Arkadaşım Aniden Zengin Oldu ve Telefonda Bulunan Tüm Fotoğraflarımızla Birlikte Kayboldu
İstanbul, sonbahar akşamüstü. Turuncuya çalan bir gökyüzü, taş kaldırımlarda yansıyan hüzünlü bir ışık. İşten yeni çıkmıştım, tipik bir salı yorgunluğu üzerimdeydi; ruhum ise rutinle anılar arasında sıkışmış gibiydi. Tam o sırada telefonum titredi: “Selin seni bir fotoğrafta etiketledi.”
Selin.
En yakın arkadaşım.
Neredeyse kız kardeşim.
İki aydır görüşmüyorduk, ama eskiden her gün konuşurduk. Aynı çalma listelerini dinler, başarısız tatlı tarifleri dener, aptal mem’lerle güler, gecenin bir yarısı birbirimize içimizi dökerdik. Ta ki bir gün, her şey değişene kadar.
Selin garip davranmaya başlamıştı. Buluşmalarımıza geç geliyor, her iki dakikada bir telefonuna bakıyor ve paylaşamayacağı kadar büyük bir sırrı varmış gibi gülümsüyordu. Sonra bir gün… tamamen kayboldu.
Her şey bir cuma günü başladı. Beni Kadıköy’deki favori kafemize, “Kafe Antidot”a davet etmişti. Renkli lambaları, tarçın kokusu ve küçük masalarıyla bizim yerimizdi. Ama o gün, havada bir şey farklıydı. Selin’in üzerinde yeni bir kaban, ayaklarında daha önce hiç görmediğim pahalı botlar vardı.
— Bu tarz da ne böyle? — dedim gülerek.
— Hediye. — dedi kaçamak bir şekilde.
— Kimden?
— Hayattan. — diye güldü, biraz tedirgin bir şekilde.
Sonra “yatırımlar”, “kripto paralar”, “özel bir proje”den bahsetti. Ama fazla detay veremeyeceğini, gizli olduğunu söyledi. Şaka yaptığını sandım. Selin her zaman çılgın fikirlerle doluydu. Ama bu kez gözlerinde başka bir şey vardı: korku ve heyecan karışımı bir bakış.
Sonraki haftalarda sosyal medyasında lüks arabalar, şampanya kadehleri ve Boğaz manzaralı teraslar belirmeye başladı. Bu, benim tanıdığım Selin değildi. Zara indirimlerini kovalamayı seven, ikinci el kitapçı açma hayalleri kuran Selin gitmişti.
Mesaj attım.
Cevap yok.
Aradım.
Numara servis dışıydı.
Bir gece fotoğraflarımı incelerken fark ettim: onunla olduğum tüm kareler kaybolmuştu. Sadece sosyal medyadan değil, telefonumun galerilerinden de. Yüzlerce anı, doğum günleri, tatiller… silinmişti. Sanki hiç yaşanmamış gibi.
Önce bir hata sandım. Sonra fark ettim ki, sadece bende değil; ortak arkadaşlarımızın hesaplarında da aynı fotoğraflar yok olmuştu.
Selin sadece kaybolmamıştı. Hayatında bana dair tüm izleri silmişti.
Günlerce cevap aradım. Eski mesajlarımızı, yorumları, gönderileri inceledim. Her şey dikkatlice düzenlenmiş gibiydi. Yeni fotoğraflarındaki insanlar tanımadığım yüzlerdi; mekanlar lüks, gülümsemeler sahteydi.
Ta ki bir gün e-posta kutuma anonim bir mesaj düşene kadar:
“Arkadaşının gerçeğini öğrenmek ister misin? Yarın, saat sekizde, Gülhane Parkı’na gel. Yalnız.”
Gönderen yoktu. Tereddüt ettim. Ama merak, belki de özlem, korkudan ağır bastı.
Ertesi akşam tam sekizde oradaydım. Soğuk hava ellerimi kesiyordu. Beş dakika, on dakika geçti. Sonra güneş gözlüklü bir kadın yaklaştı.
— Sen Eda mısın? — dedi alçak sesle.
Başımı salladım.
— Selin gitmedi. Onu kaybettirdiler.
Anlattıkları film gibiydi. Selin, kimlik hırsızlığı ve kara para aklama için sahte hesaplar kullanan gizli bir şirkete “reklam yüzü” olarak alınmıştı. Ona para, kıyafet, seyahatler vermişlerdi… tek karşılıkla: kimliği.
Ama işler ters gitmiş. Gerçekleri öğrenince çıkmak istemiş. İşte o zaman fotoğrafları silmeye başlamış. Unutmak için değil, beni korumak için.
Kadın bana küçük bir hafıza kartı verdi.
— Selin bunu sana bıraktı. Eğer bir şey olursa, ne yapacağını bilirsin, dedi.
Eve koştum, kalbim deli gibi atıyordu. Kartı bilgisayara taktım. Tek bir dosya vardı: “Kimseye güvenme.mp4.”
Videoda Selin, solgun ve korkmuş bir halde aynanın karşısında konuşuyordu:
“Bu videoyu izliyorsan, kaçmaya çalıştığımı anlamışlardır. Ben sandığın kişi değilim, Eda. Paylaştığım her şey… bir işin parçasıydı. Ama onların gücü düşündüğünden büyük. Fotoğraflarımızı sildim, seni izlememeleri için. Seni seviyorum. Ve üzgünüm.”
Video aniden kesildi. Sessizlik.
O gece uyuyamadım. Polise gittim, ama hikâye fazla inanılmazdı. Ertesi gün hafıza kartı çalışmıyordu. Sanki kendi kendini yok etmişti.
Haftalar geçti. Sonra aylar. Onsuz yaşamayı öğrendim. Ama her saç teli, her kahkaha bana onu hatırlatıyordu.
Bir gün, bilinmeyen bir numaradan mesaj geldi:
“İyiyim. Beni arama. Vazgeçmediğin için teşekkür ederim.”
Mesaja bir fotoğraf eşlik ediyordu: gün doğumunda bir sahil. Kumun üzerinde iki kahve fincanı. Ve birinin köpüğünde yazan tek kelime: “Eda.”