“Kaybolan Fotoğrafın Sırrı” (The Secret of the Lost Photograph)
Zengin ve yalnız bir adam, şehrin en seçkin restoranında tek başına öğle yemeği yiyordu. Bu restoran, zarif dekoruyla, büyük cam panelleriyle ve sofistike menüsüyle tanınıyordu. Masasında, ona özel hazırlanmış üç tabaklı menü, yanında en kaliteli şarap kadehi… Restoranın en üst katındaki büyük pencerelerden şehir silueti görünüyordu; gökdelenler, trafik ışıkları, şehir sokakları… Ama o an adam için, her şey donuk, ruhsuzdu. İş dünyasındaki başarıları, mal varlığı, lüks arabaları, uluslararası şirketleri… Hepsi oradaydı, ama o masada yalnız oturuyordu — bir yalnızlık içinde.
Her zamanki gibi, iki telefon görüşmesi, birkaç kısa mesaj, dikkatli seçilmiş bir lokma, ardından düşünülen planlar… Zaman hesaplanmış, adımlar planlanmıştı. Kimse rahatsız etmezdi. Bugün de farklı olmayacaktı.
Fakat restoranın kapısı birden hızlıca açıldı. Rüzgâr içeri girdi, perdeler titredi. Kapı eşiklerindeki ışık anlık değişti. Ve o kapıdan içeri, kirli elbiseleri ve eskimiş ayakkabılarıyla küçük bir kız girdi. Yaşı dokuz ya da sekiz olabilir görünüyordu. Herkes durdu; konuşmalar kesildi. Garsonlar şaşkınlıkla ona bakıyordu. Protokol bozulmuştu.
Küçük kız, elinde eski, kıvrılmış bir resim tutuyordu. Ellerinde titremeyle sıkıca kavramıştı. Sesini duyurabileceği kadar yüksek değildi ama derin bir kararlılıkla konuştu:
— Beyefendi, lütfen gitmeyin!
Bu söz, restoranın sonra sessizliğe gömülmesine neden oldu. Kız ileriye doğru birkaç adım attı. Yüzünde hem korku, hem umut vardı. Gözleri, tanıdık birinin gözlerine bakıyormuş gibi bakıyordu.
Garsonlardan biri ona yaklaşmaya çalıştı; ama adam eliyle işaret etti, durmaları için. Kız durdu, titreyerek de olsa adımını çekmedi. Masanın önünde durdu ve fotoğrafı ona uzattı.
Adam arkasına yaslandı, kaşlarını çattı, yüzünde şaşkınlık belirdi. Kimdi bu küçük kız? Neden gelmişti? Ama fotoğrafı aldığında, yüzü tamamen değişti.
Fotoğraf siyah-beyaz, kenarları yıpranmış. Adam o an ne olduğunu kavradı: Resimde, genç hâlinde kendisi, yanında bir kadın — şirin yüzlü, gülümseyerek elinde bir bebek tutuyor. Kadın onun belini sarıyor; hepsi mutlu, sıcak bir anın görüntüsü. O kadın… yıllar önce birlikte olduğu, sonradan kaybettiği kadın… Bebek… o bebeğin varlığından asla haberi olmamıştı. Fotoğrafın varlığına inanamazdı.
Kadeh elinden düşüp kırıldı, cam parçaları masadan yere yayılırken, restoran sessizliğe gömüldü. Herkes olayı izliyordu: zengin adamın çehresinde travmatik bir aydınlanma.
— Bu… bu nasıl mümkün? — dedi titreyen bir sesle. — Bu resim benim değil miydi?
Kız başını eğdi, sesi kısık ama kararlıydı:
— Annem bana bu fotoğrafı vermişti, ölmeden önce. Dedi ki: “Eğer bir gün kaybolduğunu hissedersen, sağdaki adama bak. O senin baban.”
Adamın kalbi duracakmış gibi hissediyordu. Yıllar boyunca bir şeyin eksikliğini hissetmişti, ama ne olduğunu bilemedi. Aşkı kaybetmiş, yalnız kalmıştı, ama bir de kızı olduğundan habersizdi. Gözyaşları yüzünü ıslatmaya başladı.
Restoran personeli donuk bakıyordu, misafirler nefeslerini tutmuş izliyordu. Zengin adam sessizce yavaşça kalktı, yalpalayan adımlarla kızın karşısına geldi. Dizlerinin üzerine çöktü, ellerini kızın omuzlarına koydu. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
— Kızım… — dedi zorlanarak — ben… hiçbir şey bilmiyordum. Sana ulaşmak için nasıl başlayacağımı bilemiyorum.
Kız gözyaşlarıyla bakıyordu, sesi titriyordu:
— Annem her zaman dedi ki: “Eğer baba var ise, bul beni.”
Ve şimdi karşındaydı. Adam kızın yüzünü nazikçe okşadı, saçlarından bir tutam aldı. O anda restoranın dışındaki hayat durdu.
Bu öğle yemeği artık sıradan değildi. O masada artık para yoktu, prestij yoktu; sadece kaybolmuş bir bağ, yeniden kurulan bir köprü vardı.
Adam kızı ayağa kaldırdı, etrafındakilere zoraki bir gülümsemeyle baktı. Kadehler kırık, su dökülmüş, yemek soğumuştu. Kimsenin umurunda değildi. O an bir insan, hayata bağlanmıştı.
Kızı elinden tutarak restorandan çıktı; paparazziler, garsonlar, müşteriler sessizce arkasından bakıyordu. Dışarıda şehir gürültüsü vardı ama içindeki gürültü çok daha yüksek: kalbinin atışı, geçmişin yankıları, umut ve korku karışımı bir sessizlik…
Sonrasında neler oldu?
Adam, hayatını durdurdu. Şirket toplantılarını erteledi, pasaportlarını kontrol etti, uzun süredir görmediği şehirleri araştırdı. Kızla konuştu, elinden tutuldu. Kız, annesinden duyduğu hikâyeleri anlattı: annesi o kadındı, uzun yıllar uzak kalmıştı, ölüm döşeğinde bu fotoğrafı vermişti, “O benim aşkım, ona kavuş” demişti. Kız, annesine borcunu ödemek istiyordu.
Adam, vicdanıyla yüzleşti. Zenginlik onun için her şeyi sağlamıştı ama asla sevgiyi, kökleri, geçmişi tamamlayamamıştı. Bu kızla birlikte, hatalarını onarmak, zamanla köprüler inşa etmek istedi.
Zaman geçti, şehirler arası trenler, hava yolları, yüzyılın zenginlikleri yetmedi. Ama o küçük kızın varlığı, onun için yeni bir servet oldu: anlam, sorumluluk, bağ.
Fotoğraf, kırık kadeh, cam parçaları — hepsi bir romanın sayfaları oldu. O öğle yemeği bir kırılma noktasıydı: öncesi ve sonrası… Hayat artık eskisi gibi olmayacaktı.