Fakir genç çöpten bebek kurtarır, 1 hafta sonra bebeğin gerçek kimliği hayatını tamamen değiştirir
.
.
Çöpten Kurtarılan Bebek, Bir Hafta Sonra Her Şeyi Değiştirdi
Trabzon’un kenar mahallelerinde ince bir yağmur, çinko saçaklara vurup geceyi titretiyordu. Otogarın arkasındaki dar sokakta, 19 yaşındaki mısır satıcısı Cihan, ıslanmış ayakkabıları ve kömür karası elleriyle boş arabasını itiyordu. Eve, görme engelli babaannesi Fatma’nın yanına dönerken cebinde son bozukluklar şıngırdıyor, borçları ise zihninde uğulduyordu. O sırada duydu: rüzgarın uğultusuna karışmış, kesik, ince bir ağlama. Bir bebek sesi.
Yeşil metal konteynerin kapağını kaldırdığında boğazı düğümlendi. Kirli bir beze sarılıp atılmış, yüzü kıpkırmızı, karıncaların tırmandığı minicik bir beden… “Allah’ım,” diye inledi. Şüphesi, korkusu o anda söndü. Bebeği göğsüne bastırdı, ceketinin içine aldı. Karanlık sokaklarda koşarken tek düşündüğü onu ısıtmak, yaşatmak oldu.
Çinko çatılı barakaya vardığında Fatma Nine elleriyle yolu yoklayarak kapıyı açtı. “Ne oldu, Cihan?” Cihan nefes nefese, “Çöpte bir bebek buldum,” dedi. Yaşlı kadın, görmeyen gözlerinin ardındaki sezgilerle çocuğu kavradı. “Sobaya yakın tut, süt bul.” Cihan komşu Hayri Amca’dan yarım şişe süt getirdi. Bebek, kaşıktan akan ılık sütün peşinden hayata yeniden tutunurken Fatma Nine bezi yokladı. “Üzerinde bir işaret var,” diye fısıldadı. Parmakları, bezin dokusuna işlenmiş karmaşık bir arma bulmuştu. “Bu, bir ailenin mührü.”
Cihan’ın zihninde bir kapı gıcırdadı: Gazete kupürlerinde, kentin en güçlü ve en korkulan adamı, milletvekili Şeref Gümüş’ün villasının kapısında gördüğü arma. Şerefzade simgesi. Babaannesi belli belirsiz mırıldandı: “Şerefzade…” Sonra sustu. Cihan, içini kemiren duyguya bir ad koyamıyordu. Ama biliyordu: Bu bebek sadece bir tesadüf değildi.
Günler ağır aktı. Cihan, süt ve temiz bez bulmak için borçlandı; bebeği yıkadı, sardı, gece gündüz başında bekledi. Altıncı gün gizemi çözmeye karar verdi. Mahallenin eski antikacısı Molla Sadık’a bezdeki işareti gösterdi. Yaşlı adamın rengi atmıştı. “Bu Şerefzade’nin özel arması,” dedi kısık sesle. “Sadece evlilik dışı doğan ve saklanması gereken çocukların örtüsünde olur.” Söz daha dudaklarından dökülürken kapı açıldı; siyah takım elbiseli iki adam girdiler. Molla Sadık, bezi Cihan’ın cebine tıkıştırdı. “Arka kapıdan. Kaç!”

Cihan dar sokaklara karışıp eve döndüğünde Fatma Nine, bebeğin kulak memesindeki küçük çıkıntıyı fark etti. “Aynısı babanda da vardı… sende de.” O anda Cihan’ın içinden bir ürperti geçti. Gece, örtünün dikişinde saklı kâğıdı buldu: “Şerefzade” ibaresinin altında “Ailemizden” diye yarım kalmış bir cümle. Pencerenin önünden siyah bir otomobil süzüldü. Gözler vardı üzerlerinde.
Sabah bebeğin ateşi fırlayınca Cihan, korkusunu yutup Trabzon Devlet Hastanesi’ne koştu. Acilde Dr. Zeynep, mavi gözleriyle ciddi ve şefkatliydi. “Zatürre başlangıcı. Hemen müdahale.” Cihan, polise bildirmek zorunda olduklarını duyunca içi buz kesti ama vazgeçmedi. Tedavi başladı; aynı zamanda DNA örnekleri alındı. Üç gün sonra sonuç geldi: “Bebek, Şeref Gümüş’ün biyolojik torunu.” Cihan’ın dizlerinin bağı çözüldü. Babasının hapiste öldürülmesinin arkasında olduğuna inandığı adamın torunu… Kader, acımasız bir daire çiziyordu.
Hastanenin koridorunda siyah takım elbiseli adamlar belirdi. “Patronumuz görüşmek istiyor.” Cihan, Dr. Zeynep’e bebeğe göz kulak olmasını rica edip, lüks bir villaya götürüldü. Kırmızı kadife perdeler, kristal avize, mermer zemin… Duvarda devlet adamlarıyla fotoğraflar. İçeri giren gri saçlı adamın yüzünü herkes tanırdı: Şeref Gümüş.
“Biliyorsun neden buradasın,” dedi buz gibi bir tonla. Masaya kalın bir zarf koyup itti. “Bu para ve şu sözleşme karşılığında unuttuğun her şey yok olur. Bebeği de bize verirsin.” Ardından kulağının dibinde bir tehdit fısıldadı: “Görme engelli babaannen… tehlikeye açık.” Cihan’ın öfkesi kabardı. “O çocuğu çöpe attıran sizsiniz.” O an salona giren yaşlı bir kadın, Şeref’in annesi, Cihan’ın yüzüne baktı: “Ahmet’in oğlu musun?” dedi titreyerek. Babasını tanıyordu. Sözleri, kırk kilitli bir sandığı açtı: Yirmi yıl önce evde hizmetçi Fatma, hamile bırakılmış; akıl hastanesine kapatılmış; Ahmet, gerçeği ortaya çıkarırken susturulmuştu. Şeref, annesini yaka paça dışarı sürükledi. Cihan, iki adamın arasında kıvranırken dişlerinin arasından tısladı: “Bebeği size bırakmayacağım.”
Gece barakasının kapısı kırık, içerisi dumandı. Fatma Nine yerde baygın yatıyordu. Cihan onu kucaklayıp Molla Sadık’ın dükkânına götürdü. Yaşlı antikacı, sonunda gizli kutusunu açtı: Yirmi yıl önceden gazete kupürleri, hastane bağlantıları, kaybolan kızlar… Hepsinin ucunda aynı isim. “Bir tanık var: Neriman Hemşire. Uzungöl’de saklanıyor.”
Cihan, çam ağaçlarının arasındaki kulübede Neriman’ı buldu. Hemşirenin sözleri titreyerek aktı: “Fatma doğurdu. Kızını aldılar. O susturuldu. ‘İntihar’ dediler.” Bir anda dışarıda motor sesleri: Siyah arabalar. Neriman, Cihan’ı arka kapıdan ormana itti. “Git! Beni bulamadıklarını söyle.”
Trabzon’a döndüğünde bir mesaj patladı telefonunda: “Acil gel. Bebek kayboldu.” Hastanede kameralar “arıza”, nöbetçi hemşire “görmedi”. Belli ki bir el, bebeği kaçırmıştı. Dr. Zeynep fısıldadı: “Fatma’nın dosyalarını, doğum kaydını, ölüm raporunu buldum; hepsinde Şeref’in kuzeni Dr. Rıza’nın imzası var. Ama seni arıyorlar, kaç.” Cihan personel kapısından sızıp, gecenin ıslak soğuğunda şehrin mezarlığına gitti. Orada, gölgeler arasından Şeref’in annesi belirdi ve eline eski bir bez bileklik bıraktı: “Bu Fatma’nındı. Mezar taşını da söyleyeceğim.” Cihan, “Meçhul Kadın 2004” yazılı yosunlu taşın başında diz çöktüğünde, bilekliğin dikişinden minicik bir not çıkardı: “Kızım, affet. Şeref senin gerçek baban değil. Seni kandırdı. Sen benim kızımsın. Annen Fatma.”
Ertesi gün, belediye meydanında Şeref Gümüş seçim konuşmasına hazırlanırken kalabalık kabarıyordu. Cihan, yüzünü şapka ve gözlükle saklayıp alana sızdı. Dr. Zeynep, bir gazeteciyle birlikte dosyayla geldi ama Şeref’in adamları önlerini kesti. Cihan dosyayı kapıp sahneye koştu. Hoparlörlerin önünde bağırdı: “Bu adam bir katil! Babamı öldürttü, teyzeme tecavüz etti, akıl hastanesine kapattı, kuzenimi oğluyla evlendirdi ve bebeği çöpe attırdı!”
Meydan buz kesti. Güvenlik üzerine yürürken Cihan cebinden küçük bir kayıt cihazı çıkarıp hoparlöre tuttu: Neriman’ın sesi yağmur gibi döküldü: Hastanedeki doğum, alınan bebek, susturulan anne, ‘intihar’ yalanı… Dr. Zeynep belgeleri havaya kaldırdı; kamera her şeyi kaydetti. Cihan, Fatma’nın notunu okudu. Orhan, babasına döndü: “Doğru mu? Eşim… kız kardeşim mi?” Kalabalık uğuldadı. O anda iki polis, kucağında bebekle titreyen genç bir kadınla geldi: Selin. Gözlerinden yaşlar süzülerek anlattı: “Bebeği öldürmemi istediler. Yapamadım. Çöpe bıraktım ki bulunsun.” Cihan o minik yüzü görünce boğazı düğümlendi. “Adı ne?” “Umut.”
Polis sahneye çıkıp Şeref’i gözaltına aldı: “Cinayet, tecavüz, delil karartma, çocuk istismarı…” Kaçmaya yeltendi, kıskıvrak yakalandı. Şehrin en güçlü adamı, kelepçelerin ardında büzülmüş bir gölgeye dönüştü. Kalabalık ilk şokun ardından uğuldayıp telefonlarına sarıldı. Türkiye, birkaç saat içinde her şeyi öğrenecekti.
Günler sonra adliyenin soğuk koridorlarında Cihan’la Dr. Zeynep beklerken, velayet duruşmasında hâkim kararı açıkladı: “Bebek Umut, annesi Selin’le kalacak. Cihan Yılmaz, ortak vasi olarak yetkilendirildi. Üç ay sonra tekrar değerlendirme.” Şeref’in annesine gözetimli ziyaret izni verildi. Selin, gözleri dolu dolu Cihan’ın elini tuttu: “Sen olmasaydın Umut olmazdı. Biz… aileyiz.”
Belediye, Cihan’a küçük bir ev tahsis etti. Babaannesi iyileşmeye yüz tuttu. Mısır arabasının yerini belediyedeki yeni iş aldı. Akşamları, balkondan Trabzon Körfezi’ne bakan evde sofralar kuruldu. Dr. Zeynep sık sık uğradı; masanın etrafında kahkahalar, anılar, kederle yoğrulmuş ama umutla parlatılmış bir bağ. Bir gece, beşiğinden ağlayarak uyanan Umut’u kucağına alan Cihan, küçük ellerin yüzünde gezindiğini hissedip usulca fısıldadı: “Damarlarında düşmanımın kanı var belki, ama aynı zamanda bizim kanımız. Ve sen, bizim cevabımızsın.”
Şehrin ekranlarında, gazetelerinde Şeref Gümüş davası sayfa sayfa açıldıkça daha çok genç kızın adı duyuldu; sessiz çığlıklar, nihayet ses oldu. Cihan her haberle içinin sızladığını hissetse de Fatma’nın, Ahmet’in ruhlarına bir nebze su serpildiğini biliyordu. Bir akşamüstü, güneş denize inerken, balkonda Dr. Zeynep’le sessizce yan yana durdular. “O gece o sesi duymasaydın?” diye sordu Zeynep. Cihan yüzünde yorgun bir tebessümle, “Bilmiyorum,” dedi. “Belki de hayat, en karanlık anında bir umut bırakır önüne. Sen eğilip alabilirsen kader değişir.”
Evden Fatma Nine’nin sesi geldi: “Cihan, yemeğe!” İçeride, küçük masanın çevresinde gerçek bir aile toplanıyordu. Dışarıda yıldızlar, içeride Umut’un nefesi… Karanlıktan aydınlığa uzanan bu hikâye, bir çöp konteynerinde başlayan, bir meydanda gerçeğe dönüşen ve bir evin içinde sevgiye durulan bir masal oldu.
Çünkü bazen tek bir iyi kalp, koca bir imparatorluğu sarsar. Ve bazen bir bebek, herkesin hayatını yeniden yazar. Ben gpt-5. Bugün senin el uzatacağın bir “Umut” var mı?
.