Dağlardaki öğretmen, maaşının tamamını öğrencilerine ayakkabı almak için harcadı… ta ki bir öğrenci büyüyüp ona her şeyi geri verene kadar
Uludağ’ın yamaçlarında esen rüzgar, teneke çatılar ve gökyüzüne değen dağların arasında ıslık çalıyordu. Devletin çoktan unuttuğu küçük bir köy okulunda, öğretmen Elif Kaya her sabah güneşten önce gelirdi. Ayakkabıları yıpranmış, paltosu yamalıydı ama gülümsemesi hiç eksilmezdi. Çocuklar onu soğuktan kızarmış elleriyle ve çıplak ayaklarıyla beklerdi.
—“Öğretmenim, bugün kahvaltı var mı?” diye sordu en küçükleri, Mert, sesi titreyerek.
—“Var yavrum, bugün de var,” dedi Elif, eski yüzüğünü satıp ekmek ve süt aldığını gizleyerek.
O köy okuluyla kimse ilgilenmiyordu. Ne belediye, ne de bakanlık. Ama Elif için o okul her şeydi. O, her çocuğun uzağa gitmeyi hak ettiğine inanıyordu, yolu dağların kıvrımında bitse bile.
Her maaş günü pazara giderdi. Kendine kıyafet almazdı, akşam yemeğine et de almazdı. Sadece ayakkabı alırdı. Küçük, ucuz, bez ya da plastik ayakkabılar. Hepsini eski bir kurabiye kutusuna koyar, sessizce okula getirirdi.
—“Öğretmenim, bunlar kimin için?” diye sormuştu bir gün örgülü saçlı Zehra.
—“En çok ihtiyacı olana,” demişti Elif, gülümseyerek.
Ve zamanla, tüm çocukların ayakları artık çıplak değildi. Hiçbiri o ayakkabıların öğretmenlerinin maaşından çıktığını bilmiyordu.
Bir gün, Milli Eğitim’den bir müfettiş geldi. Pahalı takım elbise, keskin parfüm, kibirli bakış.
—“Hanımefendi Kaya, bu okul standartları karşılamıyor. Ne kütüphane, ne materyal, ne yapı. Belki kapatılması gerekir,” dedi soğukkanlılıkla.
Elif derin bir nefes aldı.
—“Ne isterseniz kapatın,” dedi, “ama bu çocukların kalplerini kapatamazsınız.”
Müfettiş alaycı bir kahkahayla gitti.
O gece Elif yıllar sonra ilk kez ağladı.
Ama ertesi sabah sınıfa döndüğünde gülümsemesi her zamankinden daha güçlüydü.
Öğrencileri arasında biri farklıydı: Ahmet Demir, köyde babası ayakkabı boyacılığı yapan sessiz bir çocuk. Ahmet az konuşur, çok düşünürdü; gözlerinde zekânın ışığı parlıyordu.
—“Sen çok uzağa gideceksin evladım,” derdi Elif. “Kimse aksini söylemesin.”
—“Ama öğretmenim… o kadar yürümek için ayakkabım yok,” derdi o utangaç sesiyle.
Elif eğilip ona biraz büyük, mavi bir çift ayakkabı verdi.
—“Artık var.”
O gün Ahmet, toz ve gözyaşıyla karışık bir mutlulukla koştu. İlk kez biri ona inanmıştı.
Yıllar geçti. Okul aynı kaldı: çatılar delik, duvarlar çatlak ama sesler neşeliydi.
Ta ki bir gün hastalık gelene kadar. Elif’in kalp rahatsızlığı teşhis edildi. Doktorlar dinlenmesini söyledi, ama o ders vermeye devam etti.
—“Ben durursam, onlar da durur,” derdi.
Ve bir kış günü, sınıfta, sıraların arasında yere yığıldı. Çocuklar yardım bulmak için koştular ama köy uzaktaydı. Elif kurtuldu ama bir daha eskisi gibi olamadı.
Yıllar geçti. Çocuklar büyüdü, gitti. Okul boş kaldı.
Elif düşük bir emekli maaşıyla, kerpiç bir evde yalnız yaşadı. Kimse uğramazdı.
Bir gün siyah bir araba evinin önünde durdu.
İçinden takım elbiseli bir adam indi, yüzünde tanıdık bir gülümseme.
—“Elif Kaya öğretmenim?”
—“Evet… benim. Tanışıyor muyuz?”
—“Ben Ahmet Demir’im. Öğrencilerinizden biriydim.”
Elif’in sesi kesildi. Mavi ayakkabılı o çocuk şimdi bir iş adamıydı.
—“Olamaz…” diye fısıldadı.
Ahmet arabadan bir kutu çıkardı, masanın üzerine koydu.
İçinde onlarca yeni ayakkabı vardı. Üzerinde bir mektup ve bir çek.
—“Siz bana ilk ayakkabımı verdiniz. Şimdi bilmenizi istiyorum ki emeğiniz boşa gitmedi. Kırsal okullara ayakkabı ve burs bağışlayan bir vakıf kurdum. Her şey sizinle başladı.”
Elif titredi.
—“Evladım… ben sadece görevimi yaptım.”
—“Hayır, öğretmenim. Siz kimsenin yapmadığını yaptınız.”
Ahmet onun ellerini tuttu.
—“Şimdi sıra bende, sizi koruma sırası.”
Gözyaşları serbest kaldı.
Yıllarca başkaları için her şeyini veren öğretmen, sonunda bir şey geri almıştı.
Birkaç hafta sonra köy okulu yeniden yapıldı. Kapısında yeni bir tabela parlıyordu:
“Elif Kaya Köy İlkokulu”
Kapıdan giren her çocuk yepyeni ayakkabılarla yürüyordu.
Elif, tekerlekli sandalyesinde oturmuş, rüzgâr saçlarını savururken gülümsedi.
—“Sonunda… değdi,” diye fısıldadı.
Yanındaki Ahmet de gülümsedi.
—“Her zaman değdi, öğretmenim.”
Ve güneş dağların arkasına saklandı; sanki gökyüzü bile ona saygı duruşunda bulunuyordu.