Savaş başlamadan önce birbirini seven iki ruh… Unutulmak onları ayırmak istedi.

Savaş başlamadan önce birbirini seven iki ruh… Unutulmak onları ayırmak istedi.

Yağmur, İzmir’in kiremit çatılarında yankılanıyor, sanki gökyüzü hâlâ barut kokan bu şehri günahlarından arındırmak istiyordu.
Bir zamanlar kahkahalarla dolup taşan pazar yeri, şimdi sessizliğin ve yorgun yüzlerin mozaiğine dönüşmüştü.

Elif, yamalı elbisesi ve yılların hizmetiyle çatlamış elleriyle, boş bir torba ve hayaletlerle dolu bir kalple tezgâhların arasında yürüyordu.

Savaş sırasında, Demirsoy ailesinin konağında hizmetçiydi. Soğuk mermerler ve kristal avizeler arasında, o zamanlar kibirli, yakışıklı ve ayrıcalıkların içinde kaybolmuş Kerem ile tanıştı.

Kerem, merdivenlerin tepesinden onu izlerdi — yasak bir şeye bakar gibi.
Elif onu görmezden gelirdi; çünkü bu dünyada bir hizmetçinin hayal kurmaya hakkı yoktu.

Ta ki o geceye kadar…
Şehir bombalarla sarsıldığında korku, sınıflar arasındaki farkı sildi.
Elif onu yaralı, toz ve kan içinde buldu. Düşünmeden, çapraz ateşten çıkardı.

O andan sonra her şey değişti.
Sargılar, fısıldanan kelimeler ve paylaşılan korku dolu geceler arasında, sınır tanımayan bir aşk filizlendi.

Ama savaş, sevenleri affetmezdi.
Bir sabah askerler konağa baskın yaptı. Elif “düşmana yardım etmekle” suçlandı ve tutuklandı.
Kerem ise cephede kayboldu. Elif onun öldüğüne inandı.

Yıllar sonra, barış sadece konuşmalarda geçen bir kelime haline geldiğinde, Elif İzmir’e döndü.
Ev temizleyerek ve hastalara bakarak geçiniyordu.

Bir gün, askeri hastanede bir isim duydu ve kanı dondu:
Kerem Demirsoy.

Zaman geriye akıyormuş gibi koridorlarda koştu.
Ve oradaydı.
Bir tekerlekli sandalyede, pencereden dışarı bakan bir adam. Yüzünde hiçbir şey hatırlamayan bir huzur vardı.

— Bay Demirsoy… —diye fısıldadı Elif titreyerek— Benim… Elif.

Kerem döndü. O tanıdık mavi gözlerle baktı ama tanıyamadı.
— Tanışıyor muyuz? —dedi, uzak, nazik bir sesle.

Elif’in kalbi sessizce kırıldı.
Ama içinde bir ses ona pes etmemesini söyledi.

Haftalarca sessizce onu baktı, ona kitap okudu, bahçeden çiçekler getirdi, sadece ikisinin bildiği hikâyeleri anlattı.
Bir gün, o eski sığınak gecelerinde söylediği bir dizeyi okurken, Kerem fincanı elinden düşürdü.

— “Savaş bittiğinde, her şafakta seni arayacağım…” —dedi titreyerek.

Gözlerinden yaşlar aktı.
— Elif… gerçektin sen.

Ama mutluluk uzun sürmedi.
Kapıda Hanımefendi Demirsoy belirdi, ipekler içinde bir çelik gibiydi.
— Bu kadın burada ne arıyor? —diye tısladı— Defol!

Elif başını eğdi.
— Sadece oğlunuza bakmak istedim, hanımefendi.

— Oğlumun bir hizmetçinin merhametine ihtiyacı yok! —diye kesti onu soğuk bir sesle.

Kerem, bir o yana bir bu yana baktı.
Zihninde savaşın, ateşin ve Elif’in sesi yankılandı.

— Anne… O, hayatımı kurtardı. Sadece o da değil… o, hayatımdı.

Hanımefendi Demirsoy’un yüzü bembeyaz kesildi.
Ama Kerem ayağa kalktı, sendeleyerek Elif’in elini tuttu.
— Yıllarca hiçbir şeyim olmadığını sandım. Ama o bana kim olduğumu hatırlattı. Soyadımı değil… kalbimi.

Sessizlik ağırlaştı.
Elif gitmek istedi, korkudan değil, gururdan.
Ama Kerem son bir kez konuştu:
— Anne… Asalet miras değildir. Kanıtlanır. Ve o, hepimizden daha asil.

Elif gözyaşlarıyla gülümsedi. İlk kez, bir eşit gibi görülüyordu.

Günler sonra İzmir’de dedikodular yayıldı:
“Demirsoy ailesinin oğlu, mirasından vazgeçip halktan bir kadınla evlendi.”

Skandal haftalar sürdü.
Ama şehirden uzakta, küçük bir evde iki ruh hikâyelerini yeniden yazdı.
Kerem’in hafızası asla tamamen geri dönmedi.
Ama her sabah Elif ona kahve getirirken o gülümserdi:
— Seni tanıyorum, derdi.
— Hep tanıyacaksın, diye fısıldardı Elif.

Çünkü gerçek aşkın hafızaya değil, kalbe ihtiyacı vardır.

Related Posts

Our Privacy policy

https://rb.goc5.com - © 2025 News