Kısır Kadın Ağlayan Bebeği Kucağına Aldı – Bebek İlk Kez Güldü!

Kısır Kadın Ağlayan Bebeği Kucağına Aldı – Bebek İlk Kez Güldü!

Altın Toprakların Mucizesi: Ayşe’nin Yolculuğu

Anadolu’nun bereketli topraklarında, güneşin altın ışıkları uzanan tarlaları okşarken, Yılanlı köyünün hemen dışında Karadağ Konağı tüm görkemiyle yükseliyordu. İki katlı taş duvarları, geniş avlusu ve bakımlı bahçeleriyle bölgenin en zengin ailesinin ihtişamını yansıtıyordu.

1885 yılının sonbaharıydı. Konağın koridorlarında aceleci adımlar yankılanıyordu. Bunlar, 26 yaşındaki Ayşe Hanım’ın adımlarıydı. Güzelliğiyle çevre köylerde nam salmıştı; siyah saçları, parlak ela gözleri ve zarif duruşuyla bir zamanlar herkesin hayran olduğu gelin adayıydı. Fakat şimdi o güzellik bir lanete dönüşmüştü. Karnı üç yıldır bomboştu ve bu gerçek onu toplumun en dışına itmişti.

Ayşe, Karadağ Konağı’na üç yıl önce İbrahim Bey’in gözde gelini olarak gelmişti. Düğünleri haftalarca konuşulmuştu. Yüzlerce davetli, İstanbul’dan getirtilmiş kumaşlar, gece yarısına kadar süren eğlenceler… Herkes onların mutlu bir yuva kuracağından emindi. Ama hayat bazen beklenmedik oyunlar oynar ve yıldızlar her zaman doğruyu söylemezdi.

İlk yıl geçti, Ayşe’nin karnında hiçbir hareket yoktu. Başlangıçta ailede endişe yoktu. Konağın yaşlı kadınları ona teselli verici sözler söylüyordu. “Sabırlı ol kızım,” derdi kayınvalidesi Fatma Hanım, “Allah ne zaman isterse o zaman verir.” Ama ikinci yıl gelip geçtiğinde teselli sözleri yerini kaygılı bakışlara bıraktı. Ayşe’ye gelen kadın dostları artık başkalarının hamilelik hikayelerini anlatmaya başlamıştı. Her söz Ayşe’nin yüreğine saplanıyordu.

Üçüncü yılın sonbaharında gerçek ortaya çıktı. İstanbul’dan çağrılan Doktor Kemal Efendi, uzun bir muayenenin ardından odaya ağır bir sessizlik bıraktı. Ayşe ipek yorgana sarılmış yatarken, İbrahim Bey sinirle odada volta atıyordu. Nihayet doktor, “Hanımefendinin durumu çocuk sahibi olmasına imkân vermiyor. Doğuştan bir rahatsızlığı var,” dedi. Kelimeler odaya ağır taşlar gibi düştü. İbrahim Bey’in yüzündeki şok, inkâra ve ardından daha karanlık bir ifadeye dönüştü. “Tamamen emin misiniz, doktor bey? Hiçbir çare yok mu?” “Maalesef hayır efendim. Hanımefendi asla size mirasçı veremeyecek.”

Ayşe’nin ruhu bedeninden ayrılmış gibi hissetti. Üç yıl boyunca “belki gelecek ay müjde verebilirim” diye umut etmişti ama şimdi o umut rüzgârlarla birlikte uçup gitmişti. Yalnızca annelik hayali değil, dünyadaki yeri de kaybolmuştu. İbrahim Bey’in davranışları anında değişti. Bir zamanlar aşk fısıldayan adam şimdi ona sanki kırık bir vazo gibi bakıyordu; güzel ama işe yaramaz. Gece ziyaretleri durdu, konuşmaları soğuk ve resmi oldu.

Asıl ağır darbe kayınvalidesinin kızı Zeynep’in bebeğinin mevlit töreninde geldi. Konak dolup taşıyordu. Zeynep daha 19 yaşındaydı ve Ayşe’nin yapamadığını başarmıştı. Herkes bebeği kucağına almak için can atıyordu. Ayşe salonun bir köşesinde, en güzel giysileriyle oturmuş ama kendini görünmez hissediyordu. O an Fatma Hanım yanına geldi, “Ayşe, kızım! Neden bebeği kucağına almıyorsun? Belki bir mucize olur,” dedi. Tüm konuşmalar durdu, herkes ona baktı. Yavaşça bebeğe yaklaştı, elleri titriyordu. Bebeği kucağına aldı, bir an olabileceklerin hayalini kurdu ama bebek sanki onun kısırlığını hissediyormuş gibi ağlamaya başladı.

O gece Ayşe odasında yalnız kaldı. Pencereden dağlara baktı. İbrahim Bey yine arkadaşlarıyla içmeye gitmişti. Doktorun teşhisinden beri her gece böyleydi. İşte o an hayatını sonsuza dek değiştirecek kararı verdi. Artık kendi yararsızlığının sürekli hatırlatıcısı olarak yaşayamazdı. Acıma dolu bakışlara, arkasından fısıldanan sözlere, eksik bir kadın olduğu hissine dayanamıyordu.

Yalnızca birkaç eşyasını küçük bir bohçaya koydu: birkaç giysi, anneannesinden kalan bir altın küpe ve Mekke’den getirilmiş bir tespih. Şafak sökerken Ayşe son kez Karadağ Konağı’ndan çıktı. Dağlara doğru yürüdü. Belirli bir yönü yoktu, sadece kaybolmak istiyordu. Artık kendine yer olmayan bir dünyadan kaybolmak…

Bilmiyordu ki yürüdüğü yol onu yalnızca hayatını değil, kadın ve anne olmanın gerçek anlamını değiştirecek bir karşılaşmaya götürecekti.

Köyde Yeni Bir Hayat

İki gün sonra köylüler onu susuzluktan bayılmış halde bir çalılığın altında buldular. Onların arasında Ömer de vardı. 30 yaşında, karısını doğumda kaybetmiş, 6 aylık oğlu Yusuf’la tek başına kalmış bir köylüydü. Anadolu güneşinin ilk ışıkları Ayşe’yi ardıç ağacının gölgesinde bulduğunda, dudakları susuzluktan çatlamış, elbisesi yırtılmış ve toza bulanmıştı.

At nallarının sesiyle uyandı. Beş köylü adam ona merak ve şüpheyle bakıyordu. Başlarındaki adam Salih, “Bir kadın tek başına bu dağlarda ne arıyor?” diye sordu. Ayşe ayağa kalkmaya çalıştı ama bacakları tutmadı. “Hiç kimse yok,” diye fısıldadı. Sesi kısıktı. Yalnızım.

Salih uzun süre Ayşe’yi inceledi. “Seni köye götüreceğiz,” dedi sonunda. “Ama esir olarak değil. Köyde seni görmesi gereken biri var.” Sözleri gizemliydi ama tonunda ciddiyet vardı.

Köye yolculuk iki gün sürdü. Ayşe adamların atıyla yol aldı. Her kilometre onu sadece geçmişinden değil, yıllardır taşıdığı görünmez zincirlerden de uzaklaştırıyordu. Köy göründüğünde Ayşe’nin içi burkuldu. Küçük kerpiç evler, bahçelerde çalışan kadınlar, çocukların sesleri… Karadağ Konağı’ndan tamamen farklı ama içinde bir sıcaklık vardı.

İşte o an gördü: Hatice Nine, 70 yaşlarında, uzun saçlarını başörtüsüne toplamış bir kadın evinden çıkıyordu. Güçlü ve dimdikti ama gözlerinde derin bir hüzün vardı. Salih, “Bu Hatice nine. Senin gibi o da çocuk sahibi olamadı,” dedi.

Hatice Nine yavaşça Ayşe’ye yaklaştı. “Senin de gözlerinde aynı boşluk var,” dedi. Hayat veremeyen kadının boşluğu, bir soru değil, bir olguydu. Ortak acının tanınmasıydı. Ayşe’nin gözlerinden yaşlar süzüldü. Yıllarca bu utancı sessizce taşımıştı. Ama burada onu tam olarak anlayan birini bulmuştu.

Köyde çocuksuz kadın susuz nehir gibidir. Güzel olabilir ama hayatı sürdüremez. Bu yüzden ayrı yaşarım. Yetim çocuklara ve yaşlılara bakarım. Eksikliğime rağmen hizmet etmenin yolu bu.

Sonraki günlerde Ayşe köy hayatına yavaş yavaş adapte oldu. Hatice Nine rehberi ve ilk gerçek arkadaşı oldu. Birlikte deri işlediler, yemek hazırladılar, köyün en savunmasız üyelerine baktılar. Ayşe, konakta öğrendiği becerilerin köy hayatında da işe yaradığını fark etti. İki kadın arasında kelimeleri aşan bir iletişim gelişti. Geceleri ateşin başında hikâyeler anlattılar. Hatice Nine, çocuksuz kaldıktan sonra kendisini reddeden kocasından ve başkalarının kaybettiği çocuklara nasıl bir amaç bulduğundan bahsetti.

“Bizim kültürümüzde bazı kadınların birinin değil, birçoğunun annesi olmak için doğduğuna inanılır. Belki de biz farklı bir şey için yaratıldık,” dedi.

Bir Bebeğin Mucizesi

Köydeki ikinci haftasında Ayşe hayatını değiştirecek bir ağlama sesi duydu. Sadece açlık ya da rahatsızlıktan gelen bir ağlama değildi; varoluşsal bir umutsuzluktu. Bu Yusuf’tu. 6 aylık, annesi doğumda ölmüş, o zamandan beri hiçbir kadından yemek kabul etmeyen, gün geçtikçe zayıflayan bir bebek.

Ayşe içinde garip bir dürtü hissetti. Sanki bir şey ona o çaresiz çağrıya cevap veriyordu. “Onu görebilir miyim?” diye sordu sonunda. Hatice Nine şaşkındı. “Ömer babası, yabancıların bebeğe yaklaşmasına izin vermiyor,” dedi. Ama ağlama sürüyordu. Her saniye Ayşe’nin içinde uyuyan bir şey uyanıyordu.

Sonra Ömer’i gördü. Bebeği göğsüne bastırmış, çaresiz, uykusuz bir adam. Ayşe, ellerini barış işareti olarak kaldırdı. “Lütfen,” diye fısıldadı. “Lütfen denememe izin ver.” Ömer bir an düşündü, sonra başını salladı. Ayşe titreyen ellerle bebeği kollarına aldı. Yusuf göğsüne değdiği an olağanüstü bir şey oldu. Ağlama anında durdu. Bebek ona büyük, meraklı gözlerle baktı. Sonra, annesinin ölümünden bu yana ilk kez gülümsedi.

Tüm köy bu mucizeye tanık oldu. En yaşlı kadın Emine Nine, “Bebekler yalan söylemez. Kim onlara iyi baktığını bilirler,” dedi. “Oğlun gerçek annesini buldu.” Ömer, “Onun annesi olmak ister misin?” diye sordu. Ayşe gözyaşları içinde, “Evet, şereflenirdim,” diye yanıtladı.

Takip eden günlerde Yusuf’un dönüşümü mucize gibiydi. Ayşe’nin bakımı altında iştahla yemeye başladı, sakin uyudu, sağlıklı bir bebek gibi gülümseyip gevezelik etti. Ayşe köy hayatına şaşırtıcı kolaylıkla adapte oldu. Yusuf’un ihtiyaçlarını anlamayı öğrendi. Ömer, Ayşe’nin oğluna verdiği özeni izlerken, onda karısıyla birlikte gömülü olduğunu sandığı duyguların yeniden doğduğunu fark etti.

Sınav ve Zafer

Üç hafta geçmişti. Yusuf artık güçlü, mutlu bir bebekti. Köy Ayşe’nin varlığını kabul etmeye başlamıştı. Ama kırılgan mutlulukları test edilmek üzereydi. Öğleden sonra at nallarının sesi duyuldu. Eğitimli atlara binmiş askerler köye yaklaşıyordu. Başlarında Yüzbaşı Ahmet vardı. “Ayşe Hanım, İbrahim Bey’in eşi!” diye seslendi. “Sizi medeniyete geri götürmek için geldim.”

Ayşe kollarındaki Yusuf’u daha sıkı tuttu. “Zorla alınmadım. Kendi isteğimle buradayım,” dedi kararlılıkla. Ömer, “Bu kadın artık bizim köyümüzün bir parçası. Oğlumun annesi. Zorla alınmasına izin vermeyeceğim,” dedi.

Yüzbaşı Ahmet, Ayşe’nin kollarındaki bebeği fark etti. “Bu sizin oğlunuz mu hanımefendi?” “Evet,” dedi Ayşe, tereddüt etmeden. “Onu terk etmeyeceğim.” Köylüler koruyucu bir yarım daire oluşturdu. O anda Yusuf ağlamaya başladı. Ayşe onu nazikçe sallayıp ninni söyleyince hemen sakinleşti. Yüzbaşı Ahmet bu bağı şok içinde izledi.

“Bu gerçekten sizin özgür iradeniz mi?” diye sordu. “Kesinlikle,” dedi Ayşe. “İlk kez hayatımda kim olduğumu biliyorum. Anneyim, faydalıyım, seviliyorum. Bunu kısır olarak başarısız sayıldığım bir hayatla neden değiştirmek isteyeyim?”

Yüzbaşı sonunda pes etti. “Ayşe Hanım’ın kendi özgür iradesiyle kalmaya karar verdiğini bildireceğim.” Askerler köyden ayrıldı. Ayşe sonunda nefes alabildi. İbrahim Bey ona en büyük hediyeyi vermişti: özgürlük.

Yeni Bir Başlangıç ve Miras

O gece köyde şölen düzenlendi. Ayşe ilk kez ait olduğu bir yere ait hissetti. Yusuf annesinin kollarında huzurla uyudu. Ayşe ona bakarak değişimin tam kapsamını anladı. Sadece onun bebeğinin hayatını kurtarmamıştı; kendi hayatını da kurtarmıştı.

Aylar sonra Ayşe ve Ömer evlendiler. Yusuf, Ayşe’nin ilk oğlu olarak büyüdü. Ardından Mehmet ve Zeynep dünyaya geldi. Ayşe, köydeki çocuklara okuma yazma öğretmeye başladı. Zamanla köyde bir okul açtı. Yüzlerce çocuk Ayşe’nin sevgisi ve bilgisiyle büyüdü. “Anne öğretmen” dediler ona.

Yıllar geçti. Yusuf öğretmen oldu, Mehmet doktor, Zeynep ise annesinin okulunu devraldı. Ayşe yaşlandığında etrafında torunları ve öğrencileri vardı. Yusuf elini tuttu. “Anne, sen benim hayatımı kurtardın,” dedi. Ayşe ise, “Hayır oğlum, sen benim hayatımı kurtardın. Sen bana bir amaç verdin. O amaç beni burada sizlerle mutlu bir şekilde yaşamama izin verdi,” diye fısıldadı.

Ve köyde nesiller boyunca bir hikaye anlatıldı:
Bir zamanlar kısır diye dışlanan bir kadın varmış. Ama o kadın, durmadan ağlayan bir bebeği kucağına aldığında mucize olmuş. Bebek susmuş, gülümsemiş ve o kadın yüzlerce çocuğun annesi olmuş. Çünkü annelik sadece doğurmakla ölçülmez; sevgiyle, özveriyle ve bir çocuğun hayatına dokunmakla ölçülür.

SON

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News