Fakir bir kadının kendisinden nefret eden kayınvalidesine bakması: Bir onur ve dönüşüm hikayesi
Bir zamanlar, Uludağ’ın eteklerinde küçük bir kasabada Elif adında genç bir kadın yaşardı. Elif, mütevazı bir aileden geliyordu: babası marangoz, annesi ise tarlalarda çalışan bir kadındı. Büyük mirasları yoktu ama her zaman saygı, çalışkanlık ve insan sevgisiyle yetişmişlerdi. Günün birinde Elif, bir kadına göre oldukça zengin bir aileden gelen Murat’a âşık oldu. Murat’ın annesi, güçlü karakterli bir kadın olan Nermin Hanım, Elif’in sade yaşamını küçümseyerek bakıyordu. Komşuların ve ailesinin uyarılarına rağmen, Murat ve Elif evlendiler.
Evliliğin ilk gününden itibaren Elif, kayınvalidesinin soğuk bakışlarını hissetti. Nermin Hanım sık sık, hatta bazen açıkça, “Bu kız oğlumun sırtından geçiniyor”, “Eve hiçbir katkısı yok”, “Onun kanı yoksulluk getiriyor” derdi. Elif alçakgönüllü bir şekilde gülümser, tartışmadan kaçınır ve kasabada bulabildiği küçük işlerle geçimini sağlamaya çalışırdı: temizlik, dikiş, çocuk bakımı, komşulara ufak tefek yardım işleri… Murat ise karısına âşıktı ama annesinin baskısına çoğu zaman boyun eğiyordu. “Bu kadını nasıl geçindireceksin, o da katkıda bulunmuyor ki?” diye söylenirdi annesi, Murat da suçluluk ve sevgi arasında sıkışırdı.
Zaman geçtikçe, evdeki gerginlik sıradan bir rutine dönüştü. Nermin Hanım fırsat buldukça, “Elif, bütün gün hiçbir şey yapmıyorsun! Oğlumun parasını yiyorsun! Git kendine gerçek bir iş bul!” diye bağırırdı. Elif başını eğer, daha çok çalışır, ama yine de sessiz kalırdı. Onun tek arzusu, kimseye yük olmadan, ailesine sevgiyle katkıda bulunmaktı. Ancak Nermin Hanım’ın yargıları hiç değişmiyordu; Elif’in çabaları görünmezdi, kazandığı her kuruş “yetersiz” sayılırdı.
Bir gün kötü bir haber geldi: Nermin Hanım merdivenlerden düşmüş ve kalçasını kırmıştı. Günlerce süren ağrı, kaos ve korku… Murat kendini suçlu hissediyordu çünkü annesini çok kez yalnız bırakmıştı. Şehirde yaşayan kardeşleri ise köye dönmek istemiyordu. Murat da işi nedeniyle şehirde kalmayı seçti.
İşte o anda Elif, kalbinin büyüklüğünü gösterdi. Dikiş işlerini bıraktı, çalıştığı küçük atölyeden izin aldı ve Nermin Hanım’a bakmak için her şeyini feda etti. Yemek hazırladı, yaralarını sardı, çarşafları yıkadı, evi temizledi, acı içindeki kadının hem bedensel hem ruhsal ihtiyaçlarını karşıladı. Nermin Hanım’ın bakışları önce öfke doluydu, sonra şaşkınlığa, ardından minnettarlığa dönüştü.
Murat ise şehirde, ara sıra uğrayarak, ama hiçbir zaman tam sorumluluk almayarak yaşamına devam etti. Kardeşleri uzaktan arayıp “Benim işim var”, “Ben gelemem” gibi bahaneler sıralıyordu. Elif hiç şikâyet etmedi. Onun tek sorusu “Nasıl?” idi: “Bu beni küçümseyen kadına nasıl şefkat gösterebilirim?” “Nasıl olur da nefretin olduğu yerde sevgi büyütebilirim?” Ama her gün yaptı. Çünkü Elif’in yaşam anlayışı, insan olmanın gereğini yapmaktı.
Komşular bu değişimi fark etti. “Bak Elif’e, o sessiz kız şimdi kayınvalidesinin hemşiresi olmuş,” dediler. Bazıları, “Peki ya oğlu nerede?” diye sordu. Gerçek ortadaydı: Murat uzaklaşmıştı, başka bir kadınla şehirde vakit geçiriyor, arada gülerek telefonlaşıyordu. Elif bunu öğrendiğinde derin bir acı hissetti ama içinde kin yoktu. Sadece merhamet vardı.
Haftalar ayları kovaladı. Nermin Hanım yavaş yavaş iyileşti. Bir akşam, Elif ona bir bardak çay uzatırken Nermin Hanım fısıldadı: “Teşekkür ederim, Elif.” İlk kez adını sevgiyle söylüyordu. Elif gülümsedi: “Önemli değil, senin iyi olmanı istiyorum.” O an, Nermin Hanım’ın içindeki duvar yıkıldı. Eskiden “asalak” dediği kadın, onu yalnız bırakmayan tek kişiydi.
Aylar sonra, Nermin Hanım yürümeye başladı. Bir gün Murat ansızın, şehirden yeni sevgilisiyle geldi. Gülerek annesini şaşırtmak istedi. Ama annesi ilk olarak Elif’e döndü ve “Nihayet gerçek gelinimi görüyorum” dedi. Murat dondu kaldı. Artık evin havası değişmişti; nefretin yerini huzur almıştı.
Bir süre sonra Nermin Hanım, Elif’i yanına çağırdı. Titrer elleriyle bir zarf uzattı: “Bu senin hakkın. Sadaka değil. Sana haksızlık ettim. Oğlumun değil, benim hayatımı sen taşıdın.” Elif almak istemedi ama Nermin Hanım ısrar etti. O an, bir kadının diğerine duyduğu en saf saygıydı bu.
O gece Elif uzun süre düşündü: “Neden affettim? Neden kaldım?” Çünkü o biliyordu: gerçek insanlık küçük ama görünmez iyiliklerle ölçülür. Vermek, zayıflık değil, gücün ta kendisiydi.
Zamanla Elif ve Murat’ın bir oğulları oldu: adı Emir’di. Nermin Hanım torununa şefkatle bağlandı, Elif’e saygı duymayı öğrendi. Murat da utancını eyleme dönüştürdü; anladı ki eşine saygı, annesine saygının da yoluydu.
Böylece o küçük köy evinde “aile” kelimesi yeniden anlam kazandı. Zor günler, gözyaşları, sessizlikler, ama aynı zamanda umut ve gülümsemelerle dolu yıllar geçti. Nermin Hanım, Elif’in sevgisiyle çevrili bir şekilde uzun yıllar yaşadı.
Bu hikâye bize gösteriyor ki, yoksulluk utanılacak bir şey değildir; emek, sabır ve sevgiyle yüceltildiğinde onurdur. Bir gelin, bir anne, bir insan… Hepsi, birbirine dokunduğunda insanlık yeniden doğar.
Ve belki de Nermin Hanım’ın son bakışında gizli olan şey şuydu: En ağır yargılarımız, bize gerçeği öğreten aynalardır.