev yapan David Miller (40 yaşında), ekranlarındaki veri akışından memnundu. Türklerin fark etmediğini sanıyordu. Ancak Murat’tan gelen bir telefon, içindeki ince bir tedirginliği tetikledi: “Sistemde anormal taramalar görüyorum.” David, soğukkanlılıkla yanıtladı: “Emin misin? Sakin ol, normal gibi davran. Hiçbir şeyi değiştirme. Ben hallederim.”

İkinci gün, Ahmet Bey diğer dört şüpheliyi de buldu:

    Kerem Öztürk (35): İstanbul’da sistem yöneticisi, 60.000 dolar almıştı.
    Hakan Demirer (40): İzmir’de emekli havacı subayı, NATO üssünde danışmanlık yapıyor, 70.000 dolar almıştı.
    Elif Kara (29): Ankara Üniversitesi’nde araştırma görevlisi, yurt dışı eğitimi sırasında tanışmış, 40.000 dolar almıştı.
    Can Yılmaz (33): İstanbul’da ekonomi doktorası sahibi, 55.000 dolar almıştı.

Beş isim, beş farklı profil, ama ortak nokta: genç, parlak, kritik sistemlere erişim yetkisine sahip ve son altı ayda büyük paralar almışlardı. Klasik CIA operasyonu.

Sessiz Baskın ve Yüzleşme

Plan hazırlandı. Beş ekip kuruldu ve ertesi sabah saat 06:00’da eş zamanlı operasyon yapılacaktı. Toplam 25 ajan sabaha karşı sahaya çıktı. Görev basitti: Hedefleri evlerinden almak, minimal güç kullanmak ve sessiz olmak.

Ahmet Bey, Murat’ın sokağına geldiğinde saat 05:00’ti. Kapı çalındı. Murat, uykulu gözlerle kapıyı açtı. Ahmet Bey kimliğini gösterdi: “Milli İstihbarat Teşkilatı. Sizinle konuşmamız gerekiyor.” Murat’ın yüzü bir anda değişti. O anda her şeyi anladı. Oyun bitmişti.

Aynı dakikalarda, İstanbul’da Kerem’in kapısı çalınıyor, İzmir’de Hakan sabah koşusunda durduruluyor, Ankara’da Elif üniversiteye gitmeden kesiliyor ve Can ofise girmeden yakalanıyordu. Beş operasyon, beş şehir, sıfır hata.

Saat 07:00’de beş hedef de MİT merkezindeydi. İlk sorgu Murat’la başladı. Ahmet Bey, 50.000 dolarlık banka dekontunu masaya koydu. Murat sessizdi, elleri titriyordu. “Kime gönderdiniz?”

Murat başını eğdi. Gözleri dolmuştu. “İki yıl önce bir adamla tanıştım, David Miller. Önce arkadaş olduk, sonra teklif etti. Borçlarım vardı, çocuğum hastalandı… Kabul ettim.”

Diğer odalarda da aynı sahneler yaşanıyordu. Kerem ağlıyordu, “Sadece para içindi.” Hakan sessizce, “Zayıf anımda yakaladılar,” dedi. Elif, “Amerika’da okurken tanıştım. Aptaldım,” diye fısıldadı.

Akşam olduğunda tablo netleşmişti: Beş hain, altı aylık veri sızıntısı, yüzlerce belge, hepsi CIA’ya gitmişti.

Çıkar Savaşı

Selim Bey raporu okudu. Yüzünde hiçbir ifade yoktu. Ardından dışişleri bakanını aradı. Ertesi gün, Amerikan Büyükelçiliği’nden CIA Türkiye İstasyon Şefi Mark Thorn (45 yaşında) MİT merkezine çağrıldı. Mark rahat görünüyordu.

Selim Bey, masadaki dosyayı gösterdi: “Oturun lütfen.” Dosya açıldı. İçinde beş kişinin fotoğrafı, banka kayıtları, sistem logları ve David Miller’ın adı vardı. Mark’ın yüzündeki profesyonel gülümseme yavaşça kayboldu.

Selim Bey, sakin ama kararlı bir sesle konuştu: “Altı aydır bizi dinliyorsunuz. Beş vatandaşımızı satın aldınız. David Miller operasyonu yönetiyor. Size iki seçenek sunuyorum. Birincisi: Bu operasyonu bitirin ve herkesi geri çekin. İkincisi: Yarın tüm dünya basınına açıklarız. İkimiz de kaybederiz ama sizin kaybınız çok daha büyük olur.”

Mark uzun süre sessiz kaldı. Tüm kartlar masadaydı. Sonunda, sesi titreyerek konuştu: “Bu operasyondan haberim yoktu. Araştıracağım.”

Selim Bey hafifçe gülümsedi: “Siz araştırmayın. Langley’i arayın. Onlara söyleyin: Türkler her şeyi biliyor. Ya çekiliyorlar ya da skandal çıkacak.”

Mark büyükelçiliğe döner dönmez şifreli hattı açtı. “Türkler her şeyi öğrendi. David Miller’ın adını biliyorlar. Ya çekiliyoruz ya da skandal çıkacak.” Karşıdaki cevap kısa ve kesindi: “Kabul et. Operasyonu sonlandır. David’i geri çağır hemen.”

O gece David Miller’a emir ulaştı: “Türkiye operasyonu iptal. Yarın sabah dönüyorsun.” Altı ay süren çalışma 48 saatte çökmüştü. David uçağa bindi. İstanbul’dan ayrılırken, Türklerin sessizce kazandığını anladı.

Son Nöbet

Bir ay sonra, beş hain gizli davalarla yargılandı ve ceza aldı. Murat 12, Kerem 10, Hakan 15, Elif 8, Can 10 yıl. Türk basını hiçbir şey yazmadı. Amerikan basını da. Ama istihbarat çevreleri biliyordu: Türkiye, CIA’yı tam ortasında yakalamıştı.

Üç ay sonra Selim Bey emekli oldu. Son toplantısında ekibine baktı: “Bu operasyondan ders çıkarın. Müttefik diye bir şey yoktur. Sadece çıkar vardır. Amerika da bizi dinler, Rusya da… Bizim işimiz onları durdurmak.”

Ahmet Bey hala görevdeydi. Her gün ekranların başına geçiyor, yeni sinyaller arıyordu. Çünkü biliyordu: CIA bir kez denemişti, bir dahaki sefer başka biri deneyecekti.

Ankara’da o karanlık oda hala vardı. Işıkları hala yanmazdı. Ama içeride Türkiye’nin geleceği, sessizce ve her gün korunuyordu.

O gece kimse alkışlamadı, ama bir ülke sessizce nefes aldı. İstihbarat savaşı, cephesi ve sınırı olmayan, sessiz yürüyen bir savaştır. CIA profesyoneldi, disiplinliydi, teknolojikti; ama MİT daha sabırlıydı, sessizdi. Gölgelerde yürüdüler ve doğru an geldiğinde tek hamlede her şeyi bitirdiler. Beş ajan, tek operasyon, sıfır hata. Hiçbir mermi atılmadı. Yalnızca disiplin, istihbarat ve sabır vardı.

Operasyon başarıyla tamamlandı. Var olsun Türk istihbaratının sessiz kahramanları.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News